Dostlarımızın bize gösterdiği sevgiyi abartmamız, duyduğumuz minnetten değil, takdire ve sevilmeye ne kadar layık olduğumuzu herkese göstermek içindir. la rochefaucauld
Okuduğunuz
şiir
21.11.2012 tarihinde günün şiiri olarak seçilmiştir.
Çıkışlar Gün Işığından Lütfen
Elime kocaman bir karanlık verdiler – Uykumun ortasında, kabuslarla açılmış kraterde uyuklarken…
“Al bunu gör! “ dediler “Karanlıkla gör!” dediler
- Ortopedik ölüm döşekleri çok satıyor. Yok satıyor. - Kaybolmayan, konforlu ölümler almak istiyor herkes. - Deneysel korkular bunlar. - Deneysel ayrıntılar, bizi bizden uzaklaştıran.
Senden çok güzel , çakma bir aşk şiiri olur, Sen dediğim sizsiniz elbette, Siz dediğim sensiniz elbette, Hani her gecenizde hüzünle yıkanan sizler, hep kanatları veda kokanlar Ben de sizler gibi hayal ediyorum, bir opera sahnesinde dans ederken ağlamayı Ya da bir papatya’nın gövdesinde çöküp, düşlemeyi Ya da iyi kalpli bir karıncanın sırtına binip, en yakın vahada gülümsemeyi Ya da, Bin Dokuz Yüz Yetmiş Model Uçan bir halı satın alıp, üstünde sevdiğimle öpüşmeyi.-
Bakmayın, kalbimin küpeştesindeki saksıda hep dram beslediğime Ben küçükken üstüme, Seksenle giden bir Oruç Aruoba çarpmıştı ondandır Hatta neydi o, yolda bulduğum dişi manken kafası Odama götürmüştüm de aylarca konuşmuştum onunla Neydi adı ? Ophelia mı? Evet Ophelia…
Böyle larvalar bırakıyoruz işte hayatın masum rahimlerine Yumurtladıkça, ayrıntılar ürüyor beynimin melodramlaşan yerlerinde Ondan bu iltihabi durumlar, bilinçli kasılmalar, düş hücrelerimde
- Şöyle diyorum sana, pervasızca : - “Bir yudum daha iç benden. Keşke.”
Kendime “ S” harfinden bir yatak aldım Yılan gibi kıvrılıyorum içinde Yılan gibi kıvranıyorum içimde Başımda güzelliğinden bir yastık Bir de sahibinden temiz bir dudak teması hissiyatı Yalansı hayaller kendi aralarında ikiye ayrılır- Arzuyla üreyenler – mağrur ama üreyemeyenler- Gibi biyolojik bir tanımlamayla sarhoş oluyorum – Yine acıklı bir temaşa-nın kıyısında Yım
- Yeme de yanında düşle!
Diyerek kapatalım, mavi kadife perdemi Siz bu oyunda yoktunuz da vardınız – Gördünüz işte tüm rüyalarda kırk dile çevrilen ihtiraslarımı Gelip de seyrettiğiniz için kalbimi, teşekkürler Çıkışlar gün ışığından lütfen…
(c) Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve/veya temsilcilerine aittir. Şiirlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.
S, okuyucu üzerinde etki bırakmış. Orijinal bir cümle olmayacak bu yüzden ama; S zekâlı bir şâir, Marcel, güzel dostum yine yapmış yapacağını. Tebrik ve selâmlarımla.
Hayranlık duyduğum kaleminizden ne çok şiir dökülmüş, yine zekice ustaca damlamış dizeler mürekkebinizden... Çok beğenim ile şair Marcel... Tebriklerimle...
Neden bir başka yazar değil de Oruç Aruoba diye düşündüm.Belki uzak buldukları hep özlemdir içimizde, özlediklerimiz kayıp giderler avucumuzdan. Bir yol göstermedir şairin işaret parmağı ' buyrun gidiniz lütfen gün ışığını alarak.
Şiirin sonu bana dik durmayı öğretir.Acıyan içimi kimse bilmesin.
Karıncalar hep iyi kalplidir de yılan gibi kıvrılan "S" yapılı insancıkların arasında gözükmüyorlar.:)
Neyse sen zaten öyle bir karınca aramyorsun
şu dudak mevzulu mısra iyiydi, hatırlamaya çalışacağım dur, neydi, sahibinden iyi bir dudak mı, öpülmemiş mi, yok temiz imiş.:( Neyse zaten ezberim berbatttır, aklımda kalmaması çok önemli değil, ben çok keyif aldım bu şiirden. Her şiirinden alırım, onu bi kere cebe koydum.
Serbest şiirde bulmak istediğim şeylerin hepsi mevcut, örneğin ses oyunları, örneğin açık gibi görünen kapalı anlatım, örneğin ahenk unsurlarından illa kafiye ve redif olmadan kulağa hoş gelecek şekilde sözcükler arası uyum, kurgu illa ki ve kendine has bir üslûp.
...Çok çok iyi bir şiir bu, tebriklerim-sevgilerimle. (Defterde iyi şiir veya şair yok diyenlere kapak olası bir sayfa. Daha önce de demiş olabilirim, ama olsun.)
Kalimera. tarafından 11/22/2012 6:01:38 PM zamanında düzenlenmiştir.
Oktay'ın şiirlerinin yeri ayrıdır. Ne yazarsa yazsın, hep yüzümde ya tebessüm, yada çeşitli nidalar bırakır. Oktay toplumcu değildir, olmak zorunda da değildir, içinden geleni yazar, düşlerle ve rüyalarla arası iyidir. Şiiri sıkmaz, şiiri de okuyucuyu sıkmaz.
Şiirin türü lirik, epik, didaktik, pastoral, satirik, dramatik ne olursa olsun, insan yüreğine sesleniyorsa, okunduğunda insanı duygulandırıyor, düşündürüyor, kalem ahenkle dans edip duygu-hayal dünyasına çekiyorsa en önemlisi okumak keyif veriyorsa şiir şiir olmanın hakkını vermiştir. Tabi bence bana göre:))
'Şiir'di. Dün büyük keyifle okumuştum. Günde görmek ayrıca güzeldi. Kutlarım içtenlikle.
Yineleyeceğim! Bir okur g-özüyle;
Marcel=Şiir/işcisi.
Seviyorum kaleminizi-okumayı. Daim olsun yüreğiniz-kaleminiz 'Şair'. Saygıyla...
sera. tarafından 11/22/2012 1:06:44 PM zamanında düzenlenmiştir.
Tebrik ediyorum günün şiirini. Öyle okunduktan sonra buharlaşıp giden bir şiir mi, hayır değil. Herkesin farklı şiir renginin olması güzel zenginlik, dedirten bir şiir bana kalırsa.
Sonra bu şiiri okuyunca; o, hiç satmayan şiir kitaplarından alasım geldi:) "S"siz olanlardan lütfen:)
Sevgimle.
Sinem Ilgın Omay tarafından 11/22/2012 12:22:40 PM zamanında düzenlenmiştir.
Afşaroğlu postmoderen-dadaist şiire yaklaştırmış şiiri, haksız da sayılmaz ama ben şiirin tombala usulü kelimelerle yazılmadığı kanaatindeyim.
Şiirin arkasındaki insan bir yabancılaşmaktan şikayetçi, kendisine, etrafına, içine girenlere, içine girdiklerine karşı bir yabancılık hissi..
Marcel'in dili savaşın ve çiçeğin bol olduğu coğrafyaların insanlarının diline benziyor. Hem savaşın hem de çiçeğin gümrah gümrah açtığı diyarların. Aydın insanın zaman zaman biraz yüksekte ışık yakmasının ve anlaşılamamasınjın sebebi, dilindeki sentezden olsa gerek.
Yabancılık terimini açmak istesem de bir felsefi anaforlar girdabına girmek sabah sabah bana iyi gelmeyecektir, ayrıca bissürü sorunum var kendime yabancılığım ve bulunduğum ortama dair aidiyet duygumla ilintili.
Yine de derim varoluş ağrısı ve ağırlığı en çok yabancılıkta hissedilir, zira kendini aşmak zorundadır. İnsan durmaksızın kendi içinden çıkmak için çırpınır; çünkü insan kendi içine dönmekle değil, kendi içinden çıkmakla dışındaki bir gaye, bir kurtulma, belli bir iş yolunda çalışmakla gerçek insan oluşunu ortaya koyar.
Şair kendi dışına çıkma savaşı verirken, içindekileri de beraberinde günyüzüne çıkarma arzusundadır.
Dadaizm mi Afşaroğlu:) o her zaman vardır şiirin bir yerlerinde veya bütününde.. Çünkü şairin dediği ile okurun hissettiği hep farklıdır..
Ne güzel şeyler yazmışsın Serhat. Aslında herkes ne güzel bakmış.
Her zaman söylediğim bir şey var ve yinelemek istiyorum. Eserini kategorilendirmek sanatçının işi değildir. O ürünü yalnızca ortaya koyar.
Ve bazen içinde bulunduğumuz dönem icinde anlaşılamamak bazen umut vericidir çünkü kimi zaman henüz vaktimizin gelmediğini gösterir bu(Oktay bu senin içindi). Çünkü gerçek sanatçı hep bir adım öndefir.
Şiire dair ciddi şeyler okumak cidden kyiflendiriyor beni.
Herkese (marcel,Hasan Tan,Serhat Akdeniz,Afşaroğlu) ayrı ayrı teşekkürler.
şiir felsefesi ve şiir türevlerini tartışmak; doğası yenilenmek olan şiiri tanımlayamaz hiç bir zaman... ister post modern olsun ister dadaist vs. şiirde amaçlanan topluma-okura ulaşmaktır. hissedilen duyguyu aktarabilmek. bunu her şair kendi dünyasındaki gemilerle yapar. kiminin gemisi takadır mesela kiminin ki Viking modeli... önemli olan denizde yol almaksa geminin tipi çok mu önem arzeder!
şiir neden yazılır o bile tartışılır bir konudur aslında. ama ortak kabulle '' içini yazıya en kısa şekilde aktarmak''. şimdi bir yunan şaire neden Fuzulî gibi düşünmüyorsun sen denebilir mi. ya da Marcel'e neden aruz yazmıyorsun. elbette hayır. şiir kendi poetikasını kendi oluşturur. büyür gelişir çoğalır. şiir özgürdür zamana muhaliftir.
şiir yazmak değil anlatmaktır! anlatmak değil aktarmaktır! aktarmak da değil yaşatmaktır! mesela ben şiirimde burnumu kanatırken okuyan kendi burnunu kontrol etmiyorsa bu başarılı değildir. ama yine de şiirdir! şiirdeki tarzları oluşturanlar kimlerdir? eskiyi yıkanlar, monotonlaşmış gördükleri alışkanlıkları kalıpları değiştirmek için kimden olur aldılar! veya geride kalan akımların şairleri öldü mü yok...
şiir *bana göre* ''hayal dünyasında sıradışı dans etmektir'' kimi kalinkayla yapar bunu -Marcel gibi- kimi farsî pandomimlerle Fuzûlî gibi. ayrıca üretilen yetiştirilen ürün tarlada değersizdir! pazara tüketicisine ulaşmadan. eğer şiir insanın kendine yazdığı bir şey olsa o zaman kimse piyasaya sürmezdi akıl izlerini duyumsadığı dürtülerivs. ve bir sanata sanatçıya değerini veren de kendisi değildir. ''ulaşabildiği'' zaman ve okurları izleyenleri dinleyenleridir.
öykü hikâye roman arasında bile sadece ''boyut'' farkı varken.şiire dar cepli giysi biçilmez sanırım...
son olarak; aklıma geldi okuduğum bir şeyden eğer bir işte bir uğraşta en uç noktaya varanlar en çok bilenler bildiği kalıpları kullananlar olsa tüm icatları öğretmenlerin ya da ustaların yapması gerekmez miydi.
şimdi ''S''gibi kıvrılmak gerekli. ve teşekkür etmeli bir kere daha Oktay'a ki düşündürdüğü yazdırdığı için. ayrıca Binboğa hocaya v Hasan Bey'ede teşekkürler. öğretileri için. bunlar fikir eskizleri yaşamak için düşünmeli insan! düşünmek doymak için bile gerekli!
Hasancığım çok doğru tespiitler. Aynı zamanda ilgine ve şahane yorumuna çok teşekkür ederim. Bu konuda şuna inanıyorum. İlk başta kimse ben ekspresyonist resimler çizeceğim diye başlamadı. Çizdi ve daha sonra adı kondu. Ben de şöyleyim, böyle yapmaya çalışıyorum diyemem. Kemikleşmiş ama aynı zamanda elastiki bir tarzım var. İstesem de fazla çıkamıyorum çemberin dışına. Netice de, afşaroğluna da söylediğim gibi : bütün bu yazılanlar deneysel çalışmalar...
Ne güzel şeyler yazmışsın Serhat. Aslında herkes ne güzel bakmış.
Her zaman söylediğim bir şey var ve yinelemek istiyorum. Eserini kategorilendirmek sanatçının işi değildir. O ürünü yalnızca ortaya koyar.
Ve bazen içinde bulunduğumuz dönem icinde anlaşılamamak bazen umut vericidir çünkü kimi zaman henüz vaktimizin gelmediğini gösterir bu(Oktay bu senin içindi). Çünkü gerçek sanatçı hep bir adım öndefir.
Şiire dair ciddi şeyler okumak cidden kyiflendiriyor beni.
Herkese (marcel,Hasan Tan,Serhat Akdeniz,Afşaroğlu) ayrı ayrı teşekkürler.
şiir felsefesi ve şiir türevlerini tartışmak; doğası yenilenmek olan şiiri tanımlayamaz hiç bir zaman... ister post modern olsun ister dadaist vs. şiirde amaçlanan topluma-okura ulaşmaktır. hissedilen duyguyu aktarabilmek. bunu her şair kendi dünyasındaki gemilerle yapar. kiminin gemisi takadır mesela kiminin ki Viking modeli... önemli olan denizde yol almaksa geminin tipi çok mu önem arzeder!
şiir neden yazılır o bile tartışılır bir konudur aslında. ama ortak kabulle '' içini yazıya en kısa şekilde aktarmak''. şimdi bir yunan şaire neden Fuzulî gibi düşünmüyorsun sen denebilir mi. ya da Marcel'e neden aruz yazmıyorsun. elbette hayır. şiir kendi poetikasını kendi oluşturur. büyür gelişir çoğalır. şiir özgürdür zamana muhaliftir.
şiir yazmak değil anlatmaktır! anlatmak değil aktarmaktır! aktarmak da değil yaşatmaktır! mesela ben şiirimde burnumu kanatırken okuyan kendi burnunu kontrol etmiyorsa bu başarılı değildir. ama yine de şiirdir! şiirdeki tarzları oluşturanlar kimlerdir? eskiyi yıkanlar, monotonlaşmış gördükleri alışkanlıkları kalıpları değiştirmek için kimden olur aldılar! veya geride kalan akımların şairleri öldü mü yok...
şiir *bana göre* ''hayal dünyasında sıradışı dans etmektir'' kimi kalinkayla yapar bunu -Marcel gibi- kimi farsî pandomimlerle Fuzûlî gibi. ayrıca üretilen yetiştirilen ürün tarlada değersizdir! pazara tüketicisine ulaşmadan. eğer şiir insanın kendine yazdığı bir şey olsa o zaman kimse piyasaya sürmezdi akıl izlerini duyumsadığı dürtülerivs. ve bir sanata sanatçıya değerini veren de kendisi değildir. ''ulaşabildiği'' zaman ve okurları izleyenleri dinleyenleridir.
öykü hikâye roman arasında bile sadece ''boyut'' farkı varken.şiire dar cepli giysi biçilmez sanırım...
son olarak; aklıma geldi okuduğum bir şeyden eğer bir işte bir uğraşta en uç noktaya varanlar en çok bilenler bildiği kalıpları kullananlar olsa tüm icatları öğretmenlerin ya da ustaların yapması gerekmez miydi.
şimdi ''S''gibi kıvrılmak gerekli. ve teşekkür etmeli bir kere daha Oktay'a ki düşündürdüğü yazdırdığı için. ayrıca Binboğa hocaya v Hasan Bey'ede teşekkürler. öğretileri için. bunlar fikir eskizleri yaşamak için düşünmeli insan! düşünmek doymak için bile gerekli!
Hasancığım çok doğru tespiitler. Aynı zamanda ilgine ve şahane yorumuna çok teşekkür ederim. Bu konuda şuna inanıyorum. İlk başta kimse ben ekspresyonist resimler çizeceğim diye başlamadı. Çizdi ve daha sonra adı kondu. Ben de şöyleyim, böyle yapmaya çalışıyorum diyemem. Kemikleşmiş ama aynı zamanda elastiki bir tarzım var. İstesem de fazla çıkamıyorum çemberin dışına. Netice de, afşaroğluna da söylediğim gibi : bütün bu yazılanlar deneysel çalışmalar...
Çok haklısınız. Geniş zamanda daha detaylı tartışmak isterim sizinle bu konuyu. Ama şunu da belirtmek isterim ki, bu yazılanlar tamamen deneysel çalışmalardır. Şiirde dağınıklığı çok seviyorum. BU dağınıklığı yaşamımıza benzetiyorum. 24 saatimizi bile ne kadar dağınık yaşadığımızı dikkate alırsak... Tarz konusunda ise, aşağıya uzun yıllar önce yazmış olduğum kurgusal bir öyküyü ekleyeceğim. Şiirlerimle bağdaşitırdığınız zaman çözüme daha rahat gidebiliriz bence : Kısa Metrajlı Bir Operet Dolmuş durağında On ikinci sıradayım. On ikinci adam benim. Yani oturarak gidebileceğim. Çok soğuk. Hava yani. Sanıyorum işe de geç kalacağım. Gecenin dördüne kadar sevgilinle şarap içmeye kalkışırsan böyle kan çanağı gözlerle dolaşırsın işte sokaklarda. Başım... Ne yalan söyleyeyim canım işe de gitmek istemiyor. Şimdi git elalemin ağız kokusunu çek; ona buna kitap satmaya çalış. Şu reklamcılık sektörüne bir girebilsem. Hah geldi dolmuş.
Oh be. Mayıştım valla sabah sabah. Şoför de bir açmış ki kaloriferi. Sıcacık vallahi. Radyonun sesi de sonda :
’Sevgili dinleyenler şimdi de Peter İlyiç Çaykovski’nin eserini dinleyeceksiniz. 5. senfoni do minör opus 64’
Nasıl yani? Şoföre bak be. Klasik müzik hayranı. Bir kameram olsaydı çekerdim yahu şu manzarayı. Dolmuşta senfoni. Bir dolmuşçunun operası. Yo yo. Operadaki dolmuşçu. Bu mahmurlukta ne de güzel döktürüyorum sabah sabah... Önümdeki koltukta oturanlar da hararetli hararetli konuşuyorlar :
’Üstadım, skolastik felsefe inanç ile bilgiyi uzlaştırmak. Yani sence inanç ve bilgi gerçekten samimi bir şekilde barışabilirler mi?’ ’Öyle şey olur mu efendim. O düşünce ortaçağda kaldı. Hangi devirde yaşıyoruz...’ ’Sekülerizmle skolastik düşüncenin iki ayrı karaktere sahip olduğunu ifade etmek istemiştim’ ’Eeee. Haklılık payınız yok değil tabii.’
Hım? Neler oluyor? Yanlış mı duyuyorum yahu. Sabahın köründe adamlar felsefe yapıyor ya. Arkamdaki koltuktaki kadınlar da fısır fısır bir şeyler konuşuyorlar :
’Hayatım görmeliydin dün geceki opereti. . Donizettinin ’viva la mamma’sı. Bir harikaydı. Nefes kesiciydi. Ellerim patlayana kadar alkışladım.’ ’Sorma. Dün de arkadaşlar zorla beni Verdi’nin ’La traviata’ adlı operetine götürdüler. İlk başta biraz nazlandım ama değdi. Paris’te geçen bir muazzam bir aşk öyküsü. Mutlaka görmelisin sen de.’ Hey.. Neler oluyor? Nerdeyim ben? Dolmuşta değil miyim? Çok mu doldum yoksa. Şarabı mı fazla kaçırdım. Dolmuş şoförüne bak yahu simokinli. Rüyadaysam uyanayım hemen. Normal mi bu durum. Bir yolcu inecek galiba :
’Şoför bey. Yaşamın ince ince kıyılarında inecek var lütfen.’ ’Pek tabii hanımefendi. Buyurun. Cemal Süreyya sokağının tam köşesi işte.’
Yok yok ben deliriyorum galiba. İki tokat atayım da kendime geleyim. Adama bak ya, simokin giymiş. Kadını da Cemal Süreyya sokağının bilmem neresinde indiriyor. Şaka gibi. Yok yok uykusuzluktan olmalı. ’Abi, dolmuş Tandoğan’dan geçer değil mi?’ ’Bir tan doğar/ Şakaklarımın mavisinden/Geçer mi bu yollardan talihsiz aşk.
Ne diyor bu ya. Ne diyor. Ne oluyor ağabeyler ablalar. Sabah sabah bir sürpriz mi bu bana. Hadi şaka yaptık deyin. Şunlara bak ya tatlı tatlı gülüşüyorlar bir şey olmamış gibi. Hah. Telefon. Sevgilim. Çok şükür gerçeğe dair bir şey işte. ’Alo aşkım, ya bu dolmuşta neler oluyor inanamazsın. Yani hakikaten inanamazsın,’ ’Neler oluyor aşkım? Hem ben seni çok seviyorum biliyor musun? Akşama sana bir hediyem var.’
Çok şükür... Şükürler olsun. Tam kafayı sıyırmak üzereydim yahu.
’Ne hediyesi sevgilim?’ ’Aşkım sana bir resim yaptım. Ama biraz Rembrandt’a kaçtı gibi tarzım. Kızmazsın değil mi aşkım? Bak eğer hoşuna gitmezse gotik resimler yaparım sana. Sen ne istersen yaparım bir tanem. ’ ’Ne ?’ ’Gerçi sana kzıgınım biraz. Dünkü bale gösterisini çok saçma bulup terk etmen emeğe saygısızlıktan başka bir şey değildi. Ama yine de seni çok seviyorum sevgilim. Hoşçakaall.’ ’Ya ben o bale gösterisini... Alo! Aloo!!!!’
Öldüm ben değil mi? Öldüm evet. Hayır bundan daha absurd bri durumu yaşayabilir miyim ? Uyanayım değil mi? Evet evet uyanamayım ben. Kendimi yatakta bulayım. ’Aaa ne tuhaf bir rüyaydı diyeyim. ’ Hadi zorla kendini. Uyan. Uyannn.. Offf. En iyisi ineyim bu entelektüel dolmuş bozmasından.
’Şoför bey, inecek var. İnce mince kıyılarda değil ama. Burada. Hemen!’ ’Biliyor musunuz ben hem baget kullanıp hem araç sürebiliyorum. Bir keresinde de hem araç sürüp hem de aracımdaki ayaktaki yolcular dahil 32 kişiye konser vermiştim.’ ’Ahh ben hatırlıyorum üstad. Ne muhteşem bir yolculuktu. İşe hiç gitmek istememiştim o gün.’ ’Ne diyorsunuz yahu siz? Ne diyorsunuz? Delirtecek misiniz beni? İnecek var diyorum. Ben konser filan istemiyorum. Kültürünüz de sanatınız da sizin olsun. İneceğim kardeşimmm! Sabah sabah ne tiyatrosu bu ya.’
’Buyurun inin. Siz bilirsiniz. Ama isterseniz bir kere daha düşünün.’ ’Yok kardeşim ne düşüneceğim ya. Durdur sen şu zımbırtıyı bir hele.’
Ohh. İndim yahu sonunda. Deliler mi ne? Kumpanya dolmuşu gibi. Eee neresi burası? İyice şaşkınlaştım ha. Hah karşıya geçmek için bir alt geçit var. Burası da çok karanlıkmış. O ne. Bir kapı. Ne yazıyor ki üstünde, tam okunmuyor da : ’Kuğu gölü kapısı.’ Off ya offf.. Uyan artık ya uyan! Ne günah işledim ben! Geçeyim bari kapıdan.
"Ne! Ne! Delirmeden önceki son aşama bu olmalı! Sevgilim sen ne yapıyorsun bu odada? Piyano çalmayı ne zaman öğrendin ? Ne ? Şimdi balerin kostümleriyle neden dans ediyorsun ki karşımda?"
’Hayatım dün terk ettiğin bale gösterisinde izleyemedin kısımları göstereceğim sana. Ama kızma bana ne olur. Bak çok çalıştım bu gösteri için.’
’Hayır lütfen! Lütfen yapma lütfen! Bak iyiden iyiye delireceğim. Ya bu bir rüyaysa neden bu kadar uzun sürdü. Kimse yok muu? Kimse yok mu? Kimse yok mu? Kimse...’
’Aşkımmm’ ’Ne?’ ’Aşkım uyannn..’ ’ Hı, dans etmiyor musun sen?’ ’Ne dansı?’ ’Ne? ’ Dans dedin de bu akşam için iki kişilik bale gösterisine bilet aldım, gider miyiz canişkom?’ ’Gidelim. Mutlaka gidelim sevgilim. İki elimiz kanda olsa yine gidelim olur mu?’
Çok haklısınız. Geniş zamanda daha detaylı tartışmak isterim sizinle bu konuyu. Ama şunu da belirtmek isterim ki, bu yazılanlar tamamen deneysel çalışmalardır. Şiirde dağınıklığı çok seviyorum. BU dağınıklığı yaşamımıza benzetiyorum. 24 saatimizi bile ne kadar dağınık yaşadığımızı dikkate alırsak... Tarz konusunda ise, aşağıya uzun yıllar önce yazmış olduğum kurgusal bir öyküyü ekleyeceğim. Şiirlerimle bağdaşitırdığınız zaman çözüme daha rahat gidebiliriz bence : Kısa Metrajlı Bir Operet Dolmuş durağında On ikinci sıradayım. On ikinci adam benim. Yani oturarak gidebileceğim. Çok soğuk. Hava yani. Sanıyorum işe de geç kalacağım. Gecenin dördüne kadar sevgilinle şarap içmeye kalkışırsan böyle kan çanağı gözlerle dolaşırsın işte sokaklarda. Başım... Ne yalan söyleyeyim canım işe de gitmek istemiyor. Şimdi git elalemin ağız kokusunu çek; ona buna kitap satmaya çalış. Şu reklamcılık sektörüne bir girebilsem. Hah geldi dolmuş.
Oh be. Mayıştım valla sabah sabah. Şoför de bir açmış ki kaloriferi. Sıcacık vallahi. Radyonun sesi de sonda :
’Sevgili dinleyenler şimdi de Peter İlyiç Çaykovski’nin eserini dinleyeceksiniz. 5. senfoni do minör opus 64’
Nasıl yani? Şoföre bak be. Klasik müzik hayranı. Bir kameram olsaydı çekerdim yahu şu manzarayı. Dolmuşta senfoni. Bir dolmuşçunun operası. Yo yo. Operadaki dolmuşçu. Bu mahmurlukta ne de güzel döktürüyorum sabah sabah... Önümdeki koltukta oturanlar da hararetli hararetli konuşuyorlar :
’Üstadım, skolastik felsefe inanç ile bilgiyi uzlaştırmak. Yani sence inanç ve bilgi gerçekten samimi bir şekilde barışabilirler mi?’ ’Öyle şey olur mu efendim. O düşünce ortaçağda kaldı. Hangi devirde yaşıyoruz...’ ’Sekülerizmle skolastik düşüncenin iki ayrı karaktere sahip olduğunu ifade etmek istemiştim’ ’Eeee. Haklılık payınız yok değil tabii.’
Hım? Neler oluyor? Yanlış mı duyuyorum yahu. Sabahın köründe adamlar felsefe yapıyor ya. Arkamdaki koltuktaki kadınlar da fısır fısır bir şeyler konuşuyorlar :
’Hayatım görmeliydin dün geceki opereti. . Donizettinin ’viva la mamma’sı. Bir harikaydı. Nefes kesiciydi. Ellerim patlayana kadar alkışladım.’ ’Sorma. Dün de arkadaşlar zorla beni Verdi’nin ’La traviata’ adlı operetine götürdüler. İlk başta biraz nazlandım ama değdi. Paris’te geçen bir muazzam bir aşk öyküsü. Mutlaka görmelisin sen de.’ Hey.. Neler oluyor? Nerdeyim ben? Dolmuşta değil miyim? Çok mu doldum yoksa. Şarabı mı fazla kaçırdım. Dolmuş şoförüne bak yahu simokinli. Rüyadaysam uyanayım hemen. Normal mi bu durum. Bir yolcu inecek galiba :
’Şoför bey. Yaşamın ince ince kıyılarında inecek var lütfen.’ ’Pek tabii hanımefendi. Buyurun. Cemal Süreyya sokağının tam köşesi işte.’
Yok yok ben deliriyorum galiba. İki tokat atayım da kendime geleyim. Adama bak ya, simokin giymiş. Kadını da Cemal Süreyya sokağının bilmem neresinde indiriyor. Şaka gibi. Yok yok uykusuzluktan olmalı. ’Abi, dolmuş Tandoğan’dan geçer değil mi?’ ’Bir tan doğar/ Şakaklarımın mavisinden/Geçer mi bu yollardan talihsiz aşk.
Ne diyor bu ya. Ne diyor. Ne oluyor ağabeyler ablalar. Sabah sabah bir sürpriz mi bu bana. Hadi şaka yaptık deyin. Şunlara bak ya tatlı tatlı gülüşüyorlar bir şey olmamış gibi. Hah. Telefon. Sevgilim. Çok şükür gerçeğe dair bir şey işte. ’Alo aşkım, ya bu dolmuşta neler oluyor inanamazsın. Yani hakikaten inanamazsın,’ ’Neler oluyor aşkım? Hem ben seni çok seviyorum biliyor musun? Akşama sana bir hediyem var.’
Çok şükür... Şükürler olsun. Tam kafayı sıyırmak üzereydim yahu.
’Ne hediyesi sevgilim?’ ’Aşkım sana bir resim yaptım. Ama biraz Rembrandt’a kaçtı gibi tarzım. Kızmazsın değil mi aşkım? Bak eğer hoşuna gitmezse gotik resimler yaparım sana. Sen ne istersen yaparım bir tanem. ’ ’Ne ?’ ’Gerçi sana kzıgınım biraz. Dünkü bale gösterisini çok saçma bulup terk etmen emeğe saygısızlıktan başka bir şey değildi. Ama yine de seni çok seviyorum sevgilim. Hoşçakaall.’ ’Ya ben o bale gösterisini... Alo! Aloo!!!!’
Öldüm ben değil mi? Öldüm evet. Hayır bundan daha absurd bri durumu yaşayabilir miyim ? Uyanayım değil mi? Evet evet uyanamayım ben. Kendimi yatakta bulayım. ’Aaa ne tuhaf bir rüyaydı diyeyim. ’ Hadi zorla kendini. Uyan. Uyannn.. Offf. En iyisi ineyim bu entelektüel dolmuş bozmasından.
’Şoför bey, inecek var. İnce mince kıyılarda değil ama. Burada. Hemen!’ ’Biliyor musunuz ben hem baget kullanıp hem araç sürebiliyorum. Bir keresinde de hem araç sürüp hem de aracımdaki ayaktaki yolcular dahil 32 kişiye konser vermiştim.’ ’Ahh ben hatırlıyorum üstad. Ne muhteşem bir yolculuktu. İşe hiç gitmek istememiştim o gün.’ ’Ne diyorsunuz yahu siz? Ne diyorsunuz? Delirtecek misiniz beni? İnecek var diyorum. Ben konser filan istemiyorum. Kültürünüz de sanatınız da sizin olsun. İneceğim kardeşimmm! Sabah sabah ne tiyatrosu bu ya.’
’Buyurun inin. Siz bilirsiniz. Ama isterseniz bir kere daha düşünün.’ ’Yok kardeşim ne düşüneceğim ya. Durdur sen şu zımbırtıyı bir hele.’
Ohh. İndim yahu sonunda. Deliler mi ne? Kumpanya dolmuşu gibi. Eee neresi burası? İyice şaşkınlaştım ha. Hah karşıya geçmek için bir alt geçit var. Burası da çok karanlıkmış. O ne. Bir kapı. Ne yazıyor ki üstünde, tam okunmuyor da : ’Kuğu gölü kapısı.’ Off ya offf.. Uyan artık ya uyan! Ne günah işledim ben! Geçeyim bari kapıdan.
"Ne! Ne! Delirmeden önceki son aşama bu olmalı! Sevgilim sen ne yapıyorsun bu odada? Piyano çalmayı ne zaman öğrendin ? Ne ? Şimdi balerin kostümleriyle neden dans ediyorsun ki karşımda?"
’Hayatım dün terk ettiğin bale gösterisinde izleyemedin kısımları göstereceğim sana. Ama kızma bana ne olur. Bak çok çalıştım bu gösteri için.’
’Hayır lütfen! Lütfen yapma lütfen! Bak iyiden iyiye delireceğim. Ya bu bir rüyaysa neden bu kadar uzun sürdü. Kimse yok muu? Kimse yok mu? Kimse yok mu? Kimse...’
’Aşkımmm’ ’Ne?’ ’Aşkım uyannn..’ ’ Hı, dans etmiyor musun sen?’ ’Ne dansı?’ ’Ne? ’ Dans dedin de bu akşam için iki kişilik bale gösterisine bilet aldım, gider miyiz canişkom?’ ’Gidelim. Mutlaka gidelim sevgilim. İki elimiz kanda olsa yine gidelim olur mu?’
geceleri zifiri umutlarda şiir yazmaya çalışan ağlamaklı yarasalar... hatırla ve an diye var, bırakılan izler. ki duyguyla örselenen her iz, kalbe karışır....
geceleri zifiri umutlarda şiir yazmaya çalışan ağlamaklı yarasalar... hatırla ve an diye var, bırakılan izler. ki duyguyla örselenen her iz, kalbe karışır....
Diyerek kapatalım, mavi kadife perdemi Siz bu oyunda yoktunuz da vardınız – Gördünüz işte tüm rüyalarda kırk dile çevrilen ihtiraslarımı Gelip de seyrettiğiniz için kalbimi, teşekkürler Çıkışlar gün ışığından lütfen...
Şöyle temizinden az kullanılmış bir düş arıyordum. Malum kalmadı artık düşlerin de sıfır kilometresi. Bizim yerimize kuran var çok şükür diyorum artık.
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.
Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.