kırık ayaklı şiirpencere duvar ne varsa kırıldı devşirme bir vakitte ... eş kenarlı özlemler büyütüyorum kentin parmakları arasında her çıkmazın gözlerine asılı peron tabelaları gitmeyeceğim ya da gitmeyi planlamadığım yolları düşürüyor ucu yanık otobüs biletlerine bir türkünün tozlanmış ebediyeti ve kalın örülmüş genç kız rüyasıyla ayılıyorum intihar görünüşlü hayati sessizliğimde ... bulut toplayan rüzgarlı çocuklar pencere önüne yağmur biriktirmiş kadının şarkısıyla öldürüyor zamanı seslerini ezberlemeye üşendiğim çoğul yalnızlıkların hurafe artıklarını dolduruyorum aklımın heybesine bir çare ayıklansa üzerime basan acı kokusundan öksürmeyle hapşırma arası bir anlık ölümle gelirim kendime öylesine bağımlıyım ki içimin üşüyen aşiretine töre töre katledip görmezden gelerek asıyorum düş kurmayı kanayan yanıma deniz suyundan bir yama yapın kandillerde yanan ezan sesli ömrüm paramparça dağılmış umutlarıma çığlıklarla bezensin uykusuz barınıyorum gecenin rahminde karanlığın karnına bastırın kanrevan hayallerle doğursun beni...! ... palyaçonun uzun ömürlü sahte gülümseyişinden kısacık bir zamanı gerçek kahkahayla verin bana biliyorum ki telgraflar iki kelimenin samimiyetiyle bu günün ezberlerinden çok daha ruhani dolardı ruha artık bayat çayın durduğu bardağa sevgilin teni diye yanağımı dokundurmak istemiyorum bir bardak taze çayı onun sıcaklığıyla içmek istiyorum mülteci yorgunluğum deliliğime iltica etmeden önce gecenin soğumasında buruşan kentin içinde saklanıyorum eski limanın uykusunda paslı yaşlılığını doyuran gemilerin yosun tutmuş güvertesinden bakıyorum sana ağır rakı susması giyinmiş balıkçılar düşer lacivert sulara karşı kıyıdaki İstanbul şarabından doldurup üşengeç şiirlerime ağır ağır seni içerim başımın üstünde benzetmeler içeren ayyaşlık ve baygın çocukluğumun terbiyesiyle düşlerim seni ... topal bir gece kuşunun aksayan ayağına düştü dengesizliğim kent ince bir karmaşa çizerken teferruat geçmişe ben aziz bir yarını karalıyorum kağıdın ak sütüne dünya kimseye kalmaz ağacından ecel topluyor Azrail kurumuş pişmanlıklar düşüyor güz ömürlerin dallarından kentin yitirilmiş aklında uykuya yatırılmış en düzensiz yaşamlar sabah olacak uyanacaklar içlerine kaçan unutulmuşlukla ne bir keşke kurtaracak sonun kıyametinden nede geriye dönüp bakma zavallılığı Azrail dönerken bilinmeyen kuşatılmışlığa sımsıkı susacak ruh ve son bir soluk kalacak geriye...! arınmak istiyorum ey kutsal hu yağmuru ayetlerle ıslattığın damlaların göçsün bu kente caddelerin pervasız camekanlarında akıt suretimi kaldırımların çatlaklarından sızsın kirlenmiş düşlerim arınmak istiyorum ey sağanak özlem başımı taş duvarlara vura vura ermiş aşkın kitabında kaybet usumu bağdaş kurduğum düş ütopyasını giydir ruhuma açılsın kentin penceresi ve içine doluşsun kavim kavim umutların kuşları ... hayatı tuvale acıtan ressamın fırçasından aşırdığım tabiatı sızmış bir şairin yarım kalmış şiirine kattım ve tütün boğulmasında ki heykeltraşın ruhsuz taşına canlandırdım hayat gidilmemiş ve gidilmeyecek bir kalma büyütsün acı doğuran düşlerin hesabını yapamayacak kadar acemiyim yinede düş kurmanın ucunda bir deniz fenerine yolluyorum selamımı merhaba koyu renkli seyir defterim merhaba alıştığım yalnızlığım şiir bitti ben geldim...! |
bir yürek var bir an da olsa palyoçodan anlıkta olsa mutluluğa
her kıtada ayrı bir dünya her mısrada hayal kırıklıklar ne güzel sunulmuş okuruna
hoşça kal deli çocuk selam ve saygı benden sana