Artık ne memleketimsin, Nede kent'im...
Ne bastığım kaldırım taşısın,
nede yatacağım kara toprak... Kimbilir; bir sohbahar akşamında düşeceksin penceremin pervazına, dalından rüzğarla zoraki koparılmış, savrulmuş bir yaprak... Ve artık ne şehrim’sin nede memleketim... Söküp attığımdan bu yana düş düşkünü mavi gözlü çocuğu içimden... Ne aldığım nefes’sin, nede saydığım gün... Gurbet’im bildiğim gözlerinde taşınalı bi hayli zaman oldu bak, ve sen hiç düşünme; çıkar; sen / ben / bizden kalan ne varsa, yık yak... Hiç bir yol geçmiyor kıyılarından. Kayıpsın. , Ve haritamın yırtık tarafındasın... Fazlasıyla ödedim faturasını tarafıma kestiğin tüm bedelleri... İstemem.! Üstü de sende kalsın.! Ve ben artık gidiyorum... Nereye olursa... Elimde biletim, omzumda paltom... İçimde tarifsiz bir hüzün... Adresin de olmaz artık gözlerin , gözlerime... Söküp aldım bir bir İstanbul’dan, adına ne düşürmüşsem sokaklarından... Artık ne memleketimsin, Nede kent’im... |
Şiirdeki duygu seline bir diyeceğim yok. Bunlar yazan kalemin gönlünden süzülen kelamlar.
Değinmek istediğim husus bu duyguların süzülürken 'klasik' biçimden sıyrılamayışı.
Duygular benzer, dışa vurumlar benzer... Daha orijinal ifadeler kullanılırsa tadından yenmeyecek şiiriniz...
İstanbul sanırım bu nefret edilen şehir... Bir arkadaşım vardı içli bir aşk hikayesinden sonra sarhoş bir halde sahile dönüp " bir beni barındıramadın" diye defalarca bağırmıştı. Bir daha hiç uğramadı bu şehre... Okuyunca o geldi aklıma...
Paylaşımınız için teşekkürler...
Emeğinize sağlık...