Kavl-i Leyyin
Ne bir fırtına tanımlar sendeki beni,
Ne de girdaba mahpus kadırga. Eler mi taş kalpleri sonsuzluk eleği, Bitmez tükenmez ahlar dergâhında. Avazım bozarsa bin yıllık sükûnet orucumu, Senin var olan her şeyle yok olduğun gündür. Denizde susarsa sahrada susamayan adam; Donup kalmış zamanın kanını içen sülündür. Fizan’a da gistem, Semerkant’tan da geçse yolum, Senin yaldızlı gönül atlasına uzağım. Kim bilir, yolun sonundayım ya da yol benim sonum, Ben ki garklar sahnesinde cılız bir tuzağım… Sinene vuran yankı, sesten boşalan akis, Hepsi son yutkunuşlarımın tıkayışı nefesimi, Kızıla çalan güneş ve kızılı örten bir sis; Hengâmesi yüreğimde süren bir garp perdesi. Gaipten de olsam, garipten de ben; Zamiriyim, her noktası silinmiş cümlenin. Süveydası nura batırılmış bir ten; Ve sana verebileceğim tek şey kavl-i leyyin |