Ahvâl
Gel kitapsız..! Başka yârdan umar değil ar gelir,
Gel..! Bu âlem sensiz olmaz, bütün şehir dar gelir. Beklenen mahşer midir, mâşukunla vuslat için? Sonra eller şüphe eyler, bu aşka bîzar gelir. Kim günahsız söyle, cîhanda var mı pür-nûr olan? Pây-i tahttan sorsalar, sanma başka ikrar gelir. Zây’olan yalnızca gönlüm değil, tükendim inan, Gün biter ben beklerim; yâr yolunda ağyâr gelir. Gözlerinden ıslak ıslak hüzün akar iz kalır, Kaşların yay, kirpiğin ok, bakışların hâr gelir. Saçlarından sıyrılıp, savrulan türâb olmuşum, Bal süzerken öptüğüm leblerinden efkâr gelir. Gün doğarken yaylalardan eser bahar yelleri, Bir gül açsın gül yüzünden, desem boran kar gelir. Gök yanar, yer kavrulurken ruhumda şîvan taşar, Sanma cânan el olursam bu ayrılık kâr gelir. Fâ-i-lâ-tün/ Fâ-i-lâ-tün / me-fâ-i-lün/ fâ-i-lün Erol URAZ 20.04.2013 Eskişehir Ahvâl: Durumlar, haller, vaziyetler, davranışlar, olaylar. Umar: Çıkar yol, çare. Maşuk: Sevilen, âşık olunan (erkek) Bîzar: Tedirgin, bezmiş, usanmış, bezginlik getirmiş. Pây-i Taht: Padişah tahtının bulunduğu yer. Zâ’y: Ziyan, heba. Ağyâr: Başkaları, yabancılar, eller. Hâr: Sıcak, kızgın, yakıcı. Türâb: Toz, toprak. Leb: Dudak. İkrar: Benimseme, onama, kabul, tasdik. Şîvan: Feryat, figan, mâtem, yas. |