kaldırımdaki güneşim
Evde dırdırcı kadına razıydım,
iş güç yok, kadın yok, gece ve gündüz anlam kaybında. Tanrı’yı bulduğunu söyleyenler, hayatı saklambaç sanıyor. Anadolu’nun göbek çukuruna yakın bir yerde tozla beslenen kuru ağaçlar yaşlanırdı iş arayışıyla yürüdüğüm akşamlar. Her gün üç kilometre. Nasıl geçindiğimi bilmiyorum. O vakit atlar koşuyordu yardıma. En olmadık zamanlar bahisten 1’e elli kazanmak düzenli işte çalışmaktan kolay değildir. Her yarış kalp krizinden yırtmış gibi keyif verirdi insana. En olmadık zamanda yardıma koşuyordu gizemli güçler. Adı önemli değildi. Bilmediğim bir şey, ve aynı zamanda bildiğim. Aşk misali. Siz aşık olduğunuzu mu sanıyorsunuz? Yoksa bilmediğiniz bir şeyin adına aşk mı diyorsunuz? Bunun üzerine veya altına birkaç dize yazdıysam suç benim değil. Bir tür ya da akımın adını veremiyorum onlara. Zaten şiire şiir demek ne kadar doğru? Şiir dediğin sözü tutan kabın adı değil mi? İçindekinin ne olduğunu bilen var mı? Biliyor olsaydık zaten kimse yazmazdı. Ben çağdışı diyorum yazdığım şiire. Evet, çağdışı. İstediğim anlaşılmazlığı biraz olsun karşılayan bir sözcük. Kaba ve samimi olmasından başka bir şey beklemem şiirden. Rahat sözcükler, kemerle boğulmamış, bedene oturan elbise, diyonisyak ağzımdan kağıda düşen keyifli sözcükler. Şairler hala fazla abartılıyor, şairler olmasa dünya bir şey kaybetmez. Fakat şairler olursa, insanlık kazanır. Böyledir bu mesele. Dünya dönmeye devam eder, sabah iş başı yaparken, ölmeye ve hastalanmaya devam ederler, acılar ne azalır, ne artar… Açlıktan ölen birini en son ne zaman gördünüz? Ne biliyorsunuz açlık hakkında? Savaş görmemiş, buhran yaşamamış aç kalmamış neslin kendinden beklenen başarı kadar başarısız olmaya hakkı yok mu? |