HARAŞK dökülmem lazım küf kokulu rüzgarın omzuna eylüle hazanı içiren şairin koynuna toprağın alnına BÜLBÜL süzülmem lazım ilmiklerimden şarkılarım akmalı göğe dilimdeki kelepçeden aymalı canan bir hal var bende ÇINAR sökülmem lazım nasıl çıkarım toprağın anaç damarlarından yanına varmanın tek yolu ihanetse yazgıma sökülmem lazım bağrına basan toprağın kollarından bedeli ebedi yalnızlık olsa da AŞK kuruya-yazmışsın koca çınar heybetini gölgende asar ağlar yazına yıllar azar azar sırrını ele verir uçup giden yapraklar dallarında beyazı ala çalmış kar var gölgeni teyellemişler sırtına onun da gidesi var yıldızlar sırtına küskün gölgende uzakların sancısı sırtında hışırtılar SERÇE asılmam lazım dallarına ne olur en karanlık gecenden bana da bir an sar gözlerime karayı tembihledim sen gelene kadar AŞK düşte gör nasıl bir yıldız vurur kanadından serçeyi gözünden düşen elif ve ye’dir artık nasıl uzattığın eller gökyüzünde yazılı bir mektup gibi yalnızca toprağındır düşte gör KÜME dilimden ısırdı bülbülün çilesi kırk kanat çırpıntısı serçenin çınara ermek gailesi ikindi vakitleri rakip alaca yalnızlığına çınarın gece ve ikindide yalnızlık alır başını gelir pencere pervazıma balkonum ölü yapraklar mezarı, pencerem o türkünün bestekarı yarımda azmış bir diken var dilimde çiçeklenen sarı bülbüldü ağzından öptüğüm serçeydi gözyaşını gördüğüm çınardı heybetine küstüğüm aşktı öldüğüm sarı güldü taptığım ÇOCUK anne |