EZELDEN CİLVESİ BÖYLE...
Ballar balı, canlar canı, bu arzın canısın sen!
Karanlığın Şems’i Mah-ı, aşkın misbahısın sen! Ferhat’a en Şirin iken, Kerem’e Aslı’sın sen! Yusuf’a Zeliha iken, Mecnun’a Leyla’sın sen! Vefa bilmez hoyratlarla, zevki sefa ederken, Aşığını derde salan, bir hoş adetlisin sen! Ne şeklin var ne elvanın, ne bir adın ne sanın! Derde düşmüş gönüllere, şifa membaısın sen! Mecnun’a haber salarlar ki; “Ey deli! Nerdesin? Leyla filan yerde çadır kurmuş, fakir fukaraya çorba dağıtıyor.” diye. Üstü başı, toz toprak içinde koşarak gelen Mecnun, bulduğu kırık bir çömleği eline alarak bahaneyle kuyruğa girer. Sırası gelenlerin tabağını, tebessümlerle doldurup gönderen Leyla, karşısında Mecnun’u görür görmez kaşlarını çatıp, hazırda beklettiği dolu kepçeyi tekrar kazana boşaltarak, Mecnun’un tabağına öyle bir vurur ki, kırıp paramparça eder. Mecnun başlar oynamaya. Avaz avaz da bağırır. “Leyla beni seviyor! Leyla beni seviyor!” diye. Olup bitenleri hayret ve şaşkınlıkla seyredenler; “ İlahi deli! Seni sevseydi tabağını kırmazdı. Herkes gibi sana da çorba verir seni gönderirdi.” dediklerinde, “ Ey Allah’ın ahmakları, Mecnun’da olmasaydı meyli, tabağını hiç kırar mıydı Leyli? “ diyerek pürneşe içinde koşup uzaklaşır oradan. Kaş kaldırıp, gözünün altından uğrun uğrun bakarken, tebessüm ettiğini de kimseler fark etmez Leyla’nın, Mecnun’dan başka... Ta ezelden cilvesi böyle… Kime ne denir? |