SEFER
O
tel tınır akrep ’ e, el güle değemez heybeye çakıl düşer hiç kimse ses edemez asılı masallar dizilmiş ağlak bakireler için kirpiğe her çınladığında gökkube yerini arıyor kül ateşte ıslağını özlüyor damla bulutta bakarken aklım düne hayal diye boyar akşam yağmurunda bakir bir taş alnını külle kırbaç ister gecesine yitmiş serçe kusacağım kara perdeli evlerin önünden her geçtiğimde sesimden tutuyor kimsenin elinden tutmadığı bir adam mavi mavi örüyorum saçlarını, sakalına takıyorum sokak köpeği bakışlarını omzumun ucuna ekiyorum öpeceğim kimsesizliğim aklıma her düştüğünde konağını tarıyorum badem yağlı bezlerle kirpiklerin ne uzun bebek, ağzında meme izi yamarım gözünden düşemeyen her damlayla kadının denize açtığı deliği doğuracağım bir adam daha silah tutmayı her öğrendiğinde SEN eser matuf dalgasında denizin façası bozuk bir tünelde yolcu uzar gider ödenmemiş hesaplar yarası gözünün ucu arada çalıyorum dudağındaki ıslığı suya satıyorum karanlığımı hançerleyip nehirler yatak değiştiriyor ölü taklidi yapan çakıllara gün doğuyor saçları uzuyor bir kızın ansızın gökyüzünden göz değmemiş bir yıldız kayıyor oku yar ve başladı duvarlara kazıdığını saymaya: ’ 1 sis var 2 yıldız tutar beni 3 ellerimi ay 4 ok ellerime benim 5 gözlerime yay 6 sis var ’ eşkıya iliğinde uzar şair çingene dilinde sızlar öykü olur çalıntı izler peşinde öpülmüş saçlar çıkar karşıma ben değilim ben değilim ben değilim iğdiş edilmiş atlar şahı öte yana almış mat olunmuş aşk, süvarinin kanlı zırhından Afrodit’in koynuna zıpkınlanmış kilidi sökülmüş kapımın, eşiği sürülmüş akdini bozmuş kurt kuzuyla yaren olmuş deşilmemiş yaralarımı kundaklayın,ciğerlerimin çivisini sökün dökün kalbime kızgın yağlar dağlara sürün bahtımı, ahımı unutmayın sakın yakın bir söğüt olsun ama, aman dilerken bile bileyim mümkün umut in artık gözlerimden boğmadı mı seni bu in bin yıllık asa veriyorum bin sırtına dünya senin akacağın ırmak kuyum değil ininde sin kınıma akın etti kan boyadı yüzümü kanlı asan yıkıntısını süpürdüm çıkınımın gölgene takınırım ayağıma hal hal yerine pranga yakınmam kilidim sende kınalı taşların var çingenenin falda gördüğü saçına tak, aklın uyusun, uzasın kan adam cevizin göğe değen ucundan düşecek çarpma vakti asam hiçim, biçim değiştirmiş gün kırmızı ay yüklenmiş buluttan çatlamış bir kaldırım taşından adam BEN saçaklı merdiven bekler tıfıl bir geminin rotasını aklanmaz kusurlar yüzünden batamayan gözlerime yağar çiy aklım izinin yitmesinde kalır kelimelerime ağıt dolar, dilime mendirekler yerime, sancağım söz dinler pasın tek rengi var sanırdım kıvrımlı şiirler büyütürmüş oysa oysa yağız bir tas olur sunak olurmuş suya düşen yıldıza bakır bir duvak, nazlı bir dere yatağı ve son hamledeki kılıç zarını yırtmış döl ve pardösüsünü unutmuş yağmur altında kağıt helva son nefeste söylenmeye sıra gelmemiş şahadet toprağın altında HİÇ sırrını ele verir lal sırrını ele verir la’l bir de ay hilal yorulmak nedir bilmez topraklar el al ey kamburumdaki lal sırrını sırtıma yay bu hediyeyi sırrıma say HER uyluk kemiğini çorbama katıp bıldırcın yumurtasındaki uykulunun buyruğunu yerine getirdim Baki’nin Naga’ya mektubunun son lokması harlanmış köpek çobanından dev öyküler dinledim iğdeler havlanacak çalınacak yarınına öykündüğüm serserilik uykusunun kulağına kaçak bir tarla başında terlediği hafızın karnıma karalı armalar ayaklanacak sabahıma iğnesine köpük düşmüş paslı tasma havlayacak dumanı sis belledim Ankara 90 ‘ında gölgeyi iz isimsiz adımlarla dokundum toprağına yularından boşanmış eşşek semerini yıkmış katır yelesini saçmış at gibi sorgusuz okuyacak yine tuzunu tıfıl geminin rotasının lodos denizi yırtmak için yorulacak kadın yelesiz at kişneyecek vişne çürüğü minderin üstüne kuyunun ta dibinde olacak adım hadım edilmiş kuşlar kanatlanır sesimin menzilinde bir mendil açılır bir yerlerde münzevi ağaçlar siyaha mevzilenmiş gölgeme sığınır deniz atlarını avlayacaklar o yalana inanacaklar kendilerinin söylediği evvelce yağmalanmış kelimelerden çadır yapıp yaşanmamış bir dünya kurmak isterdim gölgeme sığınmak ve anlaşılmak ve akrebe yenik ve mavi ayaklı kuş ve şarap kadehinde kırmızı ve yanı yırtık resim ve yıkık dökük kaldırım ve deli ve veli ve dili yanık müeyyi HEP içilmemiş andın mahzunluğuna çeviriyorum gemimin rotasını deniz anaları sarmalıyor ve su yosunu bu sarhoşluk sefer hali yoksa ben her akşam içiyorum en bir başıma halimle eteğindeki rakı kokusunu menzillere varıyorum sırf varış olsun diye her durak sana dönüş için haritalar çiziyor buluttan nefesimi yolluyorum sigaramın kanadında kargalar sarmalıyor, martılar yağmura heves yok bulutta duraklar aşıyorum ve bulutlar aklımı yolda buluyorum ellerimi rakı kokulu durakta suya dönüyorum yüzümü doğruyu bir o dermiş gibi gözlerin sarmalıyor ve şarkılar anlar doluşuyor heybeme aksimin ardı duvar içinden geçesim var ve eteğine uzanasım utanma herkesin bir kere rakı kokmuşluğu var Dilek İsik |