boyalı gökyüzü
Gökyüzünde kaynayan bir güneş vardı
yabancı sesler insanı sokağa çağırdığında. Eskişehir’de bir ayna karşısında ve dünden kalan yağmuru tutan kaldırım kadar yorgun, uzamış sakallar ve yağlı saçlara gülümsedi sonra dişleri kontrol ederek çıktı banyodan. Parası olan ve olmayan herkes için aynı şekilde güzel bir gündü. Kalabalığa uyunca, alışveriş merkezinde buldu kendini. Mahşeri kalabalık. Renkli elbiseler, süslü hanımlar, genç kız bacakları… Birden acıktığını hissetti. Öğün atladığı içindi. İnsan uyanmasa bile vücut çalışmaya başlıyordu Mide boş olunca, depodan kullanıyordu. Öğle vakti uyanınca yedikleri depoda eksilen yerine gidiyordu. Böylece asla tam olarak dolduramıyordu depoyu. Bunları düşünerek girdi kitapçıya. Yeni kitaplara baktı. Rastgele bir kitap seçip ilk cümleyi okudu. Bok. Bir tane daha çekti raftan. Bok. Bir tane daha. Yine aynı bok… Sıçtıktan sonra beyni eksilen yazardan geçilmiyordu ortalık. Bu ibneler mükellef kahvaltıdan sonra mı yazıyorlardı kitapları? İtalyan kahvelerini yudumlayıp, sigara içerek, yaratmanın kabız ifadesiyle oturup bu bokları mı yazıyorlardı? Sonra dergi bölümüne geldi. Yeni sayıları hızla gözden geçirdi. Derken bir şey oldu. Olduğu yerde sendeledi. Gözlerine inanamadı. Tekrar okudu. Aynı iki kelimeyi birkaç kez okudu içinden. Yanlış görmüyordu. Kendi adı yazıyordu sayfada. Etrafa baktı. Sonra sayfaya. Yazdığı öykü yayımlanmıştı. Yanından geçen adama baktı. “Hey, öykümü basmışlar.” Dedi. Adam, bir şey söylemeden geçti. Dergiyi satın almak için heyecanla kasaya yürürken hatırladı parası olmadığını. Ve keskin bir dönüş yapıp dergiyi yerine koydu ancak bırakmadı elinden. Sonra dergiyi çalmayı düşündü. Paltosu içine sokup sıvışabilirdi. Hem ne diyebilirlerdi ki? “Ben bu dergide öyküsü yayımlanmış bir yazarım. Bunu para karşılığı satıyorsanız, benim o dergiyi almaya hakkım var. Telif ücretime sayın.” Diyebilirdi. Yerinden çekip aldı ve yazdığı öyküyü tekrar okudu. Gururla gülümsedi ve yerine bıraktı. Başka zaman, dedi ve gözü oyuncakta kalmış çocuk gibi uzaklaştı… |