Onsuzluğun Hikayesi...
Yalnızım, ürkek bir kuşun yuvasında kimsesiz kaldığı gibi. Bîçareyim, öksüz bir çocuğun annesizliğe feryat ettiği gibi. Çıkmazdayım, varlığıma anlam veremez gibi...
Ben, bir çok haldeyim. Halimi kime arz edeyim? Derdimi kime açayım, bilemedim. Beni kim anlar, kim içinde bulunduğum ateşe ferahlık serper, bilemedim... Diyemedim... Kimselere diyemedim. Sustum ve bekledim. Ansızın, kalbim fısıldadı sanki. Dinle dedi; beni dinle. Durdum ve dinledim... Tekrar etti; gör dedi, seni var edeni gör, yokluğuna varlık kazandıranı gör. Etrafıma baktım, göremedim. Haykırdı sanki, gözlerinle bakma. Onu, o göz göremez; o kulak işitemez. Onu ancak ben görürüm. O bende gizlidir. Onun sırrı bende. Dedim; O kim? Dedi; O senin merhemindir. Dedim; benim yaram nedir? Dedi; Onsuzluktur. Dedim; Onsuzluğa çare nedir? Dedi; Onu anmaktır. Dedim; O nasıl anılır? Dedi; varlığı oku. Dedim; varlık nasıl okunur? Dedi; Aşkla... Dedim; Aşk nedir? Dedi; Ona götüren her şey... ..ve yine ansızın sükut etti. Bir an düşündüm; O kim? O’na nasıl ulaşacağım..? Aklımda onlarca soru birikti. Kafam iyice karıştı. Derken, yola koyuldum. Kimselerin olmadığı ıssız yerlere gitmek arzusundaydım. Bir ilkbahar sabahıydı. Kuşların kulağa, adeta ziyafet verircesine ötüşleri yok mu, içimi kıpır kıpır etti. Biraz ilerleyince, kenarda bir dere dikkatimi çekti. Öyle güzel akıyordu ki. Sanki derede ki su bir şeyler anlatır gibiydi. Şırıl şırıl akan suda bir melodi vardı sanki. Bir enstrüman edasındaydı belli ki... Ama çalan kimdi? İçinde bulunduğum yalnızlık hissi gitgide artıyordu. Yolum uzadıkça uzadı. Gidebildiğim kadar uzaklara gitmek istiyordum. Sanki bir şeyler arar gibiydim. İnsan arayış içerisinde olur ya bazen; ne aradığını bilmeden. İşte öyle bir haldeyim sanki. Arıyordum, bulmak istercesine. Bulmak ve kavuşmak ebediyen... Kendimi sıra sıra dizilmiş bir ağaç topluluğunun yanında buldum. Öyle güzel meyveleri vardı ki. Her birinde farklı lezzetler, farklı kokular vardı. Burada bir şeyler dikkatimi çekti... Bu meyveleri bu kadar göze hoş yapan kimdi? Bu enfes kokuyu veren neydi? Yoluma devam ettim... Biraz ilerleyince bir kuşun, yuvasına gelip yavrusuna yiyecek getirdiğini fark ettim. Öyle ki; yavrusunun ağzına kadar uzatıveriyordu yiyeceğini. Şaşırdım. Bu kuş nasıl olur da bu kadar şefkatliydi? Ne aklı vardı ne de fikri... Peki bunu ona yaptıran kimdi? Kafam soru işaretinden geçilmiyordu artık. Bu kadar bilinmeyenle nasıl yaşar insan? İnsan demişken; insan niye var ki? Ne işi var bu dünyada sanki? Bir amacı yada gayesi olmalı ki... Yoksa, boşu boşuna bu dünyada bulunmaz ki... Bulunmaması gerek yani... Kafama takmıştım. Soru işaretlerini çözümlemek arzusundaydım. Ama nasıl? Birden, ne olduğunu anlamadığım o kalbimin fısıltısı aklıma geldi. Anlam verememiştim. Kendi kendime konuşmuştum belki de. Ama etkilenmiştim de. O soruları kendi kendime sordum ve yine kendim cevapladım. Öyle değilse kim sordu o soruları ve kim cevapladı? Sanki bir konuşmaya şahit olmuştum; kestiremedim... |