Sarı Pabuç
Ayakkablarını bağrına basarak sevinen çocuk, çocukluğumda bir tekini sel sularına kaptırdığım sayası sarı ayakkabımı anımsattı.
Sanırım yedi sekiz yaşlarındaydım. Kalabalık aile içerisinde amca hala çocuklarıyla beraber büyüdüm. Yeni ayakkablarını bağrına basan çocuğu görünce, o günleri çocukluğumu hatırladığım için paylaşmak istedim. - Amcam ile babam Orta Anadolunun kırsal kasabalarından birinde tarla bağ bahçe işleriyle uğraşırken birilerinin aklına uyarak, hani derlerya İstanbulun taşı toprağı altın misali, Ankara’nın Cebeci semtinde bakkal dükkanı açmaya karar vermişler. Kimseye haber vermeden gitmiş devraldıkları dükkanı açmışlar. . O yıllar da bakkal dükkanları çerçi dükkanı gibiydi. Ne ararsan her şeyin satıldığı dükkanlardı. Tezgah üzerinde kefeli terazi yanında veresiye defteri, defterin cilt sırtına bağlanmış sabit kalemleri, tezgahın önüne sıralı dizilmiş cam kavanozları, içerisinde baklava dilimli çingene pembesi kızamık, akide, horozlu, aynalı şekerleri vardı. Bir başka sepette yeşil ve kırmızıya boyanmış pişmiş yumurta bulunurdu. Raflarda mes lastiği, şibidik naylon terlik, dükkan dışında sifonlu gaz yağı varili, dükkan içerisinde ise blok blok kaya tuzu. Yine tahta raflarda iğne iplik, tarak, horozlu ayna, gripin, daha neler neler bulunurdu. Bu ürünlerin dükkana sinen kokusuna bir de kauçuk, vanilya ve naftalin kokusu sinince, biz çocukları hayal dünyasına götürürdü. İki katlı çörtenli kerpiç evlerin altında bulunan, akşam olduğunda kepenk sesiyle kapanan sinekli bakkalımız rüyalarımıza girerdi. Günlük haşlık nedir bilmezdik. Haşlığı bayramdan bayrama görürdük. Bakkal amcanın koyduğu yasak yüzünden dükkana biz çocuklar tek başımıza giremezdik. Ancak ebeveynlerimizin refakatiyle girebilirdik. Beraber girdiğimizde, aynalı şeker horozlu şeker, akide şekeri, kırık leblebi almaları için vızıldardık. Gönülsüz olsalarda sonunda aldırırdık. Burnumuzu çeke çeke aynalı şekerimizi yalarken mutluluğumuz gözlerimizden okunurdu. Çocuktuk işte şekerden gayrı, belki tenekeden yapılmış oyuncak araba almalarına razı eder, motor sesini taklit eder vınlayarak oynardık. Kıskanç sümüklü oyun arkadaşlarımız oyuncak arabayı görünce suratları düşer, ağladı ağlayacak halde burunlarını çeke çeke evlerine giderlerdi. Oyuncak aldınız, bizim oğlanda istiyor sizin yüzünüzden zorda kaldık diye, elti eltiyle, gelin görümceyle dalaşırdı. Annelerimiz üç beş gün küser birbirleriyle konuşmazlardı. Babalarımız ise bu işlere bulaşmaz, günün yarısını bağ bahçe tarla tapan işlerinde, diğer yarısını köy kahvehanesinde oyun oynayarak geçirirlrlerdi. O yıllarda kasaba ve köylerde hayat böyle geçerdi. Bu hayattan sıkılan babam ve amcam ticaretle hiç uğraşmamış olmalarına rağmen oyun arkadaşlarının dolduruşuna gelerek kimselere haber vermeden, hasattan elde ettikleri parayı da yanlarına alarak bakkal dükkanı açmak için Ankara’ya gitmişler . Ancak açtıkları dükkanın kazancı veresiye defterinde kaldığı için iş yapamaz duruma düşmüşler. Üç beş ay sonra sermayeyi kediye yükleyip posta treniyle her istasyonda dura dura on sekiz saatte evimize dönerler. Babam, annem için satılmayan yükte hafif gönül alıcı, filkete toka ayna tarak, pertev marka, kapağı çift minare kabartmalı, şeylerden ne varsa hediye olarak getirir. O yıllarda henüz plastik oyuncaklar olmadığından kız kardeşime bir kaç bez bebek, bana da akide şekeri ile sarı sayalı altı ince köseleden ayakkabı getirmişti. Amcam ise yaşıtım olan oğlu Ali’ye sayası kahverenkli tabanı kalın kauçukdan kışlık ayakkabıyı getirmişti. Çocuktuk işte, benim aklım onun, onun aklı benim ayakkabımda olduğu belliydi. Değişemezdik zira ona göre iri yapılıydım, ayak numaralarımız farklıydı. Ayakkabıma kıyamadığım için giymeyip saklıyordum. Yatarken yatağımın başucuna koyuyordum. Mevsim ilk bahardı, olayın olduğu gün çay kenarında bulunan bahçemize, hayvanlara ot yolmaya gitmiştik. Aniden hava karardı, fırtınanın ardından gök gürledi şimşekler çaktı. Fırtanaydı yağmurdu derken, çay sel sularıyla silme dodu taştı, nevar ne yok önüne kattıp götürüyordu. Ali o gün giydiğim ama yağmurda çamur olmasın diye elimde tuttuğum sarısayalı ayakkabımı istedi vermeyince tekini çay"a fırlatıp attı. Ayakkabım sel suyunun üzerinde salına salına uzaklaşıp gitti. Ayakkabımı isterim diye ağlarken, kıskanç Ali gülüyordu. Ayakkablarımı ilk kez o gün giymiştim. Benim ısrarım üzerine sel suları çekilince, acaba kıyıda bir yere takılmış olabilir mi diye annemle birlikte çay yatağını belli bir yere kadar takip etik ama bulamadık. Aklıma düştükçe, sarı sayalı ayakkabımı sakladığım yerden çıkartıyor tekiyle uyuyordum. Bu gün, hayalimde kalan o sarı sayalı ayakkabıdan bulsam alır, ayakkabı için ağlayan gözü yaşlı bir çocuğu bulur onu sevindiririm. Ona da ayakkablarına sahip çık çocuk, sakın kıskanç Ali’ciklere sakın kaptırayım deme derdim. mcicek 240423 |