Oda
penceresinde sesim asılı odalar
Birinci Oda bir kanadımı huma kuşuna verdim diğeri tuti’nin küsüm serçeye adını bile demeyin Kırkbirinci Oda bu gidiş od olur İbrahim’i yandırır yuvası Anka’nın çınar olsa bugün bu gidiş zamanın ellerinden ezeli aldırır Üçüncü Oda el verdi dağlar suyun isyanına yerin göğe uzanası vardı itildi rüzgar, söğütle ağlaştı güneşe güç yetmez bekledi yer, karanlık tepeden aştı el ayak çekildiydi gece aya ağıtladıydı bir gelecek vardı az ötede ay saklandıydı gece cenk kokduydu bahara susamış yaprakların dilinde zaman kekrediydi onyedi kere ağustostu Doğum Odası kehanettir gelişin neden bu şiir mavi mavi gökyüzü deniz neden neden kanım mavisini gizler gökkuşağı mavisinden taç yapıp saçlarıma yolladılar ölümünü kucağıma bir de gül dediler gül koynumdaki kendi gelmeden ko(r) kusu gelen oğul sesin ilahi nefesi idi ben yırtılırken fışkıran mavi idi güne değerken çığlığım yıldızlarından birine asıldı yıldız biriktirilen yerde adın anladım azım başak utandı sarısından bereketinden orak hicap duydu keskinliğinden göğün içine alası vardı kızarmasaydı mavilerim yağmur yağacaktı yaz olmasaydı mevsim belki azlığımdın belki en zegin yanım belki yanağıma ilk kez kızıl kondu dudağın hiç bilmediğin kelimelere durdu Ölüm Odası şiirime değdi elimden önce kırçiçeği rüzgarın heybeti yüzüme ayaz yemiş çamlar ıslıkladı kehaneti şimdi mermer taş yarenim bir yalnız çamdandır iman tahtam bilirim Bebek Odası gökkuşağından uyku ördüm gecene kirpiğim saçımı işledi örtüne ay kardeşim uyku fısıldıyor her gece gözlerine İkinci Oda saçına güz iner çizdiğin ellerinle intiharındır eskiden gülüşlerin varmış sandık sarısı gamzelerin yarın yarana değer kader diyorlar elmanın kurduna bilmiyorlar... kirpiğine yıldız düşer gölgenle söyleştiğin garipliğindir gece gelme gelişin yarimin sırdaşının gidişidir yalnızlığın gölgende diner geçer diyorlar aşk acısına bilmiyorlar aşkı senden sanıyorlar Onyedinci Oda kanadı mı kırıktı yere indi huma kuşu seyrine mi aşık derin daldığı huşu sur’a üfleyen mi var nasıl bir rüya bu toprakdaki kar nasıl da berrak ayla eriyen Mecnun’a bade kuyudaki su kardelene midir huma kuşunun gözlerindeki buğu gözlerimde izini bilirim kar ellerimi üşüten bilirim kar Bekleme Odası kirpiğine salıncak kursam seyrine dalsam boy boy çiviler bitmiş bahçemde ermemişleri de topluyorum ağacın tahta kokanını sevmiyorum bazı mektup yazacak oluyorum kağıtta tahta kokusu, çivide pas illet oluyorum serpiliyor boynuma yarın ağırlığı yerin dibine batıyor bir tohum daha alnıma batıyor, elime, sözlerime dilimi bir kelepçe kiralıyor bildiğim tek şey gece doğuramıyorum sokaklara atıyorum bazı çocukluğumu alıp yanıma sonbahara aşık yanımı unut diyorum geçtiğin yolları güneş ne kadar seninse bir o kadar da serçenin hepimiz anca resimlerde çocuktuk uzak şimdi dünden bile çocukluk vazgeçiyorum bazı biri bitmeden diğeri başlıyor söylenmelerin içimdeki çocukluk çekiliyor gözlerime kardelenler ekiliyor vazgeçemiyorum sırtımı yasladığım toprak oluyorum Kabul Odası bakır bir ibrik ağladı uykuma pencerende baykuş gözü aman diliyor serçe yaramda azad edilmeyen anılar... karadul seğiriyor kelebek düşmüş ağına kimbilir kaçıncı kez karasından utanıyor yıldırım düşsün secdeme yılmıyorum ne kadar mecaz varsa bana getirin çığlıklarım var duvarımdan yankıyan denizdeki damla kadar gün gözüyle yıldız kadar başucundaki suda yakamoz kadar kabul ediyorum yoksun en az benim olmadığım kadar Kurban Odası sarısına ölüm kokmuş yeşilinde bir çift tuti karadutun dalları gökyüzüne kurulur, kurudur yaprağına dert kurulur haydi sen de git tuti yuva kurduğun dal kurudur bu toprakta giden ayakta kalan elde yorulur zorun orda olmaksa dostun karadutun kurdudur uyudu uyandı kuzu kuşluk vakti uzundu saçları uykusundan daha ufkunda bir ayrılık taşırdı kusardı umursamaz yanını el uzatsalardı sorsalardı duyacaklardı mahmuzları kırlaşmış kıratı dayandı karaduta beyazı karardı kuzunun saçlarının uzunu toprağa belendi tomurcuklanıp denize düşen damla ayrılığa bezenip yağmurla gelendi |
kaleminizin kokusu o kadar keskin ki ta kurban odasına kadar geliyor.
tek kelimeyle
m u h t e ş e m