Giyotin
Kıtaları ayıran okyanus gibi yürek bağımızı ayıran derin cümleler kurdun.
Titreyerek parçalandık, heybetli bir dağ gibi sırtsırtaydı kelimelerimiz, iki yana savrulduk. Yollarımızı kapattık, dilimizden dökülen ağır kütlelerle, dağıldıkça... Susarakta çizilebiliyormuş giyotiniyle ete, kemiğe sığmayan ruhumun kaderini... İki derin yol ardında kızıl şafaklar bırakarak hüznümü derinleştiren yokluğun... Sen kendini kolayca alıp gitmişsin ki zaten ruhun göçebe, köksüz bir orman gibi kuru, cılız... Her şeye rağmen beni yok eden bir alaycı sessizlikle yol alıyorsun umarsız. Gittiğinde; Yüreğimi parçalayan bir mermi sonrası derin bir sessizlikle, zamanın siyah kadife perdeleri dokundu parmak uçlarıma, zaman eriyerek aktı siyah kan damlaları doldu avuçlarıma. Gittiğinde bulutlarını, yağmurunu alıp gittin ya karalayıp attığın beni de alabilseydin ya da hiç katmasaydın ruhuna. Benden kendini alırken sıfırlanacağımı bile bile Yüreğimi ezip geçen cümleler kurdun. Ne külü ne gülü kaldı alaycı kuşların. Var olmamışlıktan çok daha derin, kederli bir yokluğu boşluğunda idam ederek. Yaralı bir kahır, piç bir sevda ve hiç bir adamsızlıkla başbaşa. |