Mutluluk Oyunu - ÖYKÜAkşam eve döndüğünde, eşi mutfakta her zaman ki gibi yemek hazırlıyordu, selam verip üzerini değiştirmek üzere odasına geçerken yemekten sonra nasıl söyleyeceğini düşünüyordu. Duş alıp ev kıyafetini giyindi mutfağa eşinin yanına döndü. Beraberce Yemeği yedikten sonra masayı toplamaya yardım etti, oturma odasına geçip sabırla bulaşıkları yıkamasını bekledi. Nihayet hanımı geldi karşısına oturdu. Evde gününün nasıl geçtiğini sordu, mutat konuları konuştuktan sonra bir konuyu seninle konuşmak istiyorum dedi. İçinde ki kuşku fırtınasından gözleri ağlamaya hazır yağmur bulutu gibiydi. Bir an için endişelendi acaba ne söyleyeceğimi tahmin etmiş midir diye düşündü. Heyecandan dili kelimeleri döndüremiyor, dudakları titriyordu. O kadın bu akşam muhakkak konuş demiş ona söz vermişti, iş yerinden ayrılırken sevdiği kadına. Düşündüklerini aynen söze döküp, bir çırpı da söyleyeceklerini söylemeliydi, senden boşanmak istiyorum demeliydi diyemedi bir türlü. Cümle kurmakta zorlanıyor, konuyu bir türlü açamıyordu. Eşinin yüz ifadesinden sıkıldığı belli oluyordu. Ne söyleyeceksen lütfen çabuk söyle sıkıldım ama dedi. - Uzun süredir şey ! söyle - Allah aşkına ne şeyi. - Şey işte bu böyle devam etmemeli, ben senden ayrılmak istiyorum. Dondu kaldı kadını, sanki böyle bir kararı beklemiyor gibiydi. Sinirlendiğini belli etmeden, başını öne eğerek sadece sebebini sordu, - neden, lütfen söylermisin ! Gözlerinde bulut yoğunlaşıp yanaklarından yağmur olup döküldü. Beklediği makul cevabı bir türlü veremedi, sadece başka birini seviyorum diyebildi. Yorgun ses tonuyla İyi geceler diyebildi. Başını öne eğerek yatak odasına doğru yürüdü. Kapıyı çarpmadan sessizce kapadı, sadece kilit sesini duydu. Bir müddet sonra koltuğunda düşüncelere dalmışken çok derinden hıçkırık sesini duydu. İçinden bir ses evliliğinin iyi gitmediğini, verdiği kararın doğru olduğunu, boşanmalıyız diyordu. Son zamanlarda onun arzulu bakışları onun için hiç bir şey ifade etmiyordu, aklı öteki kadında takılı kalmıştı. Salonda kanepeye uzandı, uyuyamaya çalıştı ama uyuyamadı. Kalktı kitaplıktan kağıt kalem alarak çalışma masasına oturdu. Anlaşmalı boşanma taahhüdü hazırlamak için kaleme aldı. Oturdukları evi, arabayı ve şirkettin yarı hissesini ve oğlunun velayetini ona bırakacağına dair taahhütnamesini hazırladı. Sabah kahvaltı yapmadan ayrı ayrı evden çıktılar. Gün boyu bir birilerini aramadılar. İş dönüşü, belki evde yemek yapmamıştır diye üç kişilik hazır yiyecek paketiyle döndü. Oysa eşi işinden erken çıkmış, mutfakta yemek hazırlamakla meşguldü. İyi akşamlar dileğine sessiz kalıp cevap bile vermedi. Elindeki paketleri dolaba koyması için mutfak masasının üzerine koyup odasına çıktı. On sekiz yaşında olan oğulları hiç bir şeyden habersiz odasında ders çalışıyordu. Bir müddet sonra yemeğin hazır olduğunu seslenerek duyurdu. Yemek masasına oturan oğlu, baba yemek hazır sofraya diye seslendi. Sofraya afiyet olsun diyerek oturdu. Tabii ki dışarıdan aldığı hazır yemeklerden hiç bahsetmedi. Yemekten sonra dersine çalışması için odasına gönderildi. Masanın toplanması bulaşıkların yıkanmasını bekledi. Bir gece evvel hazırlayıp gündüz ofiste dikte ettiği boşanma senedini okuması için verdi. hazırlamış olduğu boşanma taahhüdüne uzun uzun baktı, okumadan sol tarafında bulunan sehpanın üzerine yavaşça koydu. Anlaşılan, yirmi yıl hayatımı paylaştığım adam beni hiç tanımamış. Beni tanımış olsaydı böyle bir teklif de bulunmazdı, senden hiç bir şey istemiyorum, malınla mutlu ol dedi yemek masasından kalktı, sessizce yatak odasına doğru yöneldi. Ona acı çektirdiğini biliyordu, eskisi gibi olamıyordu elinde değildi. Nasıl eskisi gibi olabilirdi onun hüznü yüreğini sızlatmıyor da değildi. Çaresizdi kendini iki duvar arasında sıkışmış hissediyordu. Eşi bağırıp çağırsa, kırıp dökse, işini kolaylaştıracak, bunu fırsat bilip bir daha dönmemek üzere evi terk edecekti, amma öyle olmadı, planı tutmadı. Evliliklerini kurtarmak için hiç bir çaba göstermemesi de de rahatsız ediyordu. Kalbi kırılmıştı yine de olgun davranmış, onurundan kibarlığından hanımlığından ödün vermemişti. Oturduğu koltukta, kendi dünyasıyla baş başa kalmıştı. Yatak odasının kapısının açıldığını duydu, ona doğru geldiğini gördü. Karşı koltuğa oturdu, gözlerinin ağlamaktan kızardığı belliydi. Bir müddet konuşmadı, sonra gayet sakin kendinden emin tavır ve ses tonuyla, anlaşmalı boşanmayı kabul edeceğim, yalnız bazı şartlarım var dedi. Boşanmamızı bir müddet geciktirip eskisi gibi yaşantımıza devam edeceğiz. Oğlumuz bitirme sınavlarına hazırlanıyor, onu üzecek hiç bir olumsuzluğun yaşanmasını istemiyorum, sen de istemezsin herhalde dedi. Bu teklife hayır diyemedi teklifini kabul ediyorum dedi. Oğlumuzun ruh sağlığı, başarısı için elbette dedi. Evlilik yıl dönümümüz yaklaşıyor hiç olumsuzlukların yaşanmamasına müsaade etmeyip geçmiş yıllarda olduğu gibi kutlayalım. Müsait zamanda boşanma davasını ben açacağım. Senden hiç bir şey istemiyorum. Bir ay boyunca oğullarına ayrı odalarda yattıklarını hissettirmediler. Her sabah daha evvel boğuştukları gibi birlikte yatakta üçlü aile mutluluğu oyununu oynadılar. Önceleri bu oyundan sıkılacağını düşünmüştü ama öyle olmadı, hoşuna da gitti. Günler rüzgarın peşinde sürüklenen hazan yaprakları gibi birer birer uçup gidiyordu. Oğlum anne, baba sizi çok seviyorum biz mutlu bir aileyiz sizinle gurur duyuyorum diye çığlık atması canımızı acıtıyordu. Anlaşmalarının son gün de yine mutluluk oyununu oynadılar. Yemekten sonra eşiyle kanepeye geçip onun omuzlarına elini atıp kucakladığında, oğulları tebessümle onları izliyordu. Eşi gözlerini kapatıp kulağına eğilip, oğlumuza hissettirmediğin için teşekkür ederim, beni ne kadar mutlu ettiğini bilemezsin dedi. Başını öne eğerek, tebessümle tamam dercesine gözlerini kırpıştırdı. Doğrusu içinde ayrılma acısı aksine kendisinde gittikçe büyüyordu. Ertesi sabah işe gitmek için evden ayrılırken, yatak odası penceresinde eşinin izlediğini gördü. Elindeki mendili sanki veda edercesine sallıyordu. Elini kaldırarak karşılık verdi. Başı önünde duygularına yenik düşmüştü. Seni sevmiyorum terk edeceğim dediği kadın onu duygulandırmıştı. Elinin tersiyle gözyaşlarını sildi, yoluna devam ederken, aklı hüzünle uğurlayan sevgili eşinde kalmıştı. O sevdiğini zannettiği kalbini çalan kadına,nihayet eşini sevdiğini anladığını, ondan kopamayacağını söylemeye karar verdi. İş yerine varır varmaz İlk işi, ona beraberliğini bitirmek istediğini söylemek oldu. O kadın ortalığı kırdı döktü hakaretler yağdırdı. Oysa acısıyla tatlısıyla yirmi yıl hayatını paylaştığı kadın, boşanmak istediğini söylediğinde hiç tepki vermeden dinlemiş makul sebepler sormuştu diye düşündü. Sevdiğini zannettiği kadının böyle tepki verdiğini görünce, eşinin asil bir kadın olduğunu hatırlattı ona. Üzerinden yük kalkmışcasına yüreği hafiflemişti. O günün mesai bitiminde, kuşlar kadar özgürdü sanki, uçarcasına evine koştu. O günün akşamı, oynadıkları oyunun sonuna yaklaştıklarının farkındaydılar. Eşi başını omzuna yasladığında, uzun zamandır uzak kaldığı kokusunu, dokunuşunda sevgisini hissetti. Neden bu duyguyu kaybetmeye çabaladığına hayıflandı. Eşinin şefkatli davranışı omzuna eğilmesi, evlendikleri ilk gün kadar duygulu ve güzeldi. Yavru ceylan gibi titriyordu. Eşi, elindeki mendili saklayarak gözyaşlarını siliyordu. Bu sıkıntılı süre içerisinde eşinin göz altında çizgilerin oluştuğunu saçlarına ak düştüğünü fark etti. Onu son kez kucağına alarak yatak odasının kapısına kadar taşıdı, taşırken ilk gün heyecanını yaşadı. Hayatının yirmi yılını veren kadına olan minnet borcuydu. Bu güven ve şefkat duygusu içimde çığ gibi büyüyordu. Kaybettiği sevgiyi yine kaybettiği yerde bulmuştu çok mutluydu. O sabah ne giyeceğini sesli düşünürken izledi. Her geçen gün kıyafetlerinin biraz daha bol geldiğini söylüyordu. O an onun ne kadar süzüldüğünü kilo verdiğini fark etti. Oğlunu yanına çağırdı üçü beraberce sıkı sıkı sarıldılar. Son anda, kararından vaz geçtiğini ona dönmek istediğini bu oyunu mutlu bitirmek istediğini şimdilik söylemek istemiyordu. Ayrı ayrı iş yerlerine, oğulları da okuluna gittiler. O günün akşamı hem oynanan oyunun, hemi de evlilik yıl dönümü akşamıydı. İş yerinden eşine telefon etti, sürprizinin olduğunu söyledi. Yemekten sonra mum ışığında dans ederken mutlu haber verecekti. Gün boyu evlilik yıl dönümü akşamı söyleyeceklerinin tekrarını yapıp durdu. Hayatımdan çok şeylerin eksildiğini geç fark ettim, ne olur beni affet diyecekti. Bunları düşünürken günü sabırsızlıkla geçti. İş çıkışı çiçekçiye uğradı çok sevdiği çiçeklerden bir buket yaptırdı. Üzerine kart iliştirip ’hayatının sonuna kadar seni taşıyacağım’ diye yazdırdı. Yol boyunca mutluluk şarkıları mırıldanarak evine geldi. Oğulları evin bahçesinde arkadaşlarıyla oynuyordu. Elinde çiçek buketiyle görünce, baba yoksa evlilik yıl dönümünüz mü diye takıldı. Çiçek buketiyle yüzünü kapayıp kapı zilini çaldı. Kapı açıldığında ayrılmak istemediğini hata yaptığını anladığını deli gibi sevdiğini söyleyecek milyonlarca kere özür dileyecekti. Kapı açılmadı, belki uyumuş kalmıştır diye kendi anahtarıyla kapıyı açtı, ne mutfakta ne de salonda yoktu. Yatak odasına doğru yürüdü kapı kapalıydı. Kapıyı çaldı ses vermeyince bir daha çaldı yine ses yoktu. Usulca kapı kolunu çevirdiğinde ardına kadar açıldı, kilitlememişti. Elleri göğsünün üzerinde başı hafiften yana düşmüş uyuyordu, uyandırmak istemedi. Elindeki buketi vazoya yerleştirmek için odadan çıktı. Çok sevdiği seramik vazoyu mutfaktan aldı çiçekleri yerleştirip geri döndü. Etajerin üzerine vazoyu koyarken zarf gözüne ilişti. Aceleyle zarfı açtı, içinden ona yazmış olduğu mektubu çıkarttı. Yatağın ayak ucunda bulunan pufa ilişip, yazdıklarını nefes almadan okudu; Sevgilim, “Doktorum İleri safhada göğüs kanseri olduğumu, vücudumun her yerine sıçradığını, bu evrede kimyasal tedavinin cevap vermeyeceğini, verse dahi kısa süreli olacağını, birkaç aylık ömrünün kaldığını senin bana ayrılmak istediğin günlerde söylemişti. Hasta olduğumu seni etkilememek için söylemedim. Zira kısa süre sonra ben aranızdan ayrılacaktım, sen mutlu ol diye bilinçli olarak söylemedim. Yeter ki sen mutlu ol istedim. Sana mutluluklar diliyorum, oğlumuza iyi bak onu çok çok sevdiğimi söyle. Doktorum, ölüm saati yaklaştığında önce ayaklarımın soğuyacağını söylemişti. Bir kaç gündür ayaklarım uyuşuyordu, bu sabah seni pencereden uğurladığımda, ayaklarımın yavaş yavaş soğumaya başladığını hissettim. Galiba ölümüme çeyrek var diye İş yerimden izin alıp erken ayrıldım. Yemek yapacak takatım yoktu kendimi yatağıma zor attım özür dilerim. Son günlerde seni bilmeden ihmal ettiğimi geçte olsa anladım. Senin boşluğa düşmene sebep bendim, beni affet. Bu oyunun, esasında sana da bana da iyi geldiğini son haftada anladım. Sabah gidişinden belliydi, akşama bir buket çiçekle döneceğin. Belliydi beni ilk gün sevdiğin gibi sevdiğini evlilik yıl dönümümüz de söyleyeceğin. Sevenlere malum olurmuş derler inanırım. Şu an başucumda yazdıklarımı okuduğuna eminim. Bana içinden geçenleri gün boyu tekrarlayıp ezberlediklerini biliyorum, zira her yıl dönümümüz de heyecanlanıp kekelediğin de cümleyi ben tamamlardım . Hadi söyle, görmesem, duymasam da ruhum yukarıda beni bekliyor hissederim. Getirdiğin çiçekler için ayrıca teşekkür ederim. Şimdi göç zamanı, sana son kez zahmet vereceğim için özür dilerim. Yastığımın altına beyaz tülbent koydum onunla yüzümü ört. Sağ tarafımda bulunan etajerin üst gözünde, hastalığımı öğrendiğim gün aldığım cenaze levazımı ile mezar tapum var, kendini affettirmek istiyorsan çabuk toparlan. Cenaze işlerini başlat. Getirdiğin şu özür çiçeklerini defin işleri tamamlandıktan sonra toprağımın üzerine serpiştir. Şimdi vazoya aspirin atmayı unutma, öğle namazına kadar vakit var solmasınlar. Çiçekler benim gibi erken solsun istemem. Hoşça kal.” (150714 mcicek ) |