RüyaHayalimde, dağa sırtını dayamış küçük bir kasabaya yerleşiyorum. Deniz kasabadan gözükmüyor, ama kasabanın arkasındaki küçük dağa doğru çıkıldığında, daha tepeye varmadan, orta bir yerden bakıldığında denizi görebilmek mümkün. Denize uzak olmam sorun değil diyorum kendime. Dağlar var karşıda, orman var. Bana ait bir küçük bahçem de var. O bahçede domatesler yetiştiriyorum. Ellerimi sürünce kokuyor. Kırmızı beyaz güller ve adını bilmediğim başka çiçekler de bulunuyorlar bahçenin etrafında, onları seviyorum. Ellerimi sürüyorum onlara gelip geçerken. Olmayan sevgilim de beğenirdi herhalde, diye düşlüyorum. Dut ve incir ağaçları da var. Kuşlar gelip konuyorlar dallarına. Gidip gidip yeniden geliyorlar. Hem yiyor hem ötüyorlar, konuşuyorlar kendi dillerince ve ben onları seyrederken dalıp gidiyorum. Fısıldar gibi hafif esen rüzgar, bir yorgunluğu da getirmiş gibi. Bahçedeki tahta haymada uzanmadan önce, derin uykunun benliğimi yavaş yavaş sarmaya başladığı sıra, aşkı düşünüyorum. Neden olmadığını. En güzel aşkın ancak romanlarda olabildiği geçiyor aklımdan. O güzelliğe dalmışken kaygısızca bırakıyorum kendimi. Bir tüy hafifliğinde dalıyorum. Hatta derin bir uykuya dalıyorum. Düşümde, uzak ve hiç tanımadığım bir şehirdeyim. Kimseyi tanımıyormuşum bu şehirde. Neden burdayım, nasıl gelmişim buraya, ne arıyorum ben buralarda diye soruyorum kendime. Deli gibi, sarhoş gibi dolaşıyorum caddelerde. Birşeyler olmuş bana, ama ne olduğunu anlamıyorum. Neden bu şehirdeyim? Bu ülkenin başka şehirlerinde de kalmışım. Hatta çocuk yaşta ben bu ülkenin bir şehrine gelip de yerleşmişim. Bütün bunların nasıl olduğunu bilmiyorum. Sıkıntıdan patlıyorum. «Neden kimseyi tanımıyorum» diye kendi kendime söyleniyorum. İnsanlarla dolu caddelerde yürürken, beni tanıyan birine rastlamıyorum hiç. Belki delirmişim. Bağırıyorum. Kimse dönüp de bakmıyor bile. Bunun bir rüya olabileceği geçiyor aklımdan. Birden yüksek bir binanın üzerinde buluyorum kendimi. Oradan aşağıya bakıyorum. Bir tek insan bile görünmüyor. caddeler kaybolmuş. Uzakta, çok uzakta sisler içinde dağların sivri tepeleri görülüyor. Başım dönmeye başlıyor o an. Yüksek binadan aşağıya doğru düşüyorum. Birden uyanıyorum. Çok korkmuş olduğumu anlıyorum. Hafif bir titreme ile kendimi şehrin bir yerinde, bir kahvede, ırmağın kenarında buluyorum. Daha güneş batmamış. Hava soğuk değil. Kalkıp eve doğru yürümeyi düşünüyorum... yağmur yağmıyor ben ıslanıyorum yağmur yağmıyor ben pencerden bakıyorum yola gelen yok sen yoksun yağmur da yok yağmur yağmıyor caddeler ıslak niye yağmur yağarken herşey uzakta yağmur ayırıyor bizi yağmur yok ben yokum... |