HAMSE
UKDELA
sen, aniden yola fırlayan bir çocuktun gittin, olaysız bir şekilde dağıldı içim ne çığlık çığlığa göçen gözlerin ne aşkı cinnet gibi geçiren şiirlerim unutma, öldürdüğün kadar ölürsün işte, devamsızlıktan sınıfta kaldın şimdi ne yelkenleri fora gülüşlerin ne uçurum gamzelerinde busem karaya vurmuş bir intihar gibi sen, yüz karası vefa denizinin yeminler meclisi değilmiş evin kötü halden beraat ettin yaşayan leşlerin kundağında hayırlı uğurlu olsun yeni yerin ölürsem kalbimi sana bağışlasınlar bir taşla nereye dek yaşanır ki Bilal Yavuz ÇAĞIL zaman harcadı ömrümüzü asılsız bir ihbar gibiyiz şimdi gülmek için mutluluğu beklerdik gülmeyi öğrenmeden bittik bir mezar taşımız bile olmadı oysa aşk göğüsler kalbimizi baktığın yer, kokladığın can leblerime kalan tek tesellim işte ben böyle veremim yokluğunun gözlerinden öperim ölsek de, ölemiyoruz bizi güle güleydik berzahtan cihana yeni şey değildi yaşamak rahman için sevenler birbirini zayi olmaz idam kasırgasıyla vakit süpürse de izlerimizi ölsek de, ölemiyoruz bizi Bilal Yavuz MEVT bir kez içeriyi dağıtıp gidenlerin bir ömür ardını toplar kalanlar bazı sözler öyle derin ki asırlar alır vurması kıyıya kuşların göklerde resmettiği buğun ağlayınca nasıl da sokak çocukları nasıl da tutuşuruz birbirimize dallanıp budaklanırken ellerimiz biz yükseldikçe kök salar en dibe iki oda bir salon sessizliğimiz atmosferim, soluduğum kadar benim bıraktığım kadar senindim saat, içimi yokluğun geçiyor şimdi yaşamak, donarak bizi yitirdi hevesten hevese çürüyen için içimde feci şekilde can verdi Bilal Yavuz POTKAL seni sussam, beni dinlesen mekanı cennet olsa aşkımızın sarıldık mı su gibi aziz olsak kent durulsa, biz hiç dinmesek oysa en gazel yanımdı gözlerin meçhul gidişlerimin faili eylül hiç güleceğim yoktu uzaklığına gereği düşünülmedi kalbimizin ‘için neden bu denli derin’ derdin seni daha büyük gömebilmek için şimdi o kadar içimdesin ki dışarı çıkıp göresim yok bizi altımızdan buz gibi kayınca terkin ne bir ceset gibi sallanan yüreğim ne ruhunda zerre kadar kalan şey al mektubunu, hayatımı geri ver hadi Bilal Yavuz AHRAZ yokluğuna bitiyorum sevgili gözlerin içimin boy aynası çocukluğum bile yaşlandı seke seke terkederken beni unutsam da, özlüyorum seni şafağına çektiğim umutlar şakağıma biriken kesiklerdi yaraydık, kabuk tutmuştuk bizi gözyaşlarından görünmüyoruz şimdi kesik bir baş gibi yuvarlandı aşk hayırsız bir evlattı yaşanan neden hep gelişine vurur hicran ömrüm, şimdi nasıl sığar hayata meğer altında ıslanmak isterken ne çok değmeyen varmış hayatta kucaklayıp herkesten sakınacakken savrulup çamur olan ki hayat, ömrüme diz çökecek bir gün insan her gün kopar mı aynı kıyameti sen, takılıp düştüğüm gökyüzüm yeryüzüne nasıl sığdırdın bizi aramakla verdiğin son nefesi çürüdü ömrümün akciğerleri yine bastırdı yalnızlığın mahşeri unutsam da, özlüyorum seni Bilal Yavuz İNTİZAR insan bir kez kaybeder onurunu ‘satılan mal geri alınmaz’ çünkü hep yükseklerdeyse gözlerin alçaklığından yüreğinin eyvallah, pahabiçilemezdin çünkü beş kuruş etmezdin sustuklarımı bilseydin dudaklarını telörgüyle dikerdin nedir kavuşmak dediğin terkedilmişken yataklara yorganlar dönüşmüşken yaraya sen, aşkın hakkını vermedin ki aşk, öyle kör bir belde ki tersinden yakan çoktur cigarasını ve ansızın süzülen bir söz yaşı yalancı baharlara aldanan için bilinçsiz tüketen bir kanser hücresi gibi yuttukça yuttuk cinayetini işte bir hayal daha kursakta kaldı ve bir hayatın daha sonuna geldik oysa , bir çift yürektik martıların sırtında sen martıyı sırtından vuruncaya dek meğer közünde varmış firariliğin sevim, haram olsun sevgisizgilim Bilal Yavuz KALENDER (NAAT) seni bütün dillerde anmalıydık adını hıçkırınca bir yetim gül ruhumuzun direği sızlamalıydı ki kuşlar, bizi göç gibi duymalıydı çiçeklerin cânını koklardın sadrında evrenin kalbini dinlerdin kıyafetle biçilmezdi tevâzûn tevâzûna göreydi esvâbın sadeliğindeydi en azim görkem ünvanların makbertaşında dahi konuştuğu bir miad potasında önümüzü göremezken ışıktan seni, ey ibrahim duası, seni doğal bir şeydi artık: anlayamamak oysa sen varken yâ sevgili kardeş soymaz kardeşi, giyerdi seni bütün yaralarda hissetmeliydik hilmin, fetânetin dolmalıydık ismetin, risaletin kokmalıydık yâdına halel getirmemeliydik heyhat ki, emaneti koruyamadık Şair Bilal Yavuz şiirleri VETO şiir demledim, ısınsın içimiz bir ilham yak ‘hard’ günlerin üstüne ruhundan habersiz ruh çağıran cesedi yetmezmiş gibi kürk giyen anlamaz ferşi taca atan dervişten neyin içine bak, ney içine baksın ney gibi büküldükçe çıkmazsın ey halkım, ihracatıyla artığının ne silahlar üretilirdi bilsen ki şimdi geçirmezdik panik atak ötürü moskoftan, haçlıdan, yahudiden cânı yumuşakça çekilen baharın başını taştan taşa vuran nehrinin uçurumdan atlarken ki nezaketi kıvranmayan açmaz esrârı güllerin neyin ifadesidir NATO için ‘kimyasal yoksa çocuklar ölebilir’ Bilal Yavuz YAŞAMA ODASI gösteri bitti, dağılalım, oysa kavlamaz çırpındıkça içine çekildiğimiz sevi en heyecanlı yerinde gelirken ışıklar oysa yaranın bile kabuğunda vitamin ve her şeyde yürekçesine çarpan o çağrı ‘haydi ahret yolcusu kalmasın’ bu da kainatın Hipokrat yemini demirleri ısırarak hayatta kalan bir maden işçisi kadar fütursuz ironik davetiyesi ölüm ağabeyin karla karışık yağan şeyler gibi ve benzeri inadına ağzından yaşam fışkıran koçlar seyfullahtan başkasına boyun eğmezken bu yüzden çelişki addedilen intizam bu yüzden, göze göz, kısasta hayat var ne çok patron var, çizmelerden batak alemin katre-i matemi dünyada çıvlayan alaşımlar, hozalan iltimas haylanmaz tüneyişler, raptedilmez fokuslar belki duyduğumuzdan öte ‘biraz sessizlik’ belki sandığımızdan daha beride sesler duvarların yüzünde ‘önce iş güvenliği’ erkek olursa Soma, kız olursa Somali inan hiçbir şey bildiğimiz gibi değildi Bilal Yavuz İĞFAL biraz da uçurtmalar uçursa elimizi uçurumlar kendini sarkıtsa üstümüze kaleciler yatırsa ters köşeye forveti uzaktan atılan üçlük beşliği hak etse hep dersini alan fekat hiç sınıfı geçmeyen nayır, nolamaz çağının tilkileri aslanı devirme hayalinden vazgeçse bizde ‘eller yukarı’ dua için olsaydı şerif cemaatten önce camiye varsaydı binalar kubbelense, Redkid takke taksaydı imamdan animasyon karakteri çıksaydı hiç değilse Türkiye cennete dönerdi görüyoruz mamafih ikna olamıyoruz ve ciğeri kapıyor eleştirmen kediler kendi ruhuna dahi yorumsuz yorumcular köşe kapmaca oynuyor ikbal üzerine asıl karambol tahtımızın rahat gelmesi hakemi aldatmaya yönelik harekat gözleri beynine dönmüş mantık evlileri kalbini bağışlasa müşterisi çıkmazlar gel vatandaş hepsi bu piyasada Bilal Yavuz HOZAN ölünmüyor yaşanmadan ölüm dahi böylesine kudururken yaşarmak aşkla örülmüş çocukların genzinde eprimiyor, kanırmıyor, ırgalanmıyorsa tekeller, diasporalar, faiz lobileri mutluluğun özlediği şayan yüreklerde nesli tükenmekteyse umut çiçeğinin kardeşim, günümüz gelmiş demektir bombe verip düşlere, ırgatlaşarak şahadetten pıhtılanmış bu vatanı yeniden hükümdar kılmak hüküm sürenlere bize miras kalan tek vasiyettir insanlık, engin caddelere sığmazken dar sokaklarda refah içinde koşarken bir nefhaya bakarken domino taşları Kanuni’nin yüreği Zigetvar’da atarken belki de sanıldığı kadar zor değildir kıyamete hazırlanan cihancığı daha karizma çöküş için yapılanan gökdelenleri, savaş cihazlarını Hakk’a boyun eğdirmeden, ölmeyeceğiz! Bilal Yavuz RİCA metal bulutlardan yağan fosfor öcüleri yavrusunu kanıyla emziren anneler bültenlere çıkmadan hatırlanmayan ihvan birbirine taciz ateşi açan komşular gülbanksız caddelerde küfrün marşları insan içine çıkamayışımızdan bu kadar çok araba / bu denli gür kriptolu evlerin kozmik odalarında geleceğe üflenen trajikomik masallar: dışarının röntgenci gerçeğine tepeden bakan selvi boylu robotlara katilden çok yatmayan fesatçılara asosyallikten devleşen sosyal medyaya yaşlanan toplu mezarlara aldırmadan son kullanma tarihi gibi geçen bu müddet lahdi alkol gibi unutturan bu jön devinim bu takipsizlik kararı refleks vicdanların bu havuz medyası doğallaşan günahların servis etmeden önce bizi çatacak güne ‘keşke biraz ölmesek’ / Rabbim biraz miras Azıcık hidayete getiren şiir lütfen Bilal Yavuz ATEŞ BÖCEĞİ bu dünya bir bant kaydıdır sayın abone eksik çevrildiysen lütfen tekrar dene şu kuru ekmeklerimiz bile beyzadeler ardından ağlarken Leyla, bizim mahallenin ne haddine Hakk’tan Hakk olduğu için korkmayan seni sen olduğun için sever mi başlamadan emekliye ayrılsak faizden uzak durabiliriz belki zamanın barbileri pek tefeci zamanın barbileri, zamanın yalancı baharların körpesi cehennem kucaklarda; bir günlük kelebek acıktı mı evladını yiyen annedir hazımsızsa anne çiğner, iyileşir şuna da benzer; ateşle dansı seven azim bir hadis-i şerife rağmen -hani bizlik bi durum yok amaa! etekleri ayağımıza dolanmasa iyiydi Bilal Yavuz ÇIVGIN sıhhate bakmaya gittik, yerinde yoktu dumandan bir kement attık keder üstüne fazla kiloluyduk, kaldıramadı bizi uğruna bülbüllerin solduğu: solmayan gül acep bir yer verir mi bizim gibi dikene hu hu, kimse yok mu, elma dersem çıkma hani sözünden çıkmaz ya toprağın çiğde ne afet! tanımadığının seni sevmesi karşılıksız çıkan bir açık çek değilse düştü mü ilk çifteyi hayran basar idole müminin mümine duası böyle mi onca sağanağın hatırı var üzerimizde belki kısa makbul hastanın da ziyareti morgdan misafir odasına dünyanın meğer insan da muhtaç yeniden doğmaya ya Rabbi ne aziz ikramın şu tövbe odam gibi darmadağın bir şiir yine Bilal Yavuz URAĞAN uçarı göverişler, nobran taşralar arklarda, erklerin canhıraş sayhası uyruklarda domuran devinimi nisyanın belgin kanıtlarıdır yargıcı infazların hunharca ayıranlar buğdayı başağından kellesi gövdesine ağır aymazlara tabi ki cezayı kesecektir çünkü urgan, çopur derbentlerinde tarihin değer kaybetmeyen tek birimdir mihrabsız mihraklar, kekre mihverlerin yağı göynüyen saçlarını parlatan kalay -herkeslerin, herkeslerin, herkesler kendi kürsülerini çifteleyen- ölüm triplerine giren konfor piçleri ednadır sarih gazı çekenden oysa iğfali ifşaydı hannasların ayandı düğümlere üfleyen kadın gerilmiş tüylerin ürperten dürtüsünde doru ışklar zamanıdır muskalarda ardakların dahi potkal armonisine kulak vermektir rahmetin sırtlanışı rağmen bodur fassallar, bukağılar utkular; budandıkça çoğalacaktır Bilal Yavuz Şiirleri DEKADANS çarmıhları çarmıha germeliyiz kardeşim yürek tokluğuna hösnüyen güdümleri gömmeliyiz çanına ve tel örgüleri zambaklar açmalı çağlayan çavlanlarla dölekçe kıvrılmalı kavkılar kahralarda savlet, mukarrer akıbetiyken sırtımızın sözün dizini kırıp ıhtırtamayız oysa ayarlıydı saatler mayınlarda gümlemek istiyordu ağlama duvarları gövdeleri sıkan sığ tesettürler bir dem yapışmaz mıydı terli boğazlara demez miydi –neden şerre harcadın bizi! hesabın sormaz mıydı rüküş modelden ati maktül istikbalin katil ninelerinden kurşunları kurşunlamalıyız kardeşim idam mangaları berkitemez bendini öyle bir reform kaynatmalıyız ki fıtratına dönmeli normlar hiyerarşisi kimyamız öyle bir füzyona uğramalı ki gümraheksperler daha bir özünden geçmeli kağşayan harmanlar, artık püskürtülmeli Bilal Yavuz UKDELA pencere kenarımızdan sızan soğuktun sımsıcak bir buzul çağıydı adın asırlardır yokluğuna aşındık bu yüzden hüzzam bir harita çehre restore sütunlarda harabedir define tenhayız, uğrar çoğaltırsın diye bir hayat ki sessizliğinden örülme fışkırır elpençe divan harflerimizden ne Kudüs kaldık, ne Bağdat, ne Kahire sıra İstanbul’dadır, Amed, Medine, Mekke boynumuzda Tahran, Beyrut hançeri yine de fidanlar ekeceğiz tanklara güller açacak telörgülerimizde kışınla göğerecek örselenen yanlarımız kana rağmen bu fütursuz simetri kanırtılmaz, edilemez deforme öyle bir yankı ‘olcaz ki!’ acunda ‘kalmıycak!’ ulaşmadığımız Tur çünkü yakamızda ‘Sabah Yıldızı’ yükseldikçe fevke, kök ‘salıcaz!’ derine çünkü heyelanlar bize ancak ‘sen benim ifadem ve hızımsın’ kamçısıydı Bilal Yavuz ÇAĞIL yün çiğneyen, keçeyle güreşen efelerin nasır tutmuş düşlerini bilirim iffetini kilimlerle dokuyan kızların bükülen beli, tutulan dizidir yerim ben hasret, hasret oğlu hasretim anadolunun bağrına çöreklenen cihanın en ilahi ittihadının hayaliyle kadim ocaklardan tüten naylon toplayan sabiler benimle sökecek sadrından sahte yürekleri mezopotamyadan tuna boylarına orhun vadisinden kızıldenize ezgim dinmeyecek kıyamete değin ben hasret, hasret oğlu hasretim yaprağın ezilirken bestelediği nesli tükenmeden mücahidlerin kerbelada doğdum, ayasofyada öleceğim Bilal Yavuz BUMERANG taşlar, saf tuttukça duvar tufana taşlar, şahitti nemrutlara, karunlara taşlar vardı, içinden ırmaklar geçen taşlar vardı, Allah havfından düşen beton dahi yazları ısınırken taşlara hakaretti bir gaddar kalbi arştan bir ihtar gibi arza düşen camilerden şehadet parmağı gibi kalkan mübarek karınlara bağlanan o saat çattı mı dile gelecek olan taşlar, döndürecek fabrika ayarımıza gerilince ebabil kanatları azmin deccal mancınıklardan kıyamet kusan taşlarınız, dolaşıp bulacak sizi Bilal Yavuz OTOBİYOGRAFİ ben, evi taşlanan, kepengi indirilen iflas ettirilen babaların evlâdı aranmayan, sorulmayan, fişlenen, dışlanan seçim sezonu kapısı durulmayan doğuda hain, batıda hor görülen okumaya gitti mi gurbet ellere kimliğini çekinerek açığa vuran kavmini söyledi mi yüzler buruşturan cemaatte kaldı mı köle bilinen minnetle burs verilen, ben, müslüman kürt uzman faşistlerce kökeni yok sayılan benden kebir hasmı bulamazken PKK terör örgütlerinden mesul tutulan ben,doğmadankaybeden,ölmeden kazanan dünyası dar geldikçe, ahreti enginleşen sabreden, sabreden, sabreden, sabreden Bilal Yavuz DEKLARASYON uzaylıya duyduğu ilgi kadar NASA umursamaz mazlum dünyalıları ne petrole duyduğu güven kadar OPEC ne marshall, ne molotof! Allahın planı! fenne feda etmez insanlığı kahkaha koparan diplomasilerden mi beklenir evrensel çözüm süreci tükürün o halde Akif ağzıyla batının barış adlı savaşına tükürün kapalı kapılar ardında kahpelerin kanlı açılımına baronlar! meydana çıktı ağababanız! asit kuyularıyla edilmez örtbas ve siz, gezi parkında yaşayan toplu mezar! devrilin! milletten ‘kadife’ yumrukla #dahaçokişimizvar! Bilal Yavuz ÇINGI gelinliği kefen olan bacıların gökkuşağını bağlar erkekkardeşler gözyaşının soğukkanlı üslubu yangınkopan yüzler için bir şeydi kollarıyla burnunu silen yetimleri sarinleriyle yaşamdan silenleri cehennemle silecektir Rableri O ne güzel ne hijyenik silendi ya kömürün kiri sil sil biter mi cihan haritasında dahi avrupa afrikaya uzanan bir vahşiydi adalet baştan kaybetse de indinde çekişmeli sakız satan yavruların ümit vardı hâlâ bizim için çünkü ümitvardı Bilal Yavuz DEMBESTE bir kez içeriyi dağıtıp gidenlerin bir ömür ardını toplar kalanlar bazı sözler öyle derin ki asırlar alır vurması kıyıya şimdi satırlardan sadırlara saflığın saati doldu sayfalarda hayatım donarak beni yitirdi felç hislerin buzul sokağında yaşama özürlüler kuşatmış kenti sana hicret ediyorum yar ey muhacir yüreğime candan ensar gel ki / soyu tükendi bülbüllerin Bilal Yavuz ŞEYTAN ’TAŞLAMA’ harfleri ciklet gibi patlatıp duran lafbazdan sorulur sözün israfı affetmez ne tarih ne hakikat içinin leşini havalandırmasıdır tüm yaptığı bir lügat cambazının kul hakkı, okurdan çaldığı zaman açken yutulan, kusulan tokken bu her yerde kavşak tutmuş yavşaklardan dolayı çokça dertli çokça efkar dokunsan ağlayacak bulutlar ancak veremden gidecek yedi iklim sırtından vurulmadan yıkılmaz surlar Bilal Yavuz GÖRÜR GİBİ İBADET bir bankta iki yabancıyız şimdi yaprağın ezilirken bestelediği huşumuzu dinlemeli kainat onu dinlediğimiz yetmedi mi dicle bir yankıdır gezer surlarda burçların bizi duyma zamanı geldi her şeyi yaratmayan ama her şeyi bir tek şey yaradamaz sevgili hayırlıdır yarattığı şer dahi meleklere fark atmamız için razı olmaz aşığının zayiliğine durma O’na bakalım, tut ellerimi Bilal Yavuz qÖR hakikate gözünü yumdun diye sen güneş istifa etmez güneşliğinden yine tozdu fikirler dava nurunda âşıklar ölüp ölüp dirilir aşkta budur cehennemin cenneti fezada cihan mağarasında yarasa kalan müstahaktır yokluğun varlığına güneşe arkanı döndün diye hey sabahlar usanmaz leyâli boğmaktan Bilal Yavuz TETANOZ iki ayna, karşılaşınca bir yolda birden, belirir içiçe uçurumlar kaldırmaz bu adrenalini, dünya ne ihtiyar, bir müminin yanında başkasını kendine tercih etmek tanımsız, bir cisimdir robotlara yaz kızım, gereği düşünüldü -karanlıkta paslı çivi yutmaktan feci şekilde can veren insanlık kürek cezasına mahkum edildi kendi mezarını kendi kazmaca- bir tek aynalara işlemez kara şems geldi mi, ilk günkü tadında Bilal Yavuz |