DİYARBAKIR ŞİİRLERİAŞKIN ŞEHRENGİZİ ne canlar yakmış İç Kale sararmış resimlerce mahzun Viran Tepe bereli havuşlarda tükendi nesli dinçliğin bir küf tutmuş muskalar bir keder karası bazaltlar bilir nerden nereye solmuş yetim Diyarbekir’im nerde kimi ölmüş Yedi Kardeş burcu sesin birden düşersin akla başım gözüm ısınır Eski Cezaevinde yel ıslıkları küsülü Aslanlı Çeşme şimdi kıraçlıkla kınalı kenti çoktan terk etti Hamravat Selsebili bir kuyu kendine düşer canımın tenhasında eyvanlar serden geçip durur ciğer saatinde bir sensizliktir gider bin sessizliktir gelir açılır çakı gibi Fetih Kapısı yeni baştan çevik Fatihine tel örgüler kuş olup uçuşanda belki değeriz yine On Gözlü köprüsünde bakır düşlerin yangınlar gömülü Süleyman mertliğinde bir zaman abdestsiz çarıklarla doluşmaya utanılan Sur şimdi hangi hakirliğin mahzeni abdal damlarımızdan mağrur çatılara taşların boşluğunda zemheri cehennem lokması kursağında avlularda tükenmiş dut çiğdeleri bağrın boynu bükük nergizlerin saksılarda vurulmuş haremlik dökülmüş selamlık kalmış Deliller Hanı cinnete bir soluk kırılmış mezarlarda buruk kuş lokları hanayda kumruların su kadehi burulmuş kararmış bahtı fildişi kalkerin namusun narin beli bükülmüş durgundur Mesudiye argındır Ulu Cami yorgundur Dicle Kapı fıtratına dönme günü Kırklar dağımın bir şehir ki töresidir nice kıtaların hey selsellerin uğultusu serdaplarda tulumbalar hasretinle taşmaktadır Şeyhandede şelalesi hazan olup yağanda ahşab nar çiçekleri sülüs hatları mevsim nakşetsin sevdamızı Gelincik dağı yüreğine hadisler mıhlı Nebi cami Asur kalesinde kral mezarı bağrın gözlerin gözlerimde dilsiz Malabadi ve paygamber kabrinde öksüz yara salardık gırtlaktan revakların karanfil sokağında umudun umudusun çeyizlen Diyarbekir DİLŞA poyraz yanar, kandiller üşür Nupelda suna boynun yaslar dağ eteğine yıldızların kaydırağı var bu gece dokunsan ağlayacak ceylanlar tavşan, yavrular aşkına cesur arslan, yavrular aşkına ürkek ve bakışlar çığlık çığlığa kuşlar yokluğun, boğazda kement bakışın, nasıl da çatal değdiği kalbin etini delen acemi, rafine boyunca usul bağırda dalgalar kayalığa vuranda diyar gözlü bekir yürekli filinta baharlar birikir yeldama gurbetin, hançeremde kelepçe ranzamda, kahırdan darmaduman ağarmış anlıklar, gurbetin maral titrekliğinde, soluk soluğa bir cezbeden yadigar bahadır, külhani yakalardan ve mahzun namus burcu niyetli, meçhul denen ferdalara umutma Evîn gevherin kışlatma avlularda serpilen gonceler hatrına kenar mahlesinde dar bulvarların gül hevesler kurutmuş başı hep ustura tıraşlı oğullar etmez hayınlık yokluğun ebubekir dostluğuna çünkü yaşamak bu küllüklerde dakik bir vaiz kuzulara ve sıtmalar ardın sıra kan ter ardın sıra tutuklu, kısık iner gibi sürgüler hücre odaya görüş günleri ıssız volta demleri öksüz, dımdızlak cehennem kesiği gerdanlar namına hiç değilse düşlerim, boran savur çeltik yaylana pamuk ovana savur da kıyılsın inceldiği kuşeden aşiret bozkırları çocukluğum divane dağın doruğundan tütsün vakarlı can umular körpe yarınlarımız AMEDYA ranzalarda Anzele serinliği Arbedaş Kapısı yüreğin dolar Nasuh Camisinde Ömeroğlu Nasıriye Kalenin Halidoğlu bize Amedyalı derler hey cano mazluma safdil namerde sarraf şimdi ne Küpeli ne Dıngılava Diyarbekir bir ceset aramızda akar akar Hamravat çehremizin kederinde taşar yüzlerin emekçi coğrafyasından masum, maralsı Kürdistan gülleri ürkek avlu mırnavları ceylansı hafız kızlar kadim Zinciriye kokar çocukluğum Benusen burcunda sesin girer düşlerimin rüyasına hatıralar deşer hatır yarasını Hançepek türküsü yakar babasının ciğeri filintalar öksüz içerin Zembilfroş dumanı sürgüler çekilir durur hücremde tütsüler doğurur yetim Bircuşah kaynatsın ahımızı dadaş Haburman sağsın zor hüznümüzü aygın Malabadi kurşunlanmış can Kurşunlu Dört Ayaklı minarem dört ayağından vurulmuş öyle bir zelzele ki çetin gidişin Mesudiye sütunları oy gayrı yerinde durmaz Parlı Safa Minaresi gibi dimdik ömür kavgasını verir hep kalanlar dam loğu, et taşı bulgur değirmeni bir destandır burada yaşamak saati Fiskaya Şelalesi hazan olup yananda gör nasıl yeniden yağarım dişimle tırnağımla loy loy bir daha bulunmaz böylesi gazel ölen bizi, bizim gibisi ROZERYA yüreğin Hilar mağarası gibi serin yüreğin dağlarcası gariban, ıssız söyle sen hangi boranın meltemisin yanar dudağında karanfil tütün yanar da verir sırtını Kırklar suruna ellerin kelepçe ellerin zozan gözlerin zor kafesler gözlerin zilan içerin Kralkızı içerin mahzun alıngan, kuğumsu hançerem hançerli suskum sahipkıran bir masum pusuda tahtırevan söyle ben nereye gideyim Rozerya gel de gör içim dışım Amedya yaşmaklara yaşamaklar doladın Rabbinden razı sesin papatya devrimi sesin ardınsıra zılgıtlar körpe nazenin daha kaç mendil sarsın yangın kederini daha kaç ahraza bürünecek cıvıltısı sabilerin gel de izle Rozerya aşklar şimdi bir mumya omuzlarda tepişirken fevkinde şımarık firavunlar aziz bir şehir yıkılıyor altında hal böyleyken hasmına kılınç olsan da duramazsın içinde dimdik çökersin soylu sevdiklerin aşkına biz şimdi sensiz boyuna çöküş biz şimdi gözlerinsiz antik tohumduk bak da yeşert Rozerya Diyarbekir hayat ister bağında yeniden nefes almak biz ki yorgunluklar halkı gürleşirdi alnımızın teriyle ceddimizi saklayan aziz toprak çocuklar eker filintalar yeşertirdik yılmadan usturalar kayarken ensemizden bükülmezdik usulca ata yadigarıydı mesleğimiz yüreğimiz haykırır gözlerimizde canımız o parola yakıl ama yıkılma söyle susma söyle Rozerya yitik insanlık hangi dağın ardında RÜMEYSAH sen, çocukluğumdun, masumiyetim sen Bereket Han duvarları mazim toz çuvallar üstünde dinginliğim rüyam, göğüm, çölüm, denizimdin raks eder, göllerin ıssız akışı her nakışı, hüsrana yar bakışı özlem tüten demden gönül kayışı hem canım hem cananım, cevherimdin ayrılık da aşka dahil, Rümeysa bir hayatlık canı var ölümlerin bülbüle uzaklar yakın Rümeysa bir nefeste yayılır gül dediğin Rümeysa, zarftan kuşlar fezamda gurbetimin teli kopmuş sazımda deli taylar uçar durur bağrımda seven ruhta fren tutmaz Rümeysa konmaz öyle her dala sev devrimi sütü zift, balı zehir semahında uzar, uzar, uzar, şeyhin gözleri can kınına sığamıyor Rümeysa bahar gamzelerin Fındık burcudur müridi, mürşid kılar tek bakışta dergahında cerenler kuruludur aşka dizgin vurulmuyor Rümeysa GÜVERCİNLER ÇARŞISI şükran toylarımızın sesi gelir aşiret çadırlarından obamız hayran otağımız kurban kıl çadırda yer sofrası kalbin serilmiş razı serilmiş padişahına kadar Nur burcunda ciğerim ağarır külahına dek kufi ebebulguru saçlarında nesih yazıtlar döşlerin kesme bazalt döşeli mukarnas bezemeli yazmalarca beklenen yankılarda kurşunlu kubbelerin Halilviran köprüsünde hey canım düşlerin hıçkırır sazlar kavrulur yanar sazlıklar Nevruz neşesi saran köşelerinden bir firak hüznü tüttürür dağlar kavun rayihasına karışır karpuz burcuları ağır çörtenlerden bin rahmet damlar demirciler çarşısı orkestra sadrı tonozla örtülü ceylanlar salınır filintalar ormanında Kazancılar Hanı mürd suskun kaya mezarlar Sultan Şuca çeşmesinde bağrın bağlanıp budaklansın yeter ki kapılma çeper çağın ağına can akar yolunu bulur yeter ki solmaya yaşamak sevincin iki gözümün goncesi BERFİNELLA ve nazenin ruhunuz nasıl da kendine bakan bir ayna suyun uzanışı gibi dere yatağına en tenha lambalar bile çattı mı kavuşmalar çakmağı dayanamaz geceye, yakar bendini işte seni öyle sevmemiştim kalması bile gitmelere benzeyen bir vefalıyı nasıl ikna ederdin ki can kıyamıyor çıkmaya çakılar yeşeriyor etinde uzuyor, uzuyor, uzuyor gözlerin gökleşiyor yağdıkça düşlerin denizlerle göklerin kavuştuğu çizgiye şimdi aşkın baktığı her yöre Berfinella dal en çok tutunduğu çınara kırılırdı bazı şeyler konuşmayarak dinlemeyerek öğrenilirdi çağa iki vicdanlı, iki yürekli gerek öyle dağ gibi durduğuma bakma dal gibi kırılırdım doğru yerden sarınca badem çiçekleri açan ağaçlar gibiydi bazılarının kalbi mevsiminde anlaşılır şimdi nereye gitsek Berfinella gözün gözü görmediği aydınlıkta masum bir karanlık yakmaktı vacip olan gidersin, bir yarım çeyrek kalır oysa hüzün mutluluk Berfinella acılar bahçesinin çilekeş güllerine Çayönü, Körtiktepe neolotik mahzun cehennem teninde taşar can nehrinden körpe Hasuni alnında mağara serinliği yüreğin gönülden Hira kokar kadim şehrim toprağa sığmıyor Berfinella surların gözyaşları eritir sırların kalesini hıçkırır aşkın burçları Berfinella dolar ciğerleri kentin mazgalların karasında yankılanır geçmişin çığlıkları Asur hüznü sarılır bağın bağrına aniden bastıran yağmurlu bazalt kokusu tahtını sallar kral çocukluğumun aşk kağıda sığmıyor Berfinella gönül sadra sığmıyor Berfinella hepsi geçer, kancık kibirler tamponu şişkin şımarıklar binbir yüzlüler, alayı geçer her zifir gömülür, üzülme Diyarbekir kıyamete dek kalır işte bunu bilmek aşkımıza yeter Berfinella MEVSİM ZOZAN serin Anzele pınarı karışır Arbedaş sularına içerin Zerzevan kalesi yüreğinse yorgun Hevsel kuşlukları baharda kengeri yazın dutu, eriği gözleyen katıksız halkı kendi kalbinden başka yenemez kimse öğrenecekler Zozan hey nava dılê mın dört yanım hozan yanık çarşıda türkün duyulur cıvıl cıvıl öter buğday pazarı dar sokaklarda yangın rüzgarın alnıma yokluğunu savurur üstüm başım kelepçe aklım fikrim Zozan viran bağ köşküyüz şimdi esamemiz okunmaz Fiskaya şelalesi yağanda bir uçurtmalık canı kalır filinta uçurumların gözlerinle gözlerimi bırakma Zozan donarak can vermesin bakışlarımız susmasın erbaneler susmasın çığlık çığlığa sessizlikler konuşsun Zozan çığırsın dilsizler GÖZLERİN DİYARBEKİR yeşil pulat pencere yeşil sis yeşil tütsü yeşil ziya acılar denizinde yananları hüzünler yangınında donanlar anlar dinle atmosferin bekaretini şehid sahabelerin mahzun külliyesinde her çeşme bir şelale vecdin feyzinde kuşların ve taşların zikirleri erir birbirinde kadim cezbeyle el pençe divan gölgeler dizilmiş kandillerde tutuşan esrar yankılanır duvarların teninde sanki yer göktür, göklerse zemin bağrında ashabıyla firdevs kokan camide diyesin ey ulu belde şimdi hutbe sırası sende kelamsız, burgusuz duyabilen canlara kepenkleri indirilmiş özlerin marşı eser etinde damağında cevherin öbekleri ervahın şöleni çarpar durur göğsünde asude şafakların nasıl da gür sancağının fecrinde suskulardan örülme mahşer sanki kıyamet kıyamet yeşeren diriliş şahdamardır atar genzinde ve lale nehridir akar akar da taşar kaburgalardan kadınlar kaynatır buğdayını damlara, avlulara serilen güneşte kurutulan çığlıklara dönüşür dargın bergüzar gülünce gözleri kuşlara dönen haminneler tırpanı her vuruşta Allah diyen kadim rençberler çeliğe çifte su veren evliya demirciler Rahman’ını ameliyle sevenler can sevdanı haykırır kızıl gökte sarı hilal gözlerin kendini dağlara vurur serilir öksüzlüğe keçe yolluklar kırılır fanusları sevdamızın yorgun Diyarbekir lorîninde yeniden doğar şimdi nereye gidersen git hicret yanar köşklerin yanar Hamravat kavrulur Seman şimdi her can biraz sensizliktir her aşk biraz hicraniye gitme diyor semaver bitme diyor dağlar, taşlar, kavaklar can kınına sığamıyor Dilaram açar dokunduğun bütün koğuşlarda narin nûbihar AŞK ŞİMDİ ZERYA ebaneler hasretini haykırır hasretini, mahzun, hazalsı serden geçer serdil avaşin nazarın nazarıma karışır durur delal gözlerin sırılsıklam cehennem gözlerin zelal dilzarımda hivbanular yeşerir dilaverlere dilvanlar yaraşır rotindalar rolêdalara bir rojdalık ömrü var suçsuz kelebeklerin bir jiyanlık nasibi ıssız sevenin gönül hekimidir gülüşün hep baharda kırağı ve cehennemin dibi gamzelerin hemdemiz, nefes nefese bağdaşız şahına kadar bağdaş ve haldaş, sevdiğim yardaş, Allah’ın aşkına gecekondu masumiyeti yoksulluk berraklığıdır mahcup yüzlerden okunan bozlak tozlu tülbentlerinde nenelerin cennet kokularından bir şelale sorma nasıl, bilirim fakirhanelerin evliya saflığına yetişemez softa burjuva yetişemez nazenin başı ustura tıraşlı hovarda peştamal çocukları kenar mahlesinde zor ızdırabın antik bir hevesi büyütür acılar havuzunda boy verir hüznü boylar havuşlar caddelerde boy gösterir yürüyen mezarlıklar saçaklara ayrılıklar konar oysa kalbin, tetik kadar dinç namlu kadar filinta mermilerin şarjörlere dönmeyişi kadar yaşlıydı döşünde döşün ki, nerdeyse çatlayacak şehvetin vahşetinden döşün ki alayına yetecek kısrak emzirirken ruhları hey ciğeri kınalı, güneş yanığı baştan ayağa Diyar tepeden tırnağa Bekir yüreği bronz kentim sevmek şimdi zerya konuş ki, dilsiz iblise dönüşmesin susmaya alışanlar konuş ki mertlik bulaşsın korkudan geberen asalaklara susma ki delikanlı şehrim hayın başbuğların mabadını yalayan kıraç itlerin puşt devri vaktidir, hitama ersin BERİVAN sen, boyuna bahar, asil ve asi sen sadece gönülde yeşeren gül Diyarbekir dağlarında türküydün Diyarbekir bağlarında zılgıtlar sen boyuna sürur ve hep özü gür ruhun göğsüne sığmıyor Berivan nereye gidersen git hep yüreğim yok maşuka aşıktan başka vatan gidişin hep koşmaktır kaçtığına boranlar da üşür, gitme Berivan gülüşün vejîna, gülüşün sarya gülüşündü; ırmaklar ormanlarda gülüşünle güneşler açar şevler gülüşünde kanatlanır zaroklar gülüşün rojarya, gülüşün zerya sen boyuna sürur ve hep özü gür Diyarbekir bağlarında zılgıtlar Diyarbekir dağlarında türküydün sen sadece gönülde yeşeren gül sen, boyuna bahar, asil ve asi YÜREĞİN AMİDA kalbin, savaş sonrası et kokusu damarlardan fışkıran kan çorbası kuzgunlar aynalarda yolun gözler Amida Selahaddin Eyyubi Cami keder kuyusu vefatından beridir yoldaş Mezopotamya öyle cansız, böyle lal kesiği hey aman, durmaz yerinde içerim paramparça hücremin kerpiçten çiçekleri fersiz yar çeşmesi susuz ranzalar cehennem çukuru Mervani yiğitler gerek şu puştluk çağına hey aman, can tutuklu devir zor, devir cambaz, devir namussuz zalimin mazlumluk tasladığı zamandır münafıklar yüzünden haktan dönen gafiller merhametli davetine muhtaçtır hey aman, erlik vaktidir parıldar, parıldar nazarında hırçın Silvan Kalesi cildin buz cehennemi kalk ayağa ey şehir Nasır-ı Hüsrev olsun yeniden şahid düştüğün yerden doğrul dikil de süpür ey namert çelmeleri GİYAN MEVSİMİ gönül göğsün gülüydü gülün göğsünde bahçe tarihin mezarlığı höyükler anlatsın çilekeş destanımızı gözü, değdiği yeri derinden deşen erler vursun bağrın teline vursun döşüne döşüne öksüz Diyarbekir’in Dicle’nin yuttuğu çocuklar hey yavrum hey de ne hey aç, avaz, üryan yetimleri ısıtmaz hiçbir yorgan yaşamadan bildim ki yaşamayan bilemez gel gör ne ateşler ne buzullarla ölüm dansında leylim içerimde, dışarıyı hapseden sevdan, kıyama durur sevdan ki Amedî sevdan ki dinmez Cemilpaşa konağında çığlıklar dolaşır çığlıklar ki etten bir duvar azimli antenine hoyrat gevherin kuşların uçuşurken ki toplu kanat sesleri giyan der durur bahçende giyan; der, durur BARIŞIN KEVOKLARI Karacadağ’da eriyen karın şelalesi duyulur Çınar’da Cahit Sıtkı’nın serçeleri Ahmed Arif’in yuvalarında Sezai Karakoç mısraları gezer durur, hevesli kadim Suriçi sokaklarında gözlerin ki gitmez bitkin gözlerimden gözlerin ki kafesime can gözlerin ki bitmek bilmez bir çift menfez aynalarda hücremde neşen sözümde yüzün güzümde közün, özümde tözün severim zulamdan içeri toylar, efkara döner kabir böcekleri dolar gariban, yaralı kederlere Kürdistan çiçekleri sarar Kürd çocuklarının kardeşlik türküleri haykıran safderun yüzlerini bu savaş ölmeli, bu savaş ölmeli durun siz candaşsınız bu savaş ölmeli bu savaşı, bu barış öldürmeli düşün, ne güzel cinayet ne civan katliam SERHİLDAN ıslıklar, çığlıklara karışır kan kusar Zilan Deresi kafataslarında beyinler erir patlar yürekler kafeslerinde hasret tüter Tendürek zulüm taşar süngüler iblisin demir kartları biçer masumları, deşer rahimleri beşikte bebeleri, kimsesiz pirleri gırtlağına kadar ceset ah dolar Zilan Deresi şimdi nereye gitsen ağrı şimdi nereyi görsen acı hıçkırır mitralyözler namlusunu mazlumlara çeviren şeytancıklar yüzünden ölü çocuklara tecavüz eden ırkçı zabitlerden alçağını görmedi kederli anadolu faşist teröristlerin ihaneti kalleşçe yaktı kardeşliği onarmak erlere düşer sabırla, umutla, sevgiyle budur soylu metanet budur kahpeliğe beşkardeş gel sen de katıl bize indir putların kör çehresine adil, vakur bir sille SEBAT ZAMANIDIR Dersim’in gözyaşları Enfal’in bakışlarında çağlar Roboski’nin alnından akan Halepçe’nin kanlı ahıdır Kerkük tüter Erbil’in burnunda düğümlenir boğazı Amed’in Kürdistan dağlarından hogir bir uyanış doğar sabret ey ümmetin yetimi sakın benzeme barbar ırkçıya bin kerre namert zulüm görsen de zalim olmaman mahşerde senin şerefindir sabret ey ümmetin yetimi karanfiller açana dek Halep’te kötü günler mevte mahkumdu sabret ey ümmetin yetimi surların sırlaşana sırların surlaşana dek havar, yar yangın yeri gönülde can pazarı, havar kan kesik, kan tutuklu, kan kelepçe sabır senden vazgeçse sen sabırdan vazgeçme sabrın taşına dönüş milyonlar şehidiyle Kürd Milleti ancak imanla ilelebed felaha kavuşacaktır sabret, sabrın selamet ZERZEVAN KALESİ sabanlarda aşkın rüzgarı serilmiş kepenekler omuzlara işte çoban kalkanları kavallar, yüreklerde borazan gözlerin, dalgalı, boran gözlerin, inatçı, durmadan gözlerin alayına rezzan gözlerin, gözlerindir Zerzevan aniden bastıran dargın baran surlarım, sırlarım, can kalesi yüreğin, metal ejderhalar ülkesi betondan dinozorlar devrinde çarpışan iki yıldızdık atom tarlalarında antik sevmek Urartular yazsın argın sevdanı İyonlular gözlerinden anlasın acılar içinde nasıl doğulur ehil, dilaver mimari filinta canlar ki, erbab, namuslu parayı bulmadan önceki Lidyalı hey gidi arslan ciğerim içerin Sus kentinin devrik kralı yar, avazım gelir küçelerden lâl, avare, şahmeran hançeri bin yılların sılasında yoğrulur doğrulacak erlerin hasretiyle taşlar erir, yürek dağa dönüşür ümidin kadim düşleri ırmaklar döşeği ellerindedir NAMUS SEVDASI ey oğul, bilesin milattan önceki Hammurabi yasaları bile daha adildir, daha yiğittir katili, sapığı, hırsız, yolsuzu besleyip kollayan ülkemin hukuk çöplüğünden oysa Diyarbekir töresi affetmez ölümcül ihanetleri bilir, ihanete merhamet merhamete ihanettir ey oğul, diyesin düzen değil, düzenek en kahpesinden sistem değil, sis perdesi gafletin yargısında adalet dediğin oysa Amed’in kanunları kayırmaz namussuzu hak aşkına zindanlar göze alan delikanlılar kaynar Hançepek, Saraykapı, Alipaşa halel getirmezler adamlığa ey oğul, susmayasın susmak kusmaktır içinde iyi olan ne varsaları Kürdistan güçsüzü affeder Kürdistan dilsizini affetmez sakın, unutmayasın ey oğul durmayasın HOZAN söndü zerdüşt ateşi, şaman alevi söndü grejuva geberdi batıl en şekilinden bitti zivistan konuştu gerçek apaydın canımıza güneşten sofralar serildi bandırmalar lal mevsimi filikalar dargın aşka dağ içini döker göğe lav kederiyle çay tarlalarında çarpar yüreğin kulağını toprağa ver, dinle kendini üstümüzde sis denizi yürürdün Ninova çemlere dönerdi hazan leylinde yürürdün usul kuğu boynun nasıl utangaç yağarken hücremin ranzasına yürürdün Benusen kendinden geçer ay ışığında yeşerir sakin yeşerir onurlu yeşerir şahına kadar leylim, yollar nefesin ciğerimin közüne kışlalarda düğünler ilkyaz olanda kodesin kodesime ekilir mahzun yar çıldırmışam seni hey cevherim hey yine kan kusar can Fuadoğlu göçer taze ozanlar gelir MİSAK-I MİLLİ Türkistan nezakettir incelik, güzellik, cesarettir Kürdistan cömertliktir iyilik , dürüstlük, yiğitliktir ferasettir, basirettir şehadet, selamettir zülfikarın zağlı pençelerinin beraber savurması deccalin kansız köpeklerini Kürdistan nezakettir incelik, güzellik, cesarettir Türkistan cömertliktir iyilik , dürüstlük, yiğitliktir Türkistan Kürdistandır Kürdistan Türkistandır Türkistan Kürdistansız Kürdistan Türkistansız harabe, viranedir fersude, beyhudedir öyleyse daya sırtını omzuma, dağ olalım patlayalım küfrün yüzüne mekan biz, zaman bizim beklenen poyraz bizim emanettir mazlumun ahı soylu öfkemize kardeşim öyleyse daya kalbini sadrıma, can bulalım fesadın kellesine cellad-ı canan olalım KÜRDİSTAN MARŞI IKBY için bir hatıra… çifte su verilmiş yürek çeliğinden örülme Kürdistan kılıcı sıyrılmıştır kınından mertçe ey şehidoğlu, ey muhacire ensar Peşmerge Güneşten Bir Hilal nakşet sancağına şefkatle mütedeyyinleri arkasında olan vatanın... kıyamete dek batmaz istiklali, güven öze Kürd’ü köle zanneden haysiyetsiz râfızîler -Kürd bize ihanet etti- diye nefsini kandırsın anlamaz, hakikat haini gafil müstekbirler hakikat sadıklarını / kendini yormayasın savaş hasma benzeyince kaybedilir, unutma dişsizi dişliden sakın; merhametten ayrılma ürüsün dursun dinci maskeli münafık itler ardından hırlanmayan arslana arslan denilmez itten türediğini sanan fitneci kahpeler uğraşma boşa; kardaşlık nedir bilmez, bilemez hakiki mü’minler ancak kardaşımızdır bizim onlara açıktır kapımız, ocağımız bizim… sadrımız kalkanımız; kırk milyon Kürd Milletiyiz yurdumuza sığınmış / barbar sabîlerine bile gerçek müslümanlığı yine bizler öğreteceğiz bizi öldürmeye gelen, bizde dirilecek de… ey Kürdistan gençleri, hazırlanın gitmiyoruz zulme asla susmayız, kırmağ ile bitmiyoruz devir, Salâhaddînlerin doğruluş çağlarıdır kapanmaz gözkapakları, Uyanış zamanıdır ne diyor Rasûlullâh; “vatan sevgisi imandandır” sev yurdunu hep imanla, Rabbin doğrularladır Kürdistan, Kürdistan’dan büyüktür; unutma sakın evlatlar çoğalacak ve taşacak, akın akın… ŞİMDİ HERKES DİLOVAN türkçülere karşı Kürd’üm kürtçülere karşı Türk’üm farsçılara karşı Arab arapçıya karşı Fars’ım zalim azgınlara karşı daima ezilen halkların yanındayım budur imanımın gereği gözlerinde erimemin sebebi budur onurluca yaşamak bendimi çiğneyip taşarak yezitlerin önünde hep Hüseyin aşkımızın kadim bedeli Diyarbekir denizinde tutuşmak izinde göğüs germek boranlara her ciğerin harcı değil çekinmeyiz namlunun ardına saklananlardan yalnız senden korkarız Kahhar paylaşmayı severiz denk adaletin gölgesinde serinleriz Amed sofra olur bağrımıza diz çöker, omuz bağlar kardeşlik türküleri tüttürürüz gel ey can, sana da yer var kurtul kibir tasmalarından gel beraber sevinelim razı aynı tastan yar içelim Dicle aksın alnımızın üstünde ensemizde masumiyet gülleri sesimizde dilovanlar delikanlı yeşersin MAZİ İÇERDE ALBÜM eser asi bakışlarında hoyrat Fırtına Deresi çakışır durur dikey yıldırımlarca nehirlerde taş köprüler yüreğin ormanlarda su ceylanları şirin bir kıyımız vardı bulutlar denizine sıfır nehrin önü penceremiz balıklar yarışırdı tutulmak için nazenin oltamıza yeşilin maviyle dansı gibi yar sevmişem seni saçlarında çay burcusu ellerin yumuşacık, kınalı nefesin bahar gülüşün cehennem ve anlatılmaz, yaşanır hilesiz kucağın Karester Yaylasında bir ahu dilber loy loy nasıl da söker adamın yüreğini var mı böyle civan kırım cinayetler içinde oy sevmişem seni dindiremez Palovit Şelalesi bu güneyli hasreti bir kere yakmıştIr kuzeyin kızı aşkın kadim meşalesini gidişin bile hayat sevgili isimsiz mezarına yuva kuran marandalardan belli DEVRAN FEYEZAN yaşamak, yaramıza alışmak gidemeyiz kendimizden Neval kaynaşmak zorundaydı insanlar öz gerçekleriyle bense gözlerinde hala saklambaç yokluğunda körebe, feci sessizliğin, yalnızlığımın başkenti gidişin anadili ağır yorgunluğumun yağmur yemiş paltolar birikmiş de altında kalmış içerim sanki serinliğin şimdi hangi gölgeyle yürğim yüreğini bağırıyor Neval can tenine gayrı sığmıyor oy Kürdistan Dağları kokardı tılsımlı, sıcacık nefesin cönklerde antik harflerdi adın şarkın, eski vadilerden miras tüter yalçın geceler hücremde ellerim ranzada, duvarda masada, kafatasımda ellerim hicran ki ne dar bir mezar bilmem ne zaman uyanırdık hasretinde uykular yaktığımız kardeşliğin can bahçesine yasların değil, düğünlerin iktidara geldiği şenlik demleri bilmem ne zaman yeniden gelinliğinle yanımda sen kurtulacaktın kefeninden AŞK ŞİMDİ PARYA ay ışığı çehren kokar sırrın kırk kilitle kilitli sadrımı yumruklayan sandukamda şimdi sen bende tabut bense sende kabristan ve işte aşk kursağımızda parya ne olur bitme Rotinda şimdi karanlıktır yuvamız çırılçıplak kaldırımlarda sırtımda karakol kuşunları kim vurduya çıkmış adım öyle sensiz öyle öksüzüm ki yar şimdi solmaklar yeşermek acının rahmine gömülen cana sor da anlatsın Turcel söylesin Hıdır Tepesi aşk bize hiç gülmedi Rotinda aşka gül dererken yılmadan varsın tütün saran çocuklar gül kokusu nedir bilmesin bilmişken zararsızlığı değil mi ki iyilik onların hakkı varsın bekletsin talih sabretmek de güzel leylim ay ışığı şelale olup yağınca güzel yavruların düşlerine seni hep bekleyeceğim Rotinda çocukluğumuzun gariban keresteden penceresinde DİCLE HAZAN bizim köyümüzde gonca bahçeleri yoktu yer sarı, gök kızıl anızlar, başaklar, buğdaylar içre kavruluş serinlikti kara köy bebelerine çeşme başları mutluluk nedeni saflık, sadra nakışlı hamaklar, divanlar saman lifinden sevdalar utangaç, namuslu oysa bizim köyümüz upuzun geceleriyle meşhurdu eşkiyalar, haydutlar çocukların hayaleti pirlerin kabusuydu ve kahraman değildi jandarma derin devletliler kahpe rütbeliler esrar ticaretiyle meşguldü büyü çocuk, büyü de kapat şu haysiyetsiz cenaze çağı büyü de büyüt narin puştların kör ensesine adil zülfikar o demdir, ölse gam yemez bîkes Diyarbekir dargın tigrisim argın haznedar GELÎYÊ GODERNÊ Taşköprü Köyünde adın nakış nakış tütün kokar Hazro türkünü çığırır sanki arştan akar sular seni ırmaklarca sevmişem lo seni nazlı ceylanlarca delilolar, govendler ve fıkırdak şuşaneler hey zalımın kızı, bir gülsen göverse bağlar ile bahçalar şemsin fırtınasıyla çöken devran dolunayın kasırgasıyla filizlense sen denizaltı şehrim ben rüyalar alemin DİYARBEKİR ŞİİRLERİ Bilal Yavuz |