aynalar asla boş kalmaz
Dört buzul çağından sonra
daha lezzetli olmalıydı hayat. Tatlı siparişi verdiğin an gibi keyifli olmalıydı insanlar. Sayısız savaş salgın hastalık kuraklık depremler yangınlar açlık ve doğal ölüme rağmen fahişelerini yaşatmayı bildi toplum. Şimdi odamdayım yoo bir fahişe yok yanımda sadece ben ve fahişelere özenmiş kadınların döşemeye sinmiş kokusu ve uzağa küçük pencerelere bakıyorum ışıkla aydınlanmış odalara dilin tadını almış kadınlara bakıyorum ve ıslak sözcüklerin düştüğü bal tuzağına dünyanın güneşe döndüğü kamburundan erguvan rengi gökyüzüne bakıyorum. Kuyruğu olsaydı yine ciddi görünür müydü insan? Masada üzeri peçete örtülü bir bardak su görmek huzur verir insana. Şimdi o huzuru içiyorum ayna insan yakalamak için beklerken karanlık köşede. Gecenin içine ilerleyen seni seviyorum sözünden ya da bir nefret sözcüğünden ya da mermiden koşarak kaçamazsın. Doğru ya da yanlış hepsi hedefini bulur. Kılçık gibi çekip alsam geceyi etimden. Sıkıntıdan yazıyor, çiziyor, seviyor, ayrılıyor, düzüyor, içiyor, yemek yiyor, maça, sinemaya gidiyor, alışveriş yapıyor, sıçıyor, arabayı çalıştırıp bir tur atıyor, tekrar düzüyor, tekrar içiyor, terkediyor, terkediliyorsun, sadece sıkıntıdan yapıyorsun bunları ve yine de “Hayat böyle, başka ne yapalım lan?” diyorsan üç ana haber bülteni birden izle tekrar konuşalım… |