Göğü Üzerimize Parça Parça Edip Düşürecek Bu Acı Azize
1)
“Göğü” diyorum. Üzerimize parça parça edip düşürecek bu acı! Diyorlar ki: ”Yerden bir pınar fışkırtmadıkça Yalnızlıklardan ve kalabalıklardan bir bahçe yapıp aralarından çaylar akıtmadıkça Yahut iddia ettiğin gibi göğü üstümüze parça parça düşürmedikçe Veya kavuşmayı ve sevinçleri alıp karşımıza getirmedikçe Altından bir kalbin olmadıkça ve gökyüzünden bir çığlık getirmedikçe Sana inanmayacağız…” Ah ben ne diyeyim onlara… Hayat birleştirir, Azize İyileri de Kötüleri de… Ama onlar Nasıl ayrıldığımızı ne bilsinler Seni bana verdiler; beni de senden aldılar. İşte biz böyle ayrıldık seninle… 2) Ama yine de şöyle dedim onlara ardından: “Merhamet edin sadece. Bu basiretsizlikler salih olana zarar vermez. Sadece haddi aşanın ferasetini azaltır. Nefret ve öfkeyi kendimizden uzak tutup, adalet hissine bağlı kalmaya devam edelim” Güldüler bana hüngür hüngür Gönülleri Allah’ın dirildiği bir mezarlıktı. Binlerce melek ölüsüydü gülüşlerinde. Bir ucu cehennemle tutuşturulmuş ceylanlar adına Beni bulmak için ormanları yakan devlet, Bir ucu tayyibe çıkan cumhuriyet… Ve onca talan arasında kafaları bir, gönülleri ayrı dostların sofrasına oturdum. Leziz zehirler tadıyorlardı; kutsal küfürlerle doyuyorlardı. Dinlemediler beni Azize! Başka dünyalarla düğümlemişlerdi çünkü kulaklarını. ”Bırak onları şimdi” deyip sana dönsem Sirkeci’den Harem’e kalkar bir ayrılık… Saçların yerine kalbin savrulur. Sen salladıkça ellerini, yolum düşer, Surlar kentine… Bir kız hepimizde tecavüze uğrar! Vefa’dan Vezneciler’e çıkan Aksaraylı bir kağıtçı kimsesizliğinde Lice’de takipsizlik olurum. Bingöl’de sahipsizlik… 3) Kime döneceğini şaşırdıysan bana dön Azize! Benim kıblem bellidir! Dört kitabın sırrı bir Elif’tir! Bir nûn’un içinde gözetirim ben kalbini… O esir’i olduğun hikayen O mahkumu olduğun türkün Büyütmen gereken güllerinle Sızım sızım inlediğin bir yemin altındasın bilirim. ”Haydi gidelim” demek isterdim sana Gidelim Azize…. İnsanca yaşayacağımız bir cennete… Haydi çocuklarımızı bulalım önce Sen çocuklarını camiden ben çocuklarımı meyhaneden toplayayım Evimize dönelim. Bizi ha camiye çağırmışlar, ha meyhaneye... Ne fark eder? O döndüğümüz evler nasıl olsa bizim değil ki! Çocuklarımız artık piyasanın evladı değil mi? 4) Benim bu toplumdan alacağım var Azize Kimsesizliğimi, yol yordam bilmezliğimi, sensizliği… Şimdi her şeyin bir yolu var, öğrendim artık Unutmanın bile bir yolu var. Hekimlere gidiyorsun ve unutmak istediğini söylüyorsun, hepsi bu! Ama unutmak istediklerini almıyorlar senden Seni alıyorlar ve sana unutturuyorlar Seni alıp sana karşı kurup geri veriyorlar… Kimse okşamıyor başını “Gel, otur, konuşalım” demiyor. “Bak, o öyle değil” demiyor. Nerede büyükler Azize? O hikmetli gönüller nerede? Bilmiyorsun… 5) Şimdi bize bir harf öğretenin kırk yıl taksitçisi olalım istiyorlar O kadar söyledim sana Bilmek ne haddimize bizim!? Hiç bilenle bilmeyen bir olur mu? Hiç bizim şaşkınlığımızla onların gaddarlığı bir olur mu? Biz bu hayatı çözemedik! Cehalet bize düştü, ilim onlara Prosüdür onlara, bürokrasi onlara, ciddiyet onlara… Biz kaçamaklarda çocuk Ani gülüşler, şen kahkahalar ortasındayız. Uzak dursunlar, bizden hayatını yoluna koyanlar. Komik tanrılarının ciddi kulları onlar Para kazanmasını bilen adam olmuş tosuncuklar... (Seni işportalar arasında özleyeceğim Azize Bir elimde çocuk şapkası diğer elimde fenerler Ne alırsan 1 lira Azize Karşılaşırsak bu caddeler şehrinde Bu bulvarlar cehenneminde Omzumda bir kapı göreceksin Senden başka herkese kapanmış bir kapı Kilidini yalnız saçlarının açtığı…) 6) Garibanlığın asalaklığa dönüştüğü Acemiliğin soytarılığa giriştiği zamanlardan… Gideceğim… Bir yerlerde insanlar daha merhametli Ve zaman daha asil olmalı… Yoksa hem sensiz hem on(ur)suz yaşayamam ki! *** **** ***** Kayıpkentli 25 Ağustos - 04 : 48 - İstanbul-Fatih |
kayıpkentli bilir...
yaşamın göbek adını
hep saygıyla...