(c) Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve/veya temsilcilerine aittir.
Şiirlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.
Şiir Şair tarafından silinmiştir şiirine yorum yap
Okuduğunuz şiir ile ilgili düşüncelerinizi diğer okuyucular ile paylaşmak ister misiniz?
Şiir Şair tarafından silinmiştir şiirine yorum yapabilmek için üye olmalısınız.
Koyun kuzun güdersin sırtlana mı vermeğe Ey dağların çobanı kes at gitsin çıbanı Boyun uzun edersin sırtlara mı ermeğe Ey dağların çobanı anlamadık çabanı
Ayranın ekşi değil kurumundan varılmaz Hayranın bahşı değil cürümünden sorulmaz Seyranın yahşi değil söylemeden durulmaz Ey dağların çobanı anlamadık çabanı
Kimlere bırakıldı şu dağların tasası Elindeki değnek mi yoksa Musa asası Onunla hayat vardır unuttun mu kasası Ey dağların çobanı anlamadık çabanı
Sırtında kalın pala durup bakmadın hale Saçını yolar herkes sayende döndü kele Efendi akıl alır arifi zalim köle Ey dağların çobanı anlamadık çabanı
Aykıri koyun benim bu Dağlara kurbanım Mazlum isen postumla sırtlara da urbanım Toprağın altı döşek al bayrağım yorganım Ey dağların çobanı anlamadık çabanı
Sevgili Dost Merhaba Okuyucuya beyin çimlastiği yaptırıyorsun.... ''Arifi zalim olanın, duygu ve düşüncesi zalim olur elbet.... Köyün bütün mallarını toplar bir çobana emenet ederler; O artık çobana emanet edilmiş ve onun sorumlulugundadır. Emanete hıyanetin Allah katında ne büyük günah oldugunu bilerek o emanete iyi bakar ise çoban Allahın rızasını kazanmış olur, birde bunu bile bile emanete hıyanet karıştırır ise işte vahki ne vah ...Allaha verilecek cevaba kalmadan köylüler mallarının hesabını sormuyacaklarmıdır? E verecek cevabı elbet o çoban. Varmı öyle çakala, sıtlana malı peşkeş etmek...
Kardeşimi tüm kalbimle kutluyorum. Şiirin her kelimesi gönül sesimizdir...En kalbi şükran ve saygılarımla.
siirde ne anlatiliyor anlayamadim tam mamasiyla belkide anladigim seyi sair anlatmak istmemistir belkide anlatilanlari anlayamamisim bir siirde illaki anlam onemli degil uyak duzeni ve ahengi cok yerinde ve siire hakkini verildigi goruluyor buyuk ustanin su dizelerini animsatti bana uyak duzeni itibariyla
su bogaz harbi nedirki varmiki dunyada eşi en kesif ordular yukleniyor dordu beşi tepeden yol bularak gecmek icin marmaraya kac donanmayla sarilmis ufacik bir karaya... m.a.e
Niğde Ortaköy'de bir ağaya çoban duran Kayseri'li şöyle demiştir, bir rivayete göre:
''Yağmur yağdı gök çatladı Yetmiş ikisini ödü patladı Önden gitti baş toklu Arkasından beş toklu Onunu verdim kasaba Onunu sayma hesaba Kurt kaptı birsini Aha birinin getiridim dersii!''
Bunun üstüne ağa da toprak yoğurt çanağını çobanın suratına giydirmiş ve çoban yüzsülüğü elden bırkamayıp; - Çok şükür Allah'ıma bu hesabı da yüzümün akı ile verdim!''
Mehmet Efendi, on senedir kasabada oturuyordu. Köydeki tarlaları, bağları, bahçeleri ortak elinde kalmıştı. Aziz ahbabı Müftü Hacı Ali Efendi ile dertleşirken:
— Hepsini yanmış, kül olmuş farz ediyorum. Artık dünyada bir tane olsun doğru adam yok, dedi.
Faziletin, iyiliğin varlığına dini gibi iman eden Müftü:
— Var ama, sen bulamıyorsun, diye başını salladı.
Mehmet Efendi taştı:
— Yok, yok, yok! Vallahi, billahi yok! Herkes yalancı, herkes dolandırıcı. Denemediğim ne hısım kaldı, ne akrabam. Kardeşim bile beni aldattı. — Öyleyse git, malının başında otur. — Doğru söylüyorsun. "Gemin oldu, kıçında... Çiftin oldu, içinde..." Ne yapayım ki, burada işlerimi bırakamıyorum. — Köydekilerini sat. — İttifak etmişler. Kimse almıyor.
. . . . . . Müftü Efendi, dünyada doğruluğun, faziletin hâlâ var olduğunu biliyordu. Fakat nasıl ispat etmeliydi? Mehmet Efendi gibi, kötülerin hilesine tutulanlar, imanlarını da bozuyorlardı. Gel zaman, git zaman, bir gün gelecekti ki, artık kimse kimseye inanmaz olacaktı.
— Benim tanıdığım bir çoban var. Çok doğrudur! dedi. — Çoban mı? — Evet...
Mehmet Efendi, yarasının üzerine yeni bir yara açılmış gibi, suratını acı acı ekşitti:
— Hele o çobanlar? diye derin derin bir ah çekti, bin beş yüz koyunumdan nihayet elli tane bıraktılar. — Pekâlâ, bu elli koyunu benim söylediğim doğru adama ver. Yüz yapsın!
. . . . . .
Mehmet Efendi güldü:
— Şaka etme. — Sahi söylüyorum.
Müftü, tanıdığı çobanı anlatmaya başladı. Bu, dünyada yalan nedir bilmez bir adamdı. Gayet saftı, dervişti. Ömrünü dağlarda, meralarda geçirirdi. Beş vaktine beş daha katardı.
Müftü methettikçe Mehmet Efendi yumuşadı:
— Bari şu benim koyunları ona versek, dedi.
Ertesi gün yaylaya haber gönderdiler. Çobanı kasabaya çağırttılar. Mehmet Efendi, Müftü'nün karşısında onunla anlaştı. Elli koyunu bu çoban gezdirecek, elli koyunun verdiği kârdan beşte biri kendine ait olacaktı. Koyunlar köyden getirtildi. Bu küçük sürü ile çoban çıktı, gitti. Günler, haftalar, aylar geçiyordu. Mehmet Efendi, Müftüye rastgeldikçe:
— Bu çoban doğru çıkarsa, köydeki bütün işlerimi de ona bırakacağım, diyordu. — Göreceksin, göreceksin! — İnşallah...
Bir sene sonra, bir cuma sabahı Mehmet Efendi evinin alt katındaki odada otururken "Doğru Çoban"'ı karşısında gördü. Elinde büyük bir toprak kapla ıslak bir post vardı. Bunları selam vermeden sedirin yanındaki pencerenin içine bıraktı:
— Hepsi kısırmış! dedi. — Hiçbiri doğurmadı mı? — Hayır. — Yünlerini ne yaptın? — Daha kırpmamıştım.
Mehmet Efendi anlamadı:
— Ne demek? — On iki tanesini çaldılar. — Ey? — Geriye ne kaldı? — Otuz sekiz. — Otuz ikisi geçen sonbahar kelebek oldu, öldüler. — Ey? — Geriye ne kaldı? — Altı. — Beşini kurt yedi... — Geriye ne kaldı? — Bir!... — İşte bu bir koyuna da gözüm gibi bakıyordum. Evvelki akşam sağdım. Sütüyle şu yoğurdu yaptım. Dün sabah yayladan inerken zavallı uçuruma yuvarlandı. İndim, başına gittim, bir de gördüm ki, ölmüş. Daha soğumadan yüzdüm. İşte postu.
Çoban eliyle pencerenin yanındaki ıslak deriyi gösteriyordu. Mehmet Efendi, kır sakalını sol eliyle tuttu. Önce kızardı, sonra sarardı. Çoban susmuyordu:
— Yoğurt iki buçuk okka.. Yarım okkası benim. Pöstekideki hakkımı size bağışlıyorum!
Mehmet Efendi hiç sesini çıkarmadı. Ayağa kalktı. Yoğurt kabını eline aldı, yavaş yavaş "Doğru Çoban"'ın önüne geldi. Dolu kabı bütün kuvvvetiyle kafasına geçirdi:
— Al hakkını kerata! diye yumruklamaya başladı. Tekmeleye tekmeleye kapıdan dışarı attı!
Bu esnada Müftü Efendi, dostunun ziyaretine gelmişti. Kapıda çobanı, suratı yoğurt içinde görünce şaşırdı, sordu:
— Ulan, bu ne hal?
Saf çoban, uğradığı haksızlıktan şaşırmış gibiydi. Fakat yine mantığını kaybetmemişti. Acı bir serzeniş tavrıyla:
— Ne olacak efendim, dedi, hesabını doğru veren işte böyle yüzünün akıyla dışarı çıkar.
Koyun kuzun güdersin sırtlana mı vermeğe Ey dağların çobanı kes at gitsin çıbanı Boyun uzun edersin sırtlara mı ermeğe Ey dağların çobanı anlamadık çabanı
Ayranın ekşi değil kurumundan varılmaz Hayranın bahşı değil cürümünden sorulmaz Seyranın yahşi değil söylemeden durulmaz Ey dağların çobanı anlamadık çabanı
Kimlere bırakıldı şu dağların tasası Elindeki değnek mi yoksa Musa asası Onunla hayat vardır unuttun mu kasası Ey dağların çobanı anlamadık çabanı
Sırtında kalın pala durup bakmadın hale Saçını yolar herkes sayende döndü kele Efendi akıl alır arifi zalim köle Ey dağların çobanı anlamadık çabanı
Aykıri koyun benim bu Dağlara kurbanım Mazlum isen postumla sırtlara da urbanım Toprağın altı döşek al bayrağım yorganım Ey dağların çobanı anlamadık çabanı
Aykırİ-13-01-2013-Köyceğiz
Çok güzel şiirdi sevdim hocam haz aldım okurken, Yüreğine kalemine sağlık yürek sesin hiç susmasın Saygılar
Sırtında kalın pala durup bakmadın hale Saçını yolar herkes sayende döndü kele Efendi akıl alır arifi zalim köle Ey dağların çobanı anlamadık çabanı
Aykıri koyun benim bu Dağlara kurbanım Mazlum isen postumla sırtlara da urbanım Toprağın altı döşek al bayrağım yorganım Ey dağların çobanı anlamadık çabanı
Anlamlı güzel dizeler olmuş tebrik ediyorum selamlar..........