ŞİVESİ BOZUKTUR YALNIZLIĞIMIZIN:
Bizler bu ’az gelişmiş coğrafyada,’ devletlerin, hükümetlerin kayıtsız kaldığı,
bilmezlikten, görmezlikten gelinen ve yadsınan bir halkın bozuk şivesiyiz! Ömrümüz, en alçak pusuların saklandığı; bozgun ve herkesin pişmanlığı... ömrümüz, yorulmuş ayrılıklardan.. açık kalmış bir yara, vakitsiz ve çok geç... ömrümüz, hüzünlü ve yenik... öyle eksik ve yarım kalmış aşklardan geriye... ömrümüz, sonbahar yüzlü bir kadının saçlarına dolanan.. ömrümüz, kederi büyüyen ve sıcaklığı üşüyen öksüz bir çocuk kalbi.. Yeter! ’aç göğsünü ve konuk et beni sıcaklığına..’ çünkü, kimsesiz, soğuk ve esmer bir akşam üstüdür bizim ömrümüz... I Kuşatmalarda kan lekeli şiirlerdik infazlarda yitirdik mavilerimizi... O yüzden polis raporlarında rehin saflığımız... Aykırı birer notaydık isyankar şarkılarda kan revan dillerde ıssız kaldık.. sızıydık, sızlandık! bir elvedanın teninde riyakar sevgilerin kıyısında yalan kaldık. Şairane bir kadının üryan günahlarında, iliklerimize kadar yalnızdık hayat zalimdi tutuşturdu ayrılıkları; yandık ha yandık tutamadık yolları sonra yılları, özlemin kancasında derin bir ’off’ kaldık! II Sen suçlarımın ihbarcısı... hakkımda çıkarılan tutuklama kararıydın o yüzden polis raporlarında rehin aşkımız... Sen türkülerimi demlediğim sabahların efkarı bıçaklanmış günlerimden kalan şiir... III Okuma yazma bilmeyen entellektüel sürgünüyüm, hiç kullanılmamış coğrafyaların karanlık geçmişinde Terkimizde ağrıyan sözcükler yollar uzun - kısa ayrılıklarda böyle az insan, çok yalnızlıklarda az şiir, çok şairlerde... Biz yokuşu kendimizin durmadan tırmandığımız uzun soluklarla biz kendimizin çırağı ve ustası kendimizin bu yama tutmayan hayatta Kuşatmalarda kan lekeli şiirlerdik; infazlarda yitirdik mavilerimizi... Söküldük dikildiğimiz anlamlardan dikilmez artık yırtılan sevincimiz... Çürümüş şehirlerde yağmalardan artakalan yaralarız biz kimliği rehin bırakılmış bir coğrafyanın sürgünleriyiz ezgileriyiz aynı türkülerin ve imgeleriyiz içli şiirlerin... Ürkek adımları devrik bir aşkın.../ aynı kalbin çarpıntılarıyız yalnızlıklardan derlenmiş şarkılarız biz... Oysa, aynı türküleri çalan- büyük bir orkestranın farklı enstrümanlarıydık... kim- neden ayırmak ister ki bizi; kim?.. IV Eskimeyen ve aç bir canavardır zaman, takvimler habersiz, saatler şaşkın kalır ve biz de ölür gideriz nefes almakta zorlandığımız ve tıkandığımız bu dünyadan ardımızda intihar teorilerimiz kalır... Ve insan haklarından habersiz derin yaralarım Ahmed Arif’in dizelerinde unuttuğum çocukluğum kalır! Kusura bakmayın; üzerine kapandığım kitaplar size emzirdiğim için tenhalığımı kendimi size bulaştırdığım için... V İçe kapanan bir yumruk gibi içime kapandım kalabalıkların çürümüş yüzünde... Kabul edilmez satır aralarında bir yığın küfürdü hayat... İçe kapanan bir yumruk gibi içime kapandım bir uzun yol otobüsünün camına dayayarak başımı... Ve dinlenme tesislerinde yokluğunu kanatan bir ses! ’Yanında gelmeyen var mı!’ ’yanında gelmeyen var mı?..’ Kimse bilmezdi oysa, sensizliği içimde bir yara gibi taşıdığımı.. Sakladığım bir ırmağın sularını utandıran mahçup yüzünde kurşunlara çarptı sesim... daha gelecek düşlerimi ve seni- uzak bir taşra kentinde şivesi bozuk yalnızlığıma ekliyorum ve sana ekliyorum sicili bozuk ve çektikçe uzayan acılarımı... VI Hep seni özlemekle gelip geçti acıtan günlerim, hep sana yanmakla hep seni bekledim dilimin dönmediği türküler söyleyerek hep uzağından bakarak benim olmayan kavuşmalara.. VII Bir sutyen gibi unutulurken aşklar kirli yataklarda; yalnızlık sokulmasın güzelliğine- çünkü ’altına imzasını atacak kadar kim bilinçli ve doğru yaşadı ki..’ (Birdal ERDOĞMUŞ/2005) |