MonologGöğe dokunabiliyorum, ellerim küçük Ayaklarımda yırtık ayakkabılar olsa da. Alabildiğine özgür oyunlarım da var Ve benim umduğum hayattan, Kuru yaprağa düşen zerreye sığar. Ellerim büyük, gök ellerimden büyük… Ulaşmak için kâinatın öbür ucuna, Yedi katı yarıp uçmak istiyorum. Ne zaman yetmese aklım kendime Âdemin kafatasını yiyorum. Öz libasına bürünüp geliyor mevsimler; Çiğdem kokuyor parmaklarım her bahar. Yağ verenin oğlu, bulgur verenin kızı oluyor. Tarla tarla, ağaç ağaç yeşerince dünya Her çocuğun gökte bir yıldızı oluyor. Şehirler birbirinden ışıklı, birbirinden kalabalık… Apartmanlar yükseldikçe fakirleşiyorum. Kimliğim okunuyor fiyakalı arabamdan, Her şeyin bir cazibesini görüyorum bakınca Bir tek kendimi göremiyorum, camdan. Her gülücük müsavi benim için, Annemin, babamın yahut bir dilencinin… Berrak ve soğuk akıyor burada dereler, Çocuklar koynunda ebemkuşağıyla uyuyor, Aşina karanlığa sarılırken pencereler. Nehirler, denizler ve okyanuslar Camımdaki buğu kadar küçülmüş. Hayat bir hengâmenin orta yerinde. Her insan kendi kudretini sınıyor, Ve kendini var ediyor bir sanat eserinde. Biraz karanlık ve cinden korkuyorum, Bir de annemin anlattığı yedi başlı devden. O yüzden başım göğsünde bir meleğin. İşte o an kulpundan tutup çevirsem, Benim için dönecekmiş gibi, feleğin. Yıldızlar hiç sönmüyor benim gecemde; Ne karanlık yolumu kesiyor ne devler. Lakin yalnızlığımın orta yerinde mahşerim. Öldürüyor bütün korkularımı önce, Sonra kendi boğazını sıkıyor ellerim. Bazen çerçi geliyor evimizin önüne, Heybesinde Firdevs’ten türlü türlü yemiş. Özgürlüğün şehrine sürüyorum talakamı. Fakat bir ızdırabım var son günlerde, Zaman silkeliyor, tutup iki yakamı… Ne yesem bir kırık leblebi tanesi değil. Korsan hayallerimin kalesinde tutsağım. Tut elimden artık beni de götür köyüme, Kırılsın kalbimin çelik prangaları, Beni de taşısın küçük ellerin, ne olur büyüme! |