Musa Bebek...Şiirin hikayesini görmek için tıklayın Ölmek..
Kimi zamanlar "ölsekte kurtulsak"deriz, ya da düşünürüz zaman zaman... "Ölsem de rahata ersem". "Şu çivisi çıkmış dünyayı terk etsem" "Şu an öl deseler hiç düşünmem evet derim,hiç arkada kalmaz gözüm" "Yeter artık !ölmekten başka hiç bir şey istemiyorum" Yalan!Külliyen yalan...Hadi sıra sen de,çok istediğin ölüm saatin geldi işte dese,kulağımıza fısıldasa yavaaşça... Anında çamura yatarız."Aman efendim,benim öyle dediğime bakmayın,şaka idi o şaka! "Daha ben cok gencim,yapacak işlerim,satacaklarım,atacaklarım,alacaklarım,vereceklerim,eşim ne yapar ben ölürsem,ya anam garib anam,hele de babam"ve hiç bitmez daha bir sürü bahane... Banane banane sayılmaz o söylediklerim,ne ben söyledim ne de sen duydun...Azrail ile pazarlık olur mu peki ? Olmaz tabi...Yani uzun lafın kısası,en cok ölmeyi temenni ettiğimiz zamanlarda dahi,asla yanaşmayız ölme fikrine,iş ciddiye binince... En çok da can paremiz yavrularımızı düşünürüz,biz ölürsek onlara kim bakar.Öyle ya,bir gözümüzden diğer gözümü dahi güvenemeyip,emanet edemediğimiz kuzularımızı,nasıl ve kime bırakıp gidebiliriz... Kim sever bizim kadar onları,kim korur gözetir,kim öpecek koklayacak,onları bırakıp gitmek fikri çok ama çok acı gelir ve düşüncesi bile ziyadesiyle üzer insanı... Bir arkadaşla tanışmıştım.Hastalığı ilerledikçe ölüm fikri de dayanılmaz,üzüntülere düşürüyormuş kendisini.Anlatırken eskiden öyle idi ama şimdi alıştım dercesine,sakin,huzurlu ve gayet doğal,çok ta felaket bir durum yok ortada,diyormuşcasına gülümsüyordu hatta,tatlı tatlı,yüzünde buruk bir ifadeyle,azıcık buğulu gözlerle... Nasıl yendin,o dayanılmaz dediğin üzüntüleri nasıl aştın diye,biraz da çekinerek sordum.Fazla soru sormak ve derdini deşelemek istemiyordum,ama anlatmak istediği gün gibi aşikar,anlatışı tatlı mı tatlı bir insan kendisi. "Küçük oğlum sayesinde yendim,ölüm korkumu"dedi.Ben hastalığımı öğrenince yıkıldım tabii...Çok ağladım çok,günlerce,gecelerce...Ta ki komşumuzun evinde yangın çıktığı o feci geceye kadar. Oğlum var on yaşında.En çok O’nu düşünür,bensiz ne yapar,ne eder,onu kime emanet edeceğim diye mahvolurdum.Çok akıllı,yaşına göre fazlasıyla olgun,bir o kadar da sağ duyusu müthiş gelişmiş bir çocuk olan oğlum,onun kendisini düşünüp düşünüp ağladığımı,ne kadar gizlemeye çalışsam da farkında ve O da bana kıyamıyor,O da ben de birbirimize üzülüyoruz,birbirimizden saklı güya... O gece,yangının olduğu gece çok korktuk.Tüm komşular dışarıya attık kendimizi,kimimiz pijamalı,kimimiz yalın ayak,sokağa döküldük.Komşunun evinin camlarından,alevler kocaman kocaman dil uzatıyor,komşumuz çığlık çığlığa yalvarıyor"ne olur kızımı kurtarın,kızım içerde"zor tutuyorlar komşular,eve girmek istiyor kızını yangından çekip cıkarmak için... Bütün konu komşu ağlayarak,dualar ediyoruz,dudaklar kıpır kıpır...Kimisi ellerini açmış öyle yakarıyorlar Allah’a...Bir ara evi yanan komşumuz haykırdı"Yarabbiiii sen koru yavrumu" "Yarabbiii sana emanet yavrum,sen koru onu" Artık tek vücud olmuştuk,sarıldık birbirimize ağladık ağladık... Evden hafif yanıklarla çıkarıldı küçük Elif’imiz,sevinç gözyaşlarına ve Şükür nidalarına gark olduk hepimiz... Tam o dakikalarda oğlum geldi sarıldı bana,ağlıyordu ama bir taraftan da gülümsüyordu... "Anne bak,ben buldum beni kime emanet edeceğini,ben seni,sen de beni,Aynur teyze Elif’i kime emanet ettiyse,yangınların arasında iken,O’na sadece O’na emanet edeceğiz" tarih tekerrürden ibarettir o tefekkür ki tevekkül ile salar denize bebeğini Rabbine gözü kapalı teslim eder ana yüreği ey nefsim ve aciz ruh seni nefsime nefsimi Rabbim’e gözüm kapalı kalp gözüm açık bi iznillah emanet ediyorum sen sağ ben selamet O işini bilir elbet ey nefsim işte sana en güzel selam ve Rahmetullah |