GADİR-İ HUM VELAYET BAYRAMIŞiirin hikayesini görmek için tıklayın Yüksel MERT - MERTÇE -yukselmertoglu@
Değerli Okur! Özellikle ehli beyt konularındaki inceleme ve araştırmalarıyla gönüllerde haklı bir yer edinen Dr.Ömer Uluçay’ın, bu günlerde yaşanmakta olan “Gadir Hum Bayramı” ile ilgili kaleme aldığı bu muhteşem yazıyı önemine binaen siz değerli okurlarımla “MERTÇE”paylaşmak istiyorum. “..Asırlardan beri Alevilerin bildiği ve kutladıkları İslam’daki Gadir-Hum Bayramını kutlamak üzere çeşitli gruplar, farklı yer ve kapsamlarda toplantılar ve açıklamalar yapmaktadırlar. Bu toplantıların tertip heyetlerini ve coşkuyla katılan kardeşlerimizin bayramlarını kutluyorum. Bu toplantılarda konuşulan; din İslam, kitap Kur’an, rehber Ehli Beyt ve İslam Tarihidir. Amaç; bunların ışığında, her cemaatin kendi devlet sınırları içinde, herkesin birlikte ve kendi inancında, barış ve dostluk içinde, hür, eşit ve iyi vatandaş olarak yaşama koşullarının yaratılması ve korunmasıdır. Ortadoğunun ve dolayısıyla ülkemizin içinde bulunduğu bugünkü siyasi ortam, sorunlu ve hassastır. Politik çekişmelerde inanç, bir araç olarak kullanıldığı zaman; bunun tahribatının çok ağır, derin ve yaygın olduğu, iyileşmesinin de uzun zaman aldığı bilinmektedir. Bundan kaçınmanın zarureti açıktır. Bu noktadan hareketle, barışçı bir inanç olan Alevi Nusayriyye ve cemaatın kutlaya geldiği Gadir Hum Bayramı hakkında bazı gerçekleri bilmek ve anımsamak yararlı olacaktır. Aleviler asırlardır bu bayramı kutlamaktadırlar. İslam tarihinde Gadir Hum Hutbesi ve biatının önemli bir yeri vardır. Hz. Muhammed, Veda Haccında önemli üç hutbe verdi. Bunların ilki “Veda Hutbesi”dir. Bu Hutbe, İslamın ve Hz. Peygamber uygulamasının bir özeti şeklindedir. Bu Hutbe bir anlamda, dünya tarihinde ilk defa açıklanan “Evrensel İnsan Hakları Beyannamesi”dir. Önemli açıklamalar ve sonuçlar içeren Gadir Hum Tebliğ ve Hutbesi; Mekke-Medine arasında Gadir Hum mevkisinde, kuyuların olduğu bu yerde, hac kafilesinin mola vermesi sırasında irad edilmiştir. Hz. Peygamber, deve hamudlarının üst üste konmasıyla yapılan bir yükseltinin üzerine çıkarak Müslümanlara hitap etmiştir: Bu hutbede Maide Suresinde yer alan Ayetlerle “Kur’an inzalinin ve dinin tamamlandığı” ilan edilmiştir. Bu Ayetlerin tebliğinden sonra Hz.Muhammed, Hz. Ali’yi yanına çağırmış ve elinden tutarak yukarı kaldırmış ve halka hitap ile şöyle demiştir: ”Ya eyyuhennas (Ey ahali)!Ben kimin mevlası isem Ali de onun mevlasıdır. Ali benim vasimdir. Ali’nin nefesi benim nefesim ve eti benim etimdir, kanı benim kanımdır, ruhu benim ruhumdur. Her kim beni severse Ali’yi sever, her kim Allahı severse Ali’yi sever. Her kim beni sevmezse Allahı sevmez, her kim Allahı sevmezse Ali’yi sevmez. Hak ile adalet daima Ali ile beraberdir. Ya Rab, Sen şahid ol! Ya Rabbim! Ali’yi seveni sev. Aliye yardım edene yardım et. Ali’ye fenalık edeni hakir et! Ben medeniyetin şehriyim, Ali de onun Babı/Kapısıdır” Hz Peygamberin hutbesi bitince halk Hz.Ali’ye biat ve tebrik etmeğe başlamışlar. İşte Hz Peygamberin bu Hutbesinden sonra, bazıları başka hesaplara girişti. Hz Peygamberin vefatıyla saflar ayrıştı. Ümeyyeoğulları, Haşimoğullarına karşı tavır aldı ve eski geleneksel ‘Krallık Yönetimi’ne dönmenin hesapları içine girdiler. Bilindiği gibi, Beni Ümeyye’nin reisi, Mekkenin hükümdarı, Ebu Sufyan’ın oğlu, Şam valisi Muaviye; Hz Ali’ye biat değil isyan ederek, ümmeti birbiriyle savaşan iki gruba ayırmıştır. Bu duruşta; Hz Ali’ye muhalif olanlar, Gadir Hum Hutbesini görmezlikten geldiler. Ali Şiası da bu günü, ”Velayet Bayramı” olarak kutlaya gelmiştir. İşte bugün kutladığımız bayramın İslam tarihi içindeki yeri ve önemi kısaca böyledir. Birkaç yıldan beri bu Bayram, ülkemizde Antakya ve Adana’da sevgi ve ilgiyle kutlanmaktadır. Böylece İslam’ın bir zenginliği ülkemizde de gün yüzüne çıkmıştır. Bu Bayram, dostluk ve barışın pekişmesine vesile olmaktadır, emeği geçenlere şükranlarımı sunuyorum. Etrafımızdaki ateş çemberine rağmen bu Gadir Hum Velayet-Barış-Dostluk-Birlik Bayramı’nın kutlanması, “sorumlu vatandaşlık” bilincine bir örnektir, barışa ve sükûnete çağrıdır, sorunların müzakere ile hal olunmasına bir davettir. Bu sesi, bu ikazı işitiyor ve saygıyla selamlıyorum. İnançlar ve dinler; insanların huzuru, selameti, güvenlik içinde mutlu olmaları içindir. İnançlar; siyasi ikbal ve araç olarak kullanıldıkları zaman; vicdanlarda, toplumda, onulmaz derin yaralar açmaktadır. Tarihte bunun örnekleri çoktur. Bu yanlışlıktan özellikle kaçınmak gerekli ve yararlı olacaktır. * Alevilik bir bütündür. Çiçeklerin nasıl adları varsa, bu camia içindeki her cemaatın da bir adı, rengi, sesi, rayihası, mıntıkası, sözü, önderleri, meşrepleri, örf ve adetleri, tarihi serüveni, onun özgün bir adı ve en önemlisi ortak kaderleri vardır. Bunların hepsi “Ali Şiası”dır. Bunların adları, Şii, Caferi, Kızılbaş, Bektaşi, Tahtacı, Nusayri, Zeydi’dir. Bu inanç deryasının ortak ve kök adı “Alevilik”tir. Bunların dini İslam, kitabı Kur’an, peygamberi Hz.Muhammed, diyaneti nebevi, mezhebi Caferi, itikatta tevhidi, fıkıhta velayeti’dir. Bunların hepsinin Muhammed Ali’ye çıkar yolları. Rehberleri Kur’an ve Ehli Beyt’tir. Her grubun kendi âlimleri, arifleri, önderleri, teamülleri, sırları ve çok güzellikleri vardır. Sevgi, birlik ve barış temelinde adalet, eşitlik isteyen bu Alevi inançlarının haklı dillerini saygıyla selamlıyorum. Âdem’den-Hateme bütün dinlerin ortak adı “İslam”dır. İslama göre dinde zorlama yoktur(2/256) ve ”Din Allah’ındır.” Onun için dinler, diller, renkler faklıdır ve bunlar Allah’ın Ayet’leridir. Bu çeşitliliği yaratan ve koruyan Yüce Rabbimizdir. Devletimizin toplumsal antlaşması olan Anayasamıza göre vatandaşlarımız, din-inanç ve felsefi kanaatlerinde hürdür, bu hakkın eşit kullanılmasının gerekli kıldığı eylemlerde bulunmak da haktır. Öyle ise; din-inanç üzerinden çekişmeye, çatışmaya ne gerek vardır. İslam dünyası, yüce dinin adına ve gereklerine uygun olarak; barış, eşitlik, haklara riayet ile birlikte yaşamalarının ortamını biran önce yaratmak ve korumak durumundadır. Birlik, beraberlik ve eşit vatandaşlık bakımından bir hususu hatırlatmak ve buna dikkat çekmek istiyorum: Ülkemizdeki bu hürriyet ortamına kolay gelinmemiştir. Camilere girip ibadet ve islamın kutsal emanetlerini ziyaret etmek isteyen Nusayri’lere izin verilmemiş ve darp edilmişlerdir. Kendilerinin hizmet ve ibadet edecekleri camilerin dahi yapılmasına izin verilmemiş, açılmış mescitlere de el konulmuştur. Osmanlı tarihinde bunun örnekleri çoktur. Bugün de bu geçmiş dönemin çatışmacı dili ve söylemleriyle, bazı kişilerce maalesef tekrarlanarak yayınlar yapılmaktadır. Eskiden olduğu gibi bu söylemlerle inançlar siyaset ortamına çekilmektedir. Bundan şiddetle ve biran önce vazgeçilmelidir. Huzur ve selametimiz, inanç barışımız için bu şarttır. Bugün için, Alevi-Nusayriyye hakkında yapılmış saha ve tarafsız araştırmaların sayısı azdır. Yapılanlar daha çok kitabi ve eskinin tekrarı niteliğindedir. Uzun bir süre içinde, bu konuda, dört kitap yayınlanmış bulunmaktayım. Bu eserlerde, Alevi Nusayriyye inanç önderlerinin, inançlarıyla ilgili birçok önemli açıklamaları vardır. Kitabi, saha ve katılımcı yöntemlerle yaptığım Alevi Nusayriyye çalışmalarım sırasında onları tanımak, doğru ve güzel ahlaklarını müşahade etmek fırsatını buldum. Kendilerine saygılarımı, şükranlarımı sunuyorum. Bu nedenlerle Alevi Nusayriyye inancı hakkında bazı tesbitlerde bulunmak istiyorum: Alevi-Nusayriyye inancı, islamın özüdür. Allahtan başka yoktur tapacak. Dinin Peygamberi Hz.Muhammed, kitabı Kur’an, rehberi Ehli Beyt’tir. Din İslam, mezhep Cafferiye, tarikat Nusayriyye’dir. Hz Ali sahibi velayettir ve kendisidir, Hz.Muhammede vekâleten Hacda Kur’an tebliğ eden ilk ve yegâne zattır. Oniki İmam haktır. Bu gerçekler karşısında, başkaca yazılıp söylenenler; yalandır, bühtandır. Alevi Nusayriler, herkes gibi inançlarını özgür ve eşit yaşamak istemektedirler. Barış ve kardeşlik istemektedirler. Bundan daha insani ve haklı ne olabilir ki? Kendilerini tebrik ediyor ve selamlıyorum. Her insanın, her cemiyetin, din ve tarikatın, her devletin sırları vardır. Bu noktada Alevi Nusayriyye’nin de sırları vardır, kutsaldır, gereklidir ve haktır. Zeytin, üzüm, buğday, incir, nar, ceviz, badem, elma çekirdeklerinin bir sırrı vardır ve bu çekirdeklerin her birinde onların bir ağacı saklıdır, gizlidir. Bu çekirdekler; uygun toprakta ve uygun zamanda açılır, yeşerir ve cinsinin ağacını oluşturur. Erken-vakitsiz açılmış çekirdeklerin sırrı-hikmeti kaybolmuştur. Sır ve emanet, ehline verilir, ortada değildir. Bu nedenlerle Alevi Nusayriler sırlarını korumuşlardır. Görüyoruz ki; Alevi Nusayriyye’nin sırrı; Hz.Muhammed Mustafanın, Aliyel Murteza’nın sırrıdır. Allah birdir, Rahman ve Rahimdir, âlemlerin Rabbidir. Hz Ali velayet sahibidir. Yerdeki ve gökteki yıldızlar birbirine mümasildir. Gün Muhammed, ay Ali’dir. Hz.Selman hizmet ve sadakat eridir. Kur’an delildir, kutsaldır, dinin Kitabıdır ve Ehli Beyt rehberdir, tahirdir. Şehir Muhammed, Bab Ali’dir. Ezan, namaz, dini bayramlar ve tüm kutsallar haktır. İşte budur Nusayriyye’nin sırrı. Biliniyor ki Alevi Nusayriyye’nin sırrı islamidir. Kâbe’de doğan Şahıvelayet Hz.Alinin, Hasanı Müçteba’nın, batıla karşı hakkı savunan Şehidi Deşti Kerbelâ Hz. Hüseyin’in sırrıdır. Bu sır, Hz Hatice’nin ve Hz. Fatıma ile Hz.Zeynebin sırrıdır. Nusayriyye’nin sırrı, İmam Zeynel Abinin, ilim hikmet deryası İmam Caferi Sadık’ın, Oniki İmam’ların ve Muhammed Mehdi’nin sırrıdır. Alevi Nusayriyye’nin hikmeti; Sevr mağarası’nın, Hira Dağı’nın, Mekke’nin, Medine’nin, Arafat’ın, Hicretin, Akabe’nin, Zülfükar’ın sırrıdır. Bu sır; Hasan-ul Askeri’nin, Muhammed b.Nusayr el-Nemiri’nin, Hüseyin b. Hamdan-ul Hasibi’nin ve halifelerinin sırrıdır. Büyük âlim, mutasavvıf, şair, erkân sahibi, inancın rehberi Hüseyin b. Hamdan el-Hasibi’nin Halep’teki Dergâhı/Türbesi, umuyorum ki yakın bir gelecekte, Hacıbektaş ve Konya gibi bir inanç merkezi olacaktır. Ömür itibariyle Şeyh Hasibi, bu zatların hepsinden öncedir. Toprağın imaretini yapan ve eken Sultan Hasibi’dir. Onun hizmetlerine, nefeslerine, erkânına, hikmetine minnetler ve selamlar olsun. Alevi Nusayriyye’nin cümle ibadetleri Hak Teâlâ nazarında kabul ve makbul olsun. Allah için halka hizmet edenlere selam olsun. Gadir Hum Velayet-Dostluk- Barış Dini Bayramı, hepimize ve tüm insaniyete kutlu ve hayırlara vesile olsun. Kur’an, Ehli Beyt, Ebi Türab, hizmeti Selman sırrıyla ve erkânı Sultan Hasibi hikmetiyle hepinize saygılar sunarım. Misafir Kalem Furkan Talay 20 Ekim 2013/Yeni Mesaj Gazetesi Hz. Ali ile Hz. Fatma’nın evlenmesi 7. Uluslararası Ehl-i Beyt Sempozyumu’ndan bir gün sonra, Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v)’in Ehl- Beyt’inin soyunu devam ettiren İmam Ali efendimiz ve Hz. Fatıma annemizin evlilik yıldönümleriydi, Allah şefaatlerinden ayırmasın. Ben de bu olayın vesilesiyle Türk milletine Ehl-i Beyt’i anlatan tanıtan ve yaşayan fikir ve gönül adamı Prof. Dr. Haydar Baş hocam’ın yazmış olduğu Ehl-i Beyt külliyatından kaynak alarak Hz. Ali ve Hz. Fatıma annemizin evlilik olayını yazacağım... Hz. Fatıma evlilik yaşına geldiğinde sahabenin önde gelenlerinden ve Kureyş’in zenginlerinden pek çok talibi oldu. Hz. Fatıma hem iyi bir aileden geliyordu hem de bizzat Resulullah’ın terbiyesinde yetişmişti. Hz. Peygamber sahabenin içinde dahi O’nun üstün faziletlerini övmekten kaçmazdı. Bunların yanı sıra, bulunduğu toplumda güzelliği ile dikkat çekiyordu. Büreyde El-Eslemi anlatıyor; ’’Hz.Fatıma’yı (önce) Hz. Ebubekir ile Hz. Ömer istedi. Allah’ın Resulü (s.a.v), ’O daha küçük’ buyurdu. Daha sonra Ali (a.s) isteyince hemen O’nunla evlendirdi.’’ Ashabdan Hz. EbuBekir ilk girişimde bulunanlardandı. Hz.Ebu Bekir Resulullah’a gelerek, Fatıma ile evlenmek istediğini söylediğinde, Hz. Peygamber cevaben, ’’Ben Allah’ın emrini bekliyorum’’ demişti. Başka bir seferinde Hz. Ömer Fatıma ile evlenme niyetini Resulüllah’a ilettiğinde, O’na da,’ ’Fatıma henüz küçüktür ve kocasının tayini Allah’ın ermine bağlıdır’’ buyurmuşlardır. Dikkat edilirse, Hz.Fatıma’nın doğumu, evlenmesi, tüm hayatı Cenab-ı Hakk’ın direk emri istikametinde şekillenmektedir. Resulüllah’ın soyunu devam ettirecek olan bu büyük kadın her an Allah’ın nazarı ile saklanmıştır. Öyle ki, ashabın zenginlerinden Abdurrahman ibn-i Avf ve Osman ibn-i Affan da görücülük maksadıyla Resulüllah’ın huzuruna vardılar ise de onlarada olumlu cevap verilmedi. Resulüllah, Fatıma’yı kendisi ile nikahlaması karşılığında kendisine yüzlerce deve ve yüklü miktarda mihir vermeye hazır Abdurrahman ibn-i Avf’a, ’’Sen benim para ve servete taptığımı mı sandın. Bana servetinle mi iftihar ve mubahat ediyorsun, Bana paranla evlenmeyi mi tahmil etmek istiyorsun?’’ diyerek sinirlenmiştir. Hz. Ali’nin Hz. Fatıma’ya talib olması farklı şekillerde rivayet edilmiştir. Hz.Ömer, Hz.Ebubekir ve Sa’d ibn-i Meaz Hz. Ali ile konuşmak maksadıyla Ali (a.s)’ı aramaya başladırlar. Ama Ali’yi evinde bulamadılar. Ensar’dan birinin hurmalığında su çıkardığını öğrenince derhal yanına gittiler. Hz. Ali (a.s)’a Hz. Fatıma için hepsinin görücü olarak gitmelerine rağmen Resulüllah’ın hiçbirinin teklifini kabul etmediğini anlattılar. Hz. Ali (a.s)’a, Allah’ın Fatıma’yı kendisi kendisi için kabul etmiş olduğuna inandıklarını anlattılar. Hz. Ali bu konuşmadan sonra Fatıma ile evlenmesine fakirliğini engel gördüğünü anlattı. İmam Ali şöyle buyurdu: ’’Bugüne kadar hiç düşünmediğin şeyi bana hatırlattınız. Pekala isterim fakat sizi reddeylediği gibi beni de reddederse artık Peygamberin yüzüne nasıl bakarım.’’ ’Hz. Ebubekir şöyle dedi: ’’Ya Ali bu sözü buyurmayınız. Çünkü dünya ve dünya malının Allah ve Resulü’nün yanında hiçbir değeri yoktur. Ben çabuk teşebbüste bulunmanızı ve Fatıma’yı istemekte acele etmenizi uygun görüyorum.’’ Bir diğer rivayette ise, bir Cuma gecesi Resulüllah Fatıma’nın artık evlenme yaşına geldiğini düşündüğü bir sırada, Allah-u Teala Cebrail, Mikail, Azrail ve İsrafil (a.s) ve diğer büyük melekleri huzuruna davet ederek, Hz. Muhammed Mustafa’nın (s.a.v), kızları Hz. Fatıma’yı kullarından en çok sevdiklerinden Hz. Ali b. Ebi Talib’e nikahladığını ve Cebrail ve bir bölük melekle Hz. Peygambere emir ve tebliğ ederek nikahlarının kıyılmasını istedi. Peygamber Efendimiz (s.a.v)’e de tebliğ olununca O (s.a.v), Hz. Ali’ye Hz. Fatıma’yı istemesi için davet edip haber gönderdi. Hz. Ali, Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer’in desteğiyle, Resulüllah ile görüşmek için geldiğinde Hz.Peygamber Ümmü Seleme’nin evinde idi. Kapıyı çaldığında Resulüllah, Ümmü Seleme’ye hitaben, “Kapıyı aç, O Allah ve Resulü’nü seven ve Allah ve Resulü’nünde kendisini sevdiği bir kimsedir’’ buyurdu. Hz. Ali utancından Resulüllah’ın yanında konuyı açamadı. Başını yerden dahi kaldıramadı. Resulüllah İmam Ali’nin ne maksatla geldiğini elbetteki biliyordu. Hz. Ali, Hz. Peygamberin huzurunda şöyle konuştu: “Anam babam Sana kurban olsun. Ben daha bir çocukken Beni, amcan Ebu Talib’den ve Fatıma bint-i Esed’den aldın. Yediğinin aynısını bana da yedirdin. Beni kendi edebinle edeplendirdin. İyilik ve şefkat bakımından, Benim için Ebu Talib’den ve Fatıma bint-i Esed’den daha iyiydin. Allah senin aracılığınla ve senin eline beni doğru yola iletti. Allah’a yemin ederim ki, Sen ya Resulüllah, dünya ve ahiret hazinem ve zahiremsin. Allah’ın benim pazumu seninle güçlendirmesinin yanında, bir evimin kendisiyle huzur bulacağım bir eşimin olmasını istedim. Sana kızını istemek için geldim. Kızın Fatıma’yı senden istiyorum. Beni Fatıma ile evlendirirmisin ya Resulallah?’’ Resulüllah (s.a.v)’in yüzü sevinçten ve memnuniyetten parladı. Fatıma’nın yanına gitti ve şöyle dedi: ’’Ali seni istiyor. Sen O’nu tanıyorsun.’’ Hz. Fatıma sustu, Peygamberimiz (s.a.v), ’’Allahuekber! Susması kabul etmesi anlamına gelir’’ dedi. Dışarı çıktı Fatıma’yı Ali ile evlendirdi.’’ İmam-ı Ali (a.s) buyurdu ki: ’’Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer, Fatıma’yı istediler, onlara vermedi. Sonra Fatıma’yı bana verdi. Fatıma’nın bundan haberi olunca ağladı, Resulüllah (s.a.v), Fatıma’ya şöyle buyurdu: ‘Ey Fatıma neden ağlıyorsun? Allah’a yemin olsun ki, seni ashabımın içinde en fazla bilgiye sahip olanıyla, en faziletli ve ilk İslam olanıyla nikahladım.’” Hz. Ali Resulüllah’ın bu kararı karşısında bir kenara çekilerek şükür secdesi yapmıştır. Resulüllah (s.a.v) şöyle buyurdu: ’’Ben seni yeryüzünde Fatıma ile evlendirmeden önce, Allah gökte seni O’nunla evlendirdi.” Kaynak: Prof. Dr. Haydar Baş, Hz. Fatıma, syf. 159-205). "21.10.2013 PAZARTESİ/ GADİR-İ HUM VELAYET BAYRAMI TÜM İSLAM ALEMİNE HAYIRLI VE UĞURLU OLSUN; KUTLANASI NİCE SENELERE, YA ALLAH YA MUHAMMED YA ALİ..!"
Velayeti tebliğ et, dedi yaradan Allah
İmam Ali oldu şah, kul dedi Allah-Allah Sahabe tebrik etti, tebrik İmam Ali’ye Müslüman olana farz; Ali farzdır Maşallah. Cehennem söner bugün, İmam Ali adına Velayet nuru yağar, Ehl-i Beyt varmış tadına Allah’a karşı gelen, şeytan ilan edildi Farz seçimlik değilken, şeytan uydu kadına. (SAV) Peygamber ailesi, kutsal varlık seçildi Karşı gelen şeytandır, Yezit şeytan seçildi Ehl-i Beyt tertemizdir; Yüce Allah kavliyle Gadir-i Hum milattır; bu gün bayram seçildi. Kutlu olsun bizlere, Ali sonsuz ilimdir Yezit ve düşüncesi, ayakaltı kilimdir Kabe’de doğam Ali, İmamların başıdır İslamiyet son dindir; en mükemmel bilimdir. |
Kaynak:Kur'an-ı Kerim/Bakara Sûresi/Sayfa:7/Cüz:1/39. Ayet: İnkâr edenler ve âyetlerimizi yalanlayanlara gelince, işte bunlar cehennemliktir. Onlar orada ebedî kalacaklardır. ﴾39﴿وَالَّذ۪ينَ كَفَرُوا وَكَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَٓا اُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ النَّارِۚ هُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَ۟ ﴿٣٩﴾
Kaynak: Kur'an-ı Kerim/En'âm Sûresi/Sayfa:149/Cüz:8/Ayet:156-157: Kitap, yalnız bizden önceki iki topluluğa (yahudilere ve hıristiyanlara) indirildi. Biz onların okumalarından habersiz idik" demeyesiniz, yahut, "Eğer bize kitap indirilseydi biz onlardan daha çok doğru yolda olurduk" demeyesiniz, diye bu Kur'an'ı indirdik. İşte size Rabbinizden açıkça bir delil, bir hidayet ve bir rahmet geldi. Artık Allah'ın âyetlerini yalanlayan ve (insanları) onlardan çeviren kimseden daha zalim kimdir!? İnsanları âyetlerimizden alıkoymaya kalkışanları, yapmakta oldukları engellemeden dolayı azabın en kötüsü ile cezalandıracağız. ﴾156-157﴿
اَوْ تَقُولُوا لَوْ اَنَّٓا اُنْزِلَ عَلَيْنَا الْكِتَابُ لَكُنَّٓا اَهْدٰى مِنْهُمْۚ فَقَدْ جَٓاءَكُمْ بَيِّنَةٌ مِنْ رَبِّكُمْ وَهُدًى وَرَحْمَةٌۚ فَمَنْ اَظْلَمُ مِمَّنْ كَذَّبَ بِاٰيَاتِ اللّٰهِ وَصَدَفَ عَنْهَاۜ سَنَجْزِي الَّذ۪ينَ يَصْدِفُونَ عَنْ اٰيَاتِنَا سُٓوءَ الْعَذَابِ بِمَا كَانُوا يَصْدِفُونَ ﴿١٥٧﴾
Kaynak: Kur’an-ı Kerim/Mâide Sûresi/Sayfa:119/Cüz:6/67. Ayet (Tebliğ Ayeti):
Ey Peygamber! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan onun verdiği peygamberlik görevini yerine getirmemiş olursun. Allah seni insanlardan korur. Şüphesiz Allah, kafirler topluluğunu hidayete erdirmeyecektir. ﴾67﴿ يَٓا اَيُّهَا الرَّسُولُ بَلِّـغْ مَٓا اُنْزِلَ اِلَيْكَ مِنْ رَبِّكَۜ وَاِنْ لَمْ تَفْعَلْ فَمَا بَلَّغْتَ رِسَالَتَهُۜ وَاللّٰهُ يَعْصِمُكَ مِنَ النَّاسِۜ اِنَّ اللّٰهَ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الْكَافِر۪ينَ ﴿٦٧﴾
Kaynak: Kur’an-ı Kerim/Mâide Sûresi/Sayfa:107/Cüz:6/3. Ayet (İkmal Ayeti):
Ölmüş hayvan, kan, domuz eti, Allah'tan başkası adına boğazlanan, (henüz canı çıkmamış iken) kestikleriniz hariç; boğulmuş, darbe sonucu ölmüş, yüksekten düşerek ölmüş, boynuzlanarak ölmüş ve yırtıcı hayvan tarafından parçalanmış hayvanlar ile dikili taşlar üzerinde boğazlanan hayvanlar, bir de fal oklarıyla kısmet aramanız size haram kılındı. İşte bütün bunlar fısk (Allah'a itaatten kopmak)tır. Bugün kafirler dininizden (onu yok etmekten) ümitlerini kestiler. Artık onlardan korkmayın, benden korkun. Bugün sizin için dininizi kemale erdirdim. Size nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslâm'ı seçtim. Kim şiddetli açlık durumunda zorda kalır, günaha meyletmeksizin (haram etlerden) yerse şüphesiz ki Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir. ﴾3﴿حُرِّمَتْ عَلَيْكُمُ الْمَيْتَةُ وَالدَّمُ وَلَحْمُ الْخِنْز۪يرِ وَمَٓا اُهِلَّ لِغَيْرِ اللّٰهِ بِه۪ وَالْمُنْخَنِقَةُ وَالْمَوْقُوذَةُ وَالْمُتَرَدِّيَةُ وَالنَّط۪يحَةُ وَمَٓا اَكَلَ السَّبُعُ اِلَّا مَا ذَكَّيْتُمْ وَمَا ذُبِحَ عَلَى النُّصُبِ وَاَنْ تَسْتَقْسِمُوا بِالْاَزْلَامِۜ ذٰلِكُمْ فِسْقٌۜ اَلْيَوْمَ يَـئِسَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا مِنْ د۪ينِكُمْ فَلَا تَخْشَوْهُمْ وَاخْشَوْنِۜ اَلْيَوْمَ اَكْمَلْتُ لَكُمْ د۪ينَكُمْ وَاَتْمَمْتُ عَلَيْكُمْ نِعْمَت۪ي وَرَض۪يتُ لَكُمُ الْاِسْلَامَ د۪يناًۜ فَمَنِ اضْطُرَّ ف۪ي مَخْمَصَةٍ غَيْرَ مُتَجَانِفٍ لِاِثْمٍۙ فَاِنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ رَح۪يمٌ ﴿٣﴾
Kaynak: Kur’an-ı Kerim/Mâide Sûresi/Sayfa:117/Cüz:6/55. Ayet :
Sizin dostunuz ancak Allah'tır, Resûlüdür ve Allah'ın emirlerine boyun eğerek namazı kılan, zekâtı veren mü'minlerdir. ﴾55﴿ نَّمَا وَلِيُّكُمُ اللّٰهُ وَرَسُولُهُ وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا الَّذ۪ينَ يُق۪يمُونَ الصَّلٰوةَ وَيُؤْتُونَ الزَّكٰوةَ وَهُمْ رَاكِعُونَ ﴿٥٥﴾
KAYNAK: Kur'an-ı Kerim/ A'râf Sûresi /Sayfa:154/Cüz:8/36. Ayet:
Âyetlerimizi yalanlayanlar ve onlara uymayı kibirlerine yediremeyenlere gelince işte onlar cehennemliklerdir. Onlar orada ebedi kalacaklardır. ﴾36﴿وَالَّذ۪ينَ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَا وَاسْتَكْبَرُوا عَنْهَٓا اُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ النَّارِۚ هُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَ ﴿٣٦﴾
KAYNAK: Kur'an-ı Kerim/ Bakara Sûresi/Sayfa:32/Cüz: 2/207. Ayet:
İnsanlardan öylesi de vardır ki, Allah'ın rızasını kazanmak için kendini feda eder. Allah kullarına çok şefkatlidir. ﴾207﴿وَمِنَ النَّاسِ مَنْ يَشْر۪ي نَفْسَهُ ابْتِغَٓاءَ مَرْضَاتِ اللّٰهِۜ وَاللّٰهُ رَؤُ۫فٌ بِالْعِبَادِ ﴿٢٠٧﴾