Kimsesiz Sokak Fahişesine Mektuplar
Seni ilk gördüğümde
gecenin diğer yarısıydı gece ki saklamıştı utançlarını ki o da belki çıkmadan önce evinden sakladığı mektuplarını, kendi çekmecesine koymuştu sen miydin yoksa o dediğim çıplak ışık sokağın yalnız bir ucundaydın hep öyle mi olurdu hep uçta mı – uç uca mı beklerdin? - Bekledik mi? sanki düştün düşeceksin gibi her an dudaklarını acemice boyamıştın belli kırmızısı ruhundan kayacakmış gibi sokak lambasının vasıflı ışığı göğüslerinin arasından ya da göğüslerinin arsızlılğından sızıyordu düşesler gibi sıkıştırmıştın göğüslerini bak ben de bir masaldayım aslında der gibi uzak gibi – uzağımmışsın gibi seyrettiydim bir süre seni çaresiz bir öyküye bakar gibi baka kaldıydım sana sen de bana bakıyordun – bakınıyordun- belki de ağzında sakızın, sanki çiğnemiyormuşsun gibi sahnede, bir fahişe rolünün galasında gibi gözlerinden yağmurlar akar gibi sarhoştum biraz, ama ruhum ayıktı ki şöyle devam ettin – belki de “ne bakıyorsun rimelime?” dedin de kımıldayan dudaklarına heyecanlandım “lan” da diyeceksin sandım “ne bakıyorsun lan bir fahişeye bakar gibi” diyeceksin sandım demedin ama biliyorum, bilmiştim sen anladın o sokağın o adamı olmadığımı “hiç” dedim sonra sana anımsadın mı? hiç de ne demekse oysa hayatımın en güzel hiçine bakıyordum ben o gece gecenin aslında karanfil kokulu yarısında körpe bir şiirden aşırılmış böyle bir cümleyle yani sonra bildin de gözlerimden şehvetin yansımadığını başından savar gibi konuştuydun “hiç satılmıyor burada” “koklamak otuz lira dediydin” evet koklamak isterdim seni diyecektim sana ama önce üstündeki kokunu sıyır da ondan sonra diyecektim sana , belki de “hani ağladığın zaman ki kokundan isterim “ diyecektim de kıpırdamadı, kıpırdayamadı dudaklarım sen ağlamadın, ben ağladım ama belki de sen ağlıyorsun, bense ağlayacaktım tam karşında senin – senin karşında tam sen zannetin ki durup dururken oluyor bunlar ya bildin mi aslında – aslında bildin mi durup durmadığını- durmadığımızı geçmişimizin ağladığım belli olmasın diye ki yağmur da geldi ya hemen ama sen bildin değil mi o yaşları nasırlaşmış bakışlarımı çizdiğim resmindeki sevmeleri “deli mi ne ne ağlıyorsun be adam” Demediydin, bildin mi sen de ağladıydın da sonradan bölüştüydün sebepli bir bakışı sen de , sen de, “ben neden ağlıyorum şimdi?” demedin ben ağlayınca sen de yaşlandın ki sen zaten yaşlanmıştın bildin sanki seni daha önce hiç görmediğimi de soyunuverdin hemen sokaktan gizli yoldan çıkmış sokaktan saklı sırılsıklam soyundun bir ben gördüm , bir de sen belki bir de rüya. Hani o rüya. Gördükçe çoğalan. Sonra ojesi silinmiş titreyen ellerini uzattın bana çaresiz gözbebeklerinle istedin önce götür beni dedin , dedin ki beni götür “burası çok karanlık korkuyorum “dedin “korkma birileri karanlıklarını unutmuş olmalı burada” dedim elimi kavuşturdum eline ne soğuk ellerin dedim ölmüş bir bulutun bedeni gibi dedim ne demek o dedin boş ver dedim anımsıyor musun hiçten ve hiçlikten daha önceleri olmuştu yürümeye başladıydık “karanlık bizi yakalamadan gidelim” dedin daha hızlı yürüdük sokağın ucundaki binanın üçüncü katından bakan yaşlı adam bizi seyrediyordu belirgin bir farkındalıkla yaşlı adam bize bakarken gittikçe küçülüyorduk bir markete gidelim yeni bir oje alalım dedin “neden?” dedim bunlar silindi dedin silinen yaşamları hangi aseton çıkarır dedim ne demek bu dedin “boş ver” dedim bildin mi? sonra bir bataklık çıktı önümüze yürürken ben yürüdükçe batıyordum – debeleniyordum sense hiçbir şey olmamış gibi yürüyordun ben coşkularıma kadar battım – çıkamadım da tam nefes alamadığım bir zamanda durup dururken ürkek elini uzattın bana beni kurtarırken biraz da tebessüm ettin sonra birşeyler mırıldandın bu sefer gülümseyerek ne demek şimdi bu dedim “boş ver dedin” hatırladın mı? – belki de sonradan hatırladık evimin önüne kadar geldik ne kadar da sıkı tutuyordun ellerimi “korkma bırakmam” diyemedim sana “sen benim en güzel hiçimsin” diyemedim hem ürkektin hem güvenen “evin burası mı?” dedin “evet burası evimiz” dedim “evimiz mi ?”dedin gözlerine bakarak yanıt veremedim merdivenlerden- ki sonradan merdivenlerimizden olabildiğince yukarı çıktık – yukarıya kaybolma isteğiyle topuklu ayakkabılarının sesi yankılanıyordu kapının önündeyken bir soru sordun bana “bu kapı her şeyi açar mı?” dedin beklediğim bir soru gibi hemen cevap verdim sana “bu kapıdan girecek olanlara bağlı” dedim bana baktın bir süre hareketsiz ağlar gibi tebessüm ettin dudağının kenarıyla sonra kapı zilinin kenarına iliştirdiğim iki dal papatyaya ilişti gözün önce alıp koklamayı düşündün sonra vazgeçtin sonra kapıdan içerdi girdin kapıyı umuduma doğru yavaşça kapattım tam o sırada sokağın ucunda oturan hiç tanımadığımız o yaşlı adam ölmüştü bildin mi . - ki sonra sonra bildik bunları sonra ürkek ilerleyişinle yürüdün bir süre etrafı seyrettin mutluluğunla biraz da benden ödünç aldığın mutluluğumla ben o arada sana içki hazırlıyordum birazdan yani bir kaç dakika sonra sana aç mısın diye soracaktım sen o arada duvardaki tablolara bakıyordun bir tanesine gözün takıldı her tarafın aydınlık olduğu ama güneşin olmadığı bir doğa çizimine güneşi arıyordun sanki ısrarla, tabloda “bunları sen mi çizdin?” diye bağırdın “Evet” dedim “ressam mısın?” dedin hayır dedim sonra ben sana “aç mısın?” dedim “çok açım, çok açım dedin” yineleyerek hiç olmadığın kadar mutluydun anımsadın mı – belki de sonra sonra anımsadık yanına geldim, geliverdim “güneş neden yok?” dedin “o diğer tabloda” dedim “o tablo baktığın tabloya yansıyor “dedim bana baktın bir süre sevişmek ister gibi dudaklarıma yapışıp donmak istedin sana yalvarıyorum beni yanıltma demek istedin ama diyemedin – belki de çok sonra dedin bir yudum aldın içkinden duvar dibindeki yayvan koltuğa oturdun beni seyrederken bir yudum daha aldın çok güzeldin - güzeldin çok seni o sokak masalından kaçırmışım gibi sanki gördüğüm binlerce rüya arasından en güzeliydin sanki hiçbir şey söylemek istemiyordum söyleyeceğim herşey biraz daha yoracaktı beni sanki seni tanımak da istemiyordum kimdin neydin umurumda değildi sen benim en güzel hiçimdin bildin mi? Belki de pek sonra bilecektik sadece gözlerine bakıyordum seninle sevişmek istiyordum ama giydiğin kısa eteğin bitimine kadar görünen bembeyaz bacakların da önemli değildi ben saçlarını okşayarak sevişmek istiyordum seninle sonra sen bana - sen- bana “benimle sevişmek istiyor musun?” dedin “Hayır” dedim “sana dokunmaktan korkuyorum” diyemedim bana aşıkmışsın gibi baktın – bakıp durdun aşık mıyım diye yutkundun – koca koca ve gizliden birşey diyemedin – hiç diyemedin “ne iyi bir adamsın sen” bile diyemedin hatta kısa etekli halinden utandın da biraz belli etmeden “giyebileceğim bir pijama var mı?” dedin olacaktı dedim – düşünceli - ? çıktım salondan – sonradan- salonumuzdan sen o arada balkona çıktın mavisi solmuş çantanı açtın ve makyaj malzemelerinin hepsini aşağı attın içeri girdin- belki de içime girdin -girmiştin vitrinin içinde benim de olduğum bir fotoğraf dikkatini çekti “sevgilin mi ?”diye bağırdın “ne dedin ?”dedim “vitrindeki fotoğraf “ dedin için acıdı biraz, belki tuhaf bir endişe vereceğim cevap mutluluğunu burkabilirdi elimde pijamayla yanına geldim “yaşarken öyleydi” dedim “çok üzüldüm gerçekten” dedin sen yaşıyorsun ya dedim önce gözlerime baktın sonra dudaklarıma uzun uzun baktın yine anımsadın mı – ya da kaç zaman sonra anımsadık Sonra üçlü koltuğa uzandın “çok yorgunum” dedin “ben de” dedim üstüne bir pike örttüm “uyumak istemiyorum aslında” dedin “ama uyanmak da istemiyorum” dedin “müzik dinler misin?” dedim küçük bir kız çocğuğu gibi kafa salladın sadece o masum göz kırpışın bile her şeye değerdi benim için tüm yorgun günlerime yenik düştüğüm tüm zamanlara tüm kırgınlıklarıma edith piaf sever misin dedim “çok ama çok” der gibi baktın gözlerime öyle güzel kıvrılmıştın ki yattığın yere ah bir okşayabilsem saçlarını ama, “erken” demenden korktum geç kaldık oysa – kaldık oysa geç anımsadın mı- ya da anımsadık mı sonra? ışıkları ve sıkıntılarımı kapattım - mumları yaktım – içimizdeki ve odadaki biraz ışık yetti mum alevinin biraz aydınlatabildiği koltukta oturuyordum içkimden bir yudum daha aldım – mezesi, yanında biraz suskunlukla iyice yumuşamıştı bedenim – kalbim, ruhum “bu müzikte sevişmek harika olurdu” diyemedim “bu müzikte saçlarını okşamak bir şiir gibi olurdu” diyemedim sense iyice karanlıkta kalmıştın, dünlerin gibi oysa karanlıktan kaçalı yeni olmuştu senin için kötü karanlıklardan – sinsi siyahlardan “bizimki iyi karanlık ama değil mi “de diyemedim seni seçemiyordum – sessizliğini seçebiliyordum birkaç metre ya da bir heyecan boyu uzağımdaydın sadece kokunu ve nefes alışlarını hissedebiliyordum bunlar bile yeter de artardı bile – ki artardı benliğime müzik hiç bu kadar yakışmamıştı sessizliğimize bildin mi ? belki de hiç bilemedik “beni gerçekten..” dedin sonra sustun ben hiç bir şey söylemedim bir süre sonra dudakların önce davrandı senden belki de güvenimizden aldığı cesaretle “beni gerçekten öpmek istemiyor musun” dedin hiçbir şey söylemedim yüreğimde birden oluşan dalgaları hissettim ayağa kalktım sessizce yanına süzüldüm bir süre öptüm seni edith piaf ne güzel söylüyordu , milord adlı şarkısında, *“Ben sadece bir liman kizi.. Ve sokağın bir gölgesiyim Gene de çok yakınınızdan geçtim…” bir yandan saçlarını okşuyordum çok mutluydum değil mi? tam o anda- anın tam o kısmında o yaşlı adamın kızı girdi yaşlı adamın o evine babasını ölmüş görünce hiç çığlık atmadı – atamadı – lal bir çaresizlik belki de feryat etmedi- edemedi- dilsizliğine yenik düşüp karanlıkta ağlamaya başladı – başladı ağlamaya karanlıkta babasının yanı başında – kalbinin hatırlattıklarıyla biz karanlıkta sevişirken – sevişirken o anları bilir gibi tam o sırada – akrep , yelkovan ve diğerleri biraz utanmışken seninle geçmişim sevişiyor aslında diyemedim ama çok mutluydum bildin mi? – bildik mi peki kaç mevsim sonra? Oktay Coşar |