Abbas
ABBAS
Baştan başlamaktan bahsediyor Abbas, Baştan başlanmalıymış. Yeniden tutunmalıymış hayata. Abbas, benim arkadaşım. Karındaş olmayan, kardaşım. “Hayat ne,” diyorum Abbas’a. “Hayat ne ki Abbas?” Abbas susuyor. Susuzluktan kavrulmuş bozkır misali. Soruyu, kendi kendine tekrar ediyor. Hayat ne ki? Hayat ne ki? “İmkânsızı istemek” diyor, sonra “İmkânsız düşler görmek.” Abbas, bakışlarını yere eğiyor. Canı, toprakla kavuşmayı dileyen yağmur damlası gibi. Toprağa kavuşacağı zamanı bekliyor. Ben susuyorum. Susuzluktan kavrulmuş toprak gibi. “Hele bozkırın abdalı “diyor Abbas. İki bardak şarabı burnumdan getirdin. Bir türküye başlıyor sonra. Avazı çıktığı kadar bağıra bağıra söylüyor… “Gayrı dayanamam ben bu hasrete, Ya beni de götür ya sende gitme.” Abbas’ın gidecek yeri var mı ola? Abbas’ın tutunacak dalı. Abbas’ın bekleyeni. Abbas’ın beklediği. “Değiştir şu türküyü!” diyorum. “Değiştir şu türküyü!” “Ağlı yasım tutuyor.” Beni duymuyor Abbas. Duysa da aldırmıyor. O, ateşin aşkıyla yanıyor şimdi. İçtiği şey ateş oluyor da kavuruyor Abbas sı. Türkünün sonu geldiğinde yoruluyor Abbas. Susuyor. Bazen günlerce konuşmuyor. Susmadığı zamanlarda oluyor bazen. Sürekli konuştuğu, Sürekli bir şeyler anlattığı. İşte o zamanda ben de onun yaptığını yapıyorum. Duymazdan geliyorum. İşte o zaman kuduruyor. “De gidi dinine yandığımın akılsız abdalı” Diyor. “Sen ne anlarsın dünya işlerinden. Konuşurum ben, konuşurum ki ne diye. Senin gözlerin açılsın. Dünyayı tanı olup bitenlerden haberin olsun. Anlayacağın eşek geldiğin şu dünyadan eşek gitme. Fakat sen ne yapıyorsun. Bizi adamdan sayıp dinlemiyorsun.” Gözlerim yerde, sesimi çıkarmıyorum. Alıştım artık. O, Anlatıyor, gülüyor, kızıyor, küfrediyor. Sonra duruyor. O durduğunda; akan nehirler duruyor sanıyorum. O sustuğunda, tüm kuşlar susuyor. O hep konuşsa diyorum. O hep anlatsa. O da tükeniyor biliyorum… En çok geceleri susuyor, Karanlıklardan korkuyormuş gibi, Sesi soluğu çıkmıyor… “Abbas,” diyorum, “Hani komşunun köpeğini tekmelemiştin ya sonra ne olmuştu?” Abbas beni dinlemiyor. İşte o zaman bende çok korkuyorum. Karanlıklar üzerime geliyor. “Abbas!” Diyorum, yalvarır gibi. “Abbas, hadi bir şeyler anlat.” “Sus çocuk “diyor, Abbas. “Sussana çocuk!” Susuyorum… Gazete kâğıtları topluyoruz. Naylon poşetler. Ne çıkarsa çöpten, Bu günkü rızkımız bu diyor, seviniyoruz. Ya sabahın kör karanlığında, Ya akşam, hava karardıktan sonra çıkıyoruz işe. İnsanlardan, İnsanlığımızdan utanıyoruz… Şarap içer Abbas, On altı sın da. İki yıldır içermiş. İki yıl önce, yurttan ilk kaçtığı gün. Şarapçının biriyle karşılaşmış. “İç” demiş şarapçı. “İçmemem” demiş Abbas. “İç demiş” şarapçı” “İç yoksa”… Yok, salardan korkarmış Abbas. Yok, sanın arkasından, nelerin geleceğini bilirmiş. “Ben, yoksa nın ne olduğunu bilirdim. Korkardım yok salardan Yoksa varsa, ölüm vardır Yoksa varsa, namussuzluk Yoksa varsa acı Hep, o yok saların yüzünden içimdeki bu sancı… Babam, anneme “yoksa,”derdi. “Yap yoksa!” “Bul yoksa! “ “Al yoksa! “ “Ver yoksa!” “Yok,” derdi annem “yok!” İşte o yüzden ,yok olup gitti annem. Ekmek, Yok. Bul. Aş yok. Bul! Şarap, yok. Bul… Bulamadı annem. Tutmayan dizleriyle temizliğe gider. Zenginlerin koridorlarını, Evlerini temizlerdi. Zenginleri temiz bilirsin değil mi? Temiz falan değildir onlar. Onların pisliğini hep annem paklar. Aldığı üç kuruş para, Bir dilim ekmek, bir şişe şaraptır. Şikâyet etmez annem. Bir dilim ekmeğe kanat eder. Lakin, bir şişe şarap yetmez babama. Babam ikincisini, üçüncüsünü ister. “Yok” der annem “yok.” Babam, yok eder işte o zaman annemi. Annem tükenir annem biter. Annem yok olur gözlerimin önünde, Zaten kısa olan boyu biraz daha kısalır. Küçük odaya kaçar babamdan korunmak için. Babam hışımla gider annemin ardından. “Yapma!” Der annem. “Vurma! Der annem. “Etme!” Der annem. Duymaz babam. Köpükler saçılır ağzından. Ağız dolusu küfürler eder babam. Susar annen, takati tükenir. Babamın takati tükenmez. Annemin, burnu, ağzı kan çanağı, Babamın ağzı şarap. Ben ve kardeşlerim Sarılıp birbirimize, sesimizi çıkarmadan bekleriz. Biliriz ki, Sesimizi çıkarmanın, hiçbir faydası olmayacaktır anneme. Ben, içimden küfürler yollarım şarabı icat edene. Babama soramadığım her şeyi, Şarabı icat edenden sorarım. Sol yanıma kurşun değer Ben, ateşlerde yanarım… Annem, yıllarca direndi babama. Alın teriyle aldığı ekmeği koydu orta yere. Üç kardeş doymasak da, ölmedik açlıktan. Zaman geç tikçe sadece ekmek yetmedi. Zeytin istedik, peynir, reçel, yağ, sucuk. Annemin anlındaki ter boncuk boncuk Utandı annem, kendi kanından gelmelerden, Kendi canından can verdiklerinden, utandı. Biz anlamadık onu. Bayram dedik. Pantolon, Çorap, Bisiklet. Her istek, biraz daha küçülttü annemi. Bir gün, akşamüzeriydi, On biri yeni bitirmiştim ben. Babam eve geldi. Akşam annemden aldığı parayı yatırmış şaraba. Kör kütük sarhoştu. “Anneniz nerde?” Dedi. “Anamız işte,” dedik. Kustu, Yüzümüze doğru üfledi sigara dumanını. Küfürler etti bize. İki saat sonra, annem de geldi. Kapıda karşıladı babam. “Ver! “Dedi “Ne kadar kazandıysan ver!” Vermek istemedi annem. “Önümüz kış,” dedi. “Soba “dedi. “Odun” dedi. “Küçük kız hasta, ilaç dedi. Dinlemedi babam. Kudurmuş köpek gibiydi. Saldırdı anneme. Bir yumrukta indirdi yere. Bir yandan anneme tekmeler vuruyor. Bir yandan, çantayı karıştırıyordu. Annem ,ayağa kalkmak istiyor, Bacakları titriyordu. Dudaklarından süzülen kan, önlüğüne damlıyor, Gözleri kanıyordu annemin Gözleri kanıyordu. Babam ,cüzdanı buldu, İçindekileri aldı kalanları fırlattı, attı. Bir tekme çıkardı annemin sol böğrüne Annem yerlerde kaldı. Gülüyordu annem. Ağlıyor, Kendi kendine bir şeyler söylüyordu. Koştuk, anneme sarıldık. Ne yapacağımızı, Ne söyleyeceğimizi bilmiyorduk. Ağlıyorduk, Sanki,kocaman bir baraj patlamış; Gözlerimizden süzülüyordu. Annem, kendi halini unutmuş, Ayşe’nin saçlarını okşuyor, Umudu teselliye çalışıyordu. Ben ağabeydim. Ben ağabeydim! Ağa ya da bey değildim ki. Yetmiyordu gücüm. Kalkmıyordu, kocasıca elim. Hem daha on ikisindeydim ben. Birisi babamdı, öteki annem. On iki yıl, yaşamıştım On iki milyon acı düşmüştü, On iki yıldan payıma, Koştum, anneme sarıldım Okşadım, annemin saçlarını. Ağlıyordu annem. Ağlama yürek yangınım dedim, Hem, acıkmadık biz. Dünden kalan ekmeyi, Ayşe yer, Biz idare ederiz. Dinlemiyordu annem, Toprağa bakıyordu, “Toprağa bakma.” dedim, “Bakma toprağa anne! Toprak kötüymüş. Aldıklarını vermezmiş geri.” Toprağa bakıyordu annem. Teni gözyaşlarına karışmış, Toprağa akıyordu annem. Kalktı annem, Ağzının kenarına birikmiş kanı Yazmasıyla temizledi, Saçlarını düzeltti. Hiç konuşmadan kapıya doğru yöneldi. Gidiyordu, annem Ayşe ‘yi, Umudu, beni bırakmış gidiyordu. “Gitme!” Diye bağırdım. “Gitme annem!” Ayşe fırladı olduğu yerden. Annemin bacaklarına sarıldı. Çığlıklar atıyordu. “Anne!” diyordu. “Gitme.” Umut, gözlerini kapamış, Bir şeyler söylüyordu. Duymadı annem. Kapıya doğru yöneldi. Bu gidiş hayra alamet değildi. “Geleceğim “dedi “Beni düşünmeyin siz. Hem istediklerinizi de alıp geleceğim”. Bana döndü ,”kardeşlerin sana emanet” dedi. Yürüdü gitti. Saat, gece yarısını gösteriyordu annem geldiğinde. Ayşe, beklemeye dayanamamış, Battaniyenin içine kıvrılmış, uyumuştu. Umut, acıkmış fakat hiçbir şey demiyordu. Açlığını unutmak için suya sarılıp. Acısına suyu katık ediyordu Ben, kardeşlerimi bekliyordum. Ayşe’nin üzerini örtüyor. Umudun saçın okşuyordum. Annemin emanetleriydi onlar. Annem bana, kardeşlerimi emanet etmişti. Tüm acıları doldurup bir küfeye, Sırtıma yüklemişti… Annem geldi, Küçük bir kamyonetin önüne oturmuş, Kamyonetin arkasında çuval odun, kömür Yeni bir soba. Annemin kucağında sucuk, peynir, yağ. Hemen uyandırdık Ayşe’yi. Kurduk sofrayı, Kıtlıktan çıkmış gibi yiyorduk. Sanki bu bir hayaldi. Bizler, az sonra bu hayalden uyanacak Yine aşsız, yine ekmeksiz kalacaktık. Annem, iki şişe de şarap getirmişti babama, Masanın üzerine, Onun görebileceği bir yere bırakmıştı. İki saat sonra geldi babam, Masanın üzerindekileri gördü. “Helal sana kadın” dedi, “Bak, isteyince oluyormuş.” Söylediklerinin çoğu anlaşılmıyordu ya Biz babamın konuşmasına alışmıştık Ne söylediğini anlayabiliyorduk. Şişelerden birisini açtı, Yarısına kadar içti. Daha fazla dayanamamış olacak Oturduğu yerde sızdı kaldı. Annem dayak yememiş Annem ağlamamış, Annemin gözleri kanamamıştı. Artık, sabahları erken kalkmıyordu annem. El âlemin pisliğini temizlemiyordu. Saçlarını tarıyor, dudaklarını boyuyor Akşamüzeri evden çıkıyor Gecenin bir yarısından sonra geliyordu. Annemde babama benzemeye başlamıştı. O da şarap ve sigara kokuyordu. Gece geldiğinde, Masaya iki şişe şarap, Şarabın altına biraz para bırakıyor. Sabah olduğunda şarap tükenmiş, Babam, annemin bıraktığı parayı almış Kahveye gitmiş oluyordu. Bizler, olacakları bekliyorduk. Olacaklardan korkuyorduk… Artık, anne ve babam kavga etmiyorlar. Babam ,daha temiz giyiniyor. Saat takıyor, tıraş oluyor. Sigaranın iyisini içiyor. Sık sık tanımadığım insanlarla geliyor eve. Gelen misafirler, Çerez, meyve, kocaman bir şişe rakı getiriyor. Sonra oturulup, sabahın erken saatlerine kadar içiliyor Şarkılar söyleniyor. Bizlerde getirilenlerden yiyoruz. Vakit biraz geçince. “Hadi” diyor babam “Artık yatın siz.” Bizler yatıyoruz. O ara, annem de geliyor O da sohbetlere katılıyor. Hatta bazen oyunlarda oynuyor. Ayşe hemen uyuyor. Ben, uyumamak için çabalıyorum Ne olup bittiğini merak ediyorum. Annem uyumadığımı görünce, “uyu.” diyor “kapat gözlerini,” Ben uyuyorum. Ne kadar zaman geçti bilmiyorum. Müthiş bir kavga ile uyandım. Ne olduğunu anlamaya çalışıyordum. Uzun süredir kavga etmeyen anne ve babam Kavga ediyorlardı. Babam anneme bağırıyor, Küfürler ediyor Annem aynı biçimde cevap veriyordu. “Olmaz!” diyordu annem” Burası benim evim, “Bu evde olmaz!” Kızıyordu babam. “Ne olmazmış kadın. Söz verdim ben! Erkek adam sözünde durur”. “Olmaz!” Diyordu annem “ çocuklarım… Çocuklarım…” “Çocuklarını başlatma kadın, Hepsini doğrarım!” İşte o an koptu annem, İşte o an yok oldu. İşte o an var oldu. İşte o an o kısacık boyu büyüdü. “Ne sözüymüş lan”. Dedi. “Ne sözü verdin sen. Söz vermek adam işi, Adamısın ki sen! Birde çocuklarımı keseceksin ha! Çocuklarım aç kalmasın diye düştüm bu yola. Sana bırakır mıyım lan! Sana bırakır mıyım ha!” Babam, yerinden fırladı. Annem kaşla göz arasında masadaki bıçağı kaptı. Bıçak havada döndü, parladı, Babamın boynuna saplandı. Babamla birlikte gelen adam, donmuştu. Az önceki gülümsemesi dudağına yapışmış. Ağzından, anason kokan bir sıvı dökülüyordu. Annem sofranın kenarında duran bıçağı kaptı Bıçak havada ışıldadı, döndü Babamın şahdamarını buldu. Annem, hiçbir şey olmamış gibi, Bıçağı saplandığı yerden çıkardı Babamla beraber gelen adama döndü Adam kekeliyor, ben! Ben! Diyordu. Bıçak bir kez daha parladı. Misafirin gırtlağına saplandı… Komşular toplandılar. Bu güne kadar kapımızı çalmayanlar kapımızı açtılar. Hatırımızı sordular Bizim için üzüldüler. “Vah” dediler” çocuklar pek de küçükmüş.” Ben küçük değilim dedim ben. Ben küçük değilim. Ben ağabeyim. Polisler geldi sonra. Onlarda “vah vah!”dediler. “Su testisi suyolunda kırılır.” Ben, “testi ne neden kırılıyor ?”diye soramadım. “Ekmek” dedim sadece, “Soba” dedim, odun dedim, “Kömür, peynir, ekmek aş.” Annemi aldılar ,götürdüler. Götürmeyin diye bağırdım Annemi götürmeyin. Ayşe’ye kim bakacak? Babama kim şarap alacak? Umut ağlar dedim. Ayşe sabaha kadar uyumaz. Dinlemediler. Götürdüler annemi… Kardeşlerimi ve beni ayrı yurtlara verdiler… Adı yurt, kendi dert olan yerlerde yaşamak zorundaydık. Kurallar vardı uyulmayan. Ekmeklere katık ettiğimiz çaresizliğimiz Bitmeyen, tükenmeyen yalnızlığımız. Ve olmaz olası ağabeyler. Geceleri, içimizi yok eden korkular. Bacaklarında kime ait olduğunu bilmediğin bir el. İnsan olduğundan, insan doğduğundan utanan bir yürek. Utanmaktan utanan yüzlerce yüz. Gündüzü beklerdik. Güneşi, annemizi özlediğimiz gibi özlerdik. Güneş sade aydınlık demek değildi Güneş insan olmaktı Korkulardan arınmaktı. Güneş umuttu. Fakat gün geldi Güneş bizi unuttu… Yapamazdım, yaşayamazdım, Bu kadar çok karanlık boğardı beni. Karanlıklarda kalamazdım. Bir sabah erkenden uyandım. Atladım yurdun duvarlarından. Hiç bir şeyi almadım yurttan kaçarken. Sadece düşlerimi aldım. Artık ben, Küreği, yelkeni, çapası olmayan, Kimsesiz bir saldım. Duymadı kimse yokluğumu. Yoktum zaten onlar için. Sokaklara daldım. Sokaklar boş muydu? Dolu mu? Sabah ne zaman olur? Güneş ne zaman doğar? İnsan aç nasıl yaşar? Umurumda değildi… Şaraba başladım sonra, Kavgaya başladım. Adamlar doğradım zulalarda, kimseye duyurmadan Adamlar doğradılar beni. Zulalarda kimseye duyurmadan. İşte o günlerde buldum seni Yıllardır görmediğim umudu buldum. Hoş geldin yabanın abdalı. Sende bırakıp gitme beni.” Anlatıyordu Abbas Coşmuştu, taşmıştı Uzattı şarabı, iç dedi. “İçmem.” dedim “İç” dedi” yoksa”… Uzandım bir yudum aldım. İşte o günden sonra Abbas’a bağlandım. Hayatımda, bir Abbas, Birde şarap vardı. Akşama kadar çöpleri karıştırıyor. Bulduklarımızı, üç beş kuruşa okutuyor. Kazandığımız parayla iki ekmek, Biraz peynir, iki şişede şarap alıyor, Münasip bir yerde içiyorduk. Mutlu muyduk, bilmiyorduk. Mutluluğu tanımıyorduk ki. Çöpümüz vardı, Ekmeğimiz, şarabımız. Gerisi boştu. Varlar yoklar, İyiler kötüler bağlamıyordu bizi. Biz bir dünya kurmuş Kendi halimizde yaşıyorduk. Ara sıra voltaya çıkıyorduk. Sahil kenarında bir sağa bir sola dolaşıyor, Bize tiksinerek bakanlara, tiksinerek bakıyorduk. Sahil bizim avlumuzdu. Biz ki dünya denilen mahpus hanenin Yoksulluğa mahkûm edilmiş mahkûmlarıydık. Ağır aksak, kör topal, yürüyorduk. Yürümesek de olduğuz yerde durmuyorduk. Durmak ölmek demekti bizim için. Bizler de ölümden korkuyorduk. “Kış geliyor” diyordu, Abbas “Kış zordur Kış yamandır Kış geldi mi halimiz dumandır. Yatacak yer gerek Başımızı sokacak saçak altı Birde sen geldin Bozkırın abdalı Birde sen başa bela oldun Nasıl geçireceğiz kışı Nasıl karşılayacağız yazı?” Küsüyordum o zaman, Gücüm küsmeye yetiyordu Uzanıp saçlarımı okşuyordu Abbas “Asma suratını” diyordu. “Asma suratını, Nasılsa bulacağız bir çaresini” Ağabey diyordum, sağ ol ağabey Sen olmazsan ne yapardım ben Kuduruyordu Abbas o zaman “Ağabey deme lan! Ağabey deme, Ben ağabey olup ta koruyamadım kardeşlerimi Annemin emanetlerini koruyamadım. Bana ağabey deme lan! Korkuyorum, susuyorum o zaman. Sustuk, ikimizde konuşmadık, Abbas gözlerime baktı. Küsmediğimi anladı. Yatıp uyumak lazımdı, Sabaha çok vardı. Yattık, O uyudu mu bilmem. Benim düşlerimde annem vardı… Kâğıt toplamaya çıktık, sabah erkenden Sokak sokak, çöp çöp dolaştık O gün işler iyiydi, Topladıklarımızı toplayıp Topal Halil’e götürdük Topal Halil, tarttı kâğıtları Paramızı uzattı Yirmi lira da fazla verdi. Abbas almak istemedi. “Alın” dedi Halil “Alın benden bir şeyler yiyin, Hem akşamüzeri bende geleceğim Bir şişe şarapta bana ısmarlarsınız” İstemeye istemeye aldı Abbas. Cebine koydu Akşama kadar ağzını bıçak açmadı. Akşama kadar yüzüme bakmadı Akşam hava karardıktan sonra geldi Halil Kirli dişleriyle gülücükler saçıyor İkide bir de Abbas’a laf atıyordu. Susuyordu Abbas, Halil’in yüzüne, Pisliğe bakarmış gibi bakıyor. Elini ikide bir sağ cebine atıyordu. Şişeler bitti Halil yenisini istedi. Ben alırım dedim. Halil, “Abbas getirsin dedi.” Abbas, gitmek istemedi. Sonra kalktı yürüdü. Ara sıra arkayı kontrol ediyor. Diliyle dişi arasında küfürler ediyordu. Abbas üç beş adım atmıştı ki Halil bacaklarıma dokundu. Abbas görmüştü Abbas çıldırmış Abbas ölmüş. Abasın gözü dönmüştü. Olduğu yerden döndü. Koşarak yanımıza geldi. Elini cebine soktu. Avazı çıktığı kadar bağırıyordu. “Bırak lan kardeşimi, kardeşime dokunma,” Sağ elini cebinden çıkardı. Elinde, pırıl pırıl bir çakı parlıyordu. Göz açıp kapamadan yetişti. Bıçağı savurdu. Halil’in şah damarına vurdu. Halil boynu kopmuş tavuk gibi debelendi. Titredi, yere düştü Abbas; “Demedim mi lan! Demedim mi sana O benim kardeşim olur, kardeşime dokunma, Dok anırsan vururum demedim mi lan! Demedim mi ben sana? Halil, kana belenmiş yerde yatıyordu. Abbas, çakısının ucundan damlayan kana bakıyordu. Abbas’a koştum Abbas’a sarıldım. Abbas’ın dudakları gül açmıştı Abbas kızılcık şerbeti içmişti Dünya ateşe kesmiş yanıyor Abbas kan olmuş kanıyordu. Uzandı. Aylardır su görmeyen elleriyle Aylardır su görmeyen Saçlarımı okşadı. “Şimdi ağabeyin oldum” dedi “Şimdi ağabey diyebilirsin bana” Kalktı, Yerde yatan Halil’ê bir tekme çıkardı. “Burada bile bırakmadınız bizi,”dedi. Ardını döndü, karanlığa doğru yürüdü. Ben, olduğum yerde kala kalmıştım. |