Kaside der n'at-ı Hazret-i Nebevi - Gül kasidesiŞiirin hikayesini görmek için tıklayın Ötmedikçe dalda bülbül, açmaz imiş dilde gül
Bir sedâ ver kim dilinden, gayrı açsın gonca gül Gülün açılmasının asıl sebebi bülbülün feryâdıdır. Ey bülbül! Ses ver, sesini duyur ki beklediğin, hasretini çektiğin gül açılsın artık. Ne mevsimler gelip geçti, bezm-i elestten beri Geçen cümle nevbahârın muştusudur fasl-ı gül Elest bezminden bu yana ne mevsimler geçti; kimi bahardı, kimi hazan, kimi kavurucu yazdı, kimi kara kış. Ama her kıştan sonra gelen ilkbaharlar, yani Hazret-i Âdem’den Hazret-i Îsâ’ya kadar bütün Peygamber Efendilerimiz (a.s.), aslında son gelecek olan Gül Mevsimi’ni, yani Asr-ı Saadet’i, müjdelemek üzere geldiler. Kim ki hüsne meylederse, câzibesi ondandır Mücevher-i hasenenin cevheridir asl-ı gül Her kim bir güzelliğe kapılırsa, bilsin ki aslında gülün câzibesine kapılmıştır. Çünkü güzellik bir mücevherse ve güzel olan ne varsa, onun hammaddesi, özü, aslı güldür. Rahmet-i Rahman boşandı gökten âh u zâr ile Yerde buldu neşv ü nemâ bir mukaddes nahl-i gül Yağmur, bir başka deyişle rahmet, gökyüzünden yeryüzüne inerken gök gürler ve şimşekler çakar; bu hâl, gökyüzünün inleyip ağlama hâlidir. Bu rahmet yağmuru vesilesiyle yeryüzü tekrar canlanır. Her çeşit bitki gibi gül de bu rahmetle çıkmıştır yeryüzüne. Zaten, Gül (s.a.v.) rahmet olmaktan başka bir şey için yaratılmış değildir. Başka bir anlamı da şudur; insanın göğü, yani yağmur kaynağı, başındaki gözleridir. Gözün ağlaması da Allah’ın rahmetindendir. Göz ağlayıp, gözyaşı döktükçe, vücûdun en bereketli toprağı olan kalbinde, Gül’ün (s.a.v.) sevgisi filizlenir, büyür ve bütün vücûdu sarmaşık gibi sarar. Aktı nice vakt-i zaman katre katre gözde kan Bir misâl-i bahr-i umman doldu taştı âb-ı gül Bülbül hiç duraksız gül dalında feryâd eder, gözünden kanlı yaşlar akıtır. Gülün dikenleri bağrını kanatır. Hatta, gülün o kırmızı renginin bülbülün kanından geldiği rivayet edilir. Bülbül bu kanı akıttıkça, gül kendine gelir ve asıl rengine bürünür. Gülün o hoş kokusunu taşıyan gül suyu da aslında bu akan kandan, bu gözyaşındandır. Bir başka anlamı da şudur; Hazret-i Îsâ’dan (a.s.) sonra Efendimiz (s.a.v.) gelinceye kadar, insanların çoğu yine yoldan sapmışlar, az sayıdaki inananlar ise gözyaşları içinde hasretle Son Peygamber’in (s.a.v.) zuhûrunu bekleyip durmuşlardır. Vakti gelip çattığında, O (s.a.v.) dünyâyı teşrif etmiş, nûrunu saçmaya başlamış ve o nûr denizi dolup taşmış, dört bir yana yayılmıştır. Sıbğatullah zâhir olmuş ol müberrâ teninde Cümle elvânın içinde şâh-ı yektâ levn-i gül Gülün gövdesi, dalındaki yeşil yaprakları, taç yaprakları... Bunların hepsi Allah’ın âyetlerindendir. Gül, Allah’ın yarattığı en güzel rengi taşımakta, Allah’ın boyası en güzel bir şekilde O’nda tecellî etmektedir. Bütün renklerin en güzeli, biricik hükümdarı gül rengidir; tıpkı bütün yaratılmışların içinde Efendimiz (s.a.v.) gibi. Çıksa bir zerre-yi katre âsumâna terinden Can verir her teneffüste gönüllere bû-yı gül Bazen görürsünüz, gülün üzerinde çiy damlaları olur. Gülün güzelliğine bambaşka bir güzellik katan küçücük şebnem taneleri. Bu damlalar buharlaşıp da gökyüzüne yayılırsa, hem rahmet yağmuru olarak hem de havadan içimize çektiğimiz nefeste, gülün o muhteşem kokusunu yeryüzüne, bütün varlıklara taşırlar. Gönlümüzü ferahlatır, bize her nefes alışımızda bir kez daha can verirler. Gül, ma’lûmunuz, kokusunu O’nun (s.a.v.) terinden almıştır. Şems ü kamer hayâ eder göstermekten yüzünü Ol sebebden görünmezdir leb-i âfitâb-ı gül İlk yaratılan... İlk bedene düşenin alnından, zincirin son ve en mükemmel halkasına, nesilden nesile akarak gelen... O, bütün âlemleri aydınlatsın diye gönderilen Nûr... Muhammedî Nûr! Güneşin ve ayın ışığının, O’nun (s.a.v.) ışığının yanında ne hükmü olabilir?! Kendisi ışık olanın hiç gölgesi düşer mi yere?! Güneş ve ay elbette küçülüp, O’nun (s.a.v.) mübarek ellerinde olmak için bütün varlıkları olan ışıklarının sönmesine bile râzı olurlardı. O (s.a.v.) ki, nûrunu etrafa yaymaktan, güneşi sağ eline, ayı sol eline verseler de vazgeçmeyeceğini beyan buyurmamış mıydı? Yolunu kaybetmişlerin dâim rehnümâsıdır Nûr-ı necm-i dırahşandır ol nukûş-ı pâ-yi gül Daha çok eskiden ve az da olsa günümüzde de yol bulmakta, yön tayin etmekte en çok başvurulan kılavuzdur gökyüzü. Güneşin, ayın ve gezegenlerin hareketlerinden; kutup yıldızı, çoban yıldızı gibi yıldızlardan hep bu amaç için faydalanılagelmiştir. Yeryüzündeyse, o Gül’ün (s.a.v.) ayak izleri gökteki bütün yıldızlardan daha parlak bir yıldızın şuâsı gibidir. Yolunu kaybetmiş, yoldan sapmış kişi, o ayak izlerini takîb ederse dosdoğru yola (sırat-ı müstakim) girer ve bir daha asla kaybolmaz. Bir başka anlam da şudur; O (s.a.v.), "Ashâbım gökteki yıldızlar gibidir, hangisine uyarsanız yolunuzu bulursunuz." diye buyurmuştur. Ashâb da (r.a.) bütün hayatları boyunca O’nun (s.a.v.) ayak izlerini takîb etmişler, yolundan ayrılmamaya dikkat etmişler. O Yıldızlardan hangisine bakarsak bakalım, biz de yolumuzu bulur ve yoldan sapmayız inşallah! Vird-i zebân eyleyenler hep şifâyâb oldular Çün marâz-ı kalbiyenin devâsıdır zikr-i gül Her şeyin olduğu gibi kalbin de Yaratıcı’sı, Sahib’i, "Kalbler ancak Allah’ı zikretmekle mutmaîn olur." buyurmuştur. Kalb, nazargâh-ı İlâhîdir. O nazargâhların en mükemmelini taşıyan ise, “İnsan vücûdunda bir et parçası vardır; o düzelirse bütün vücûd düzelir, o bozuk olduğunda bütün vücûd bozulur. Dikkat edin, işte o et parçası kalbdir.” buyurmuştur. İşte hasta kalblerimiz, işte teşhis, işte tedavi... O (s.a.v.) ki Allah’ın ’en Kul’u, ’en Resûl’ü ve ’en Sevgili’sidir. O’nu (s.a.v.) seven Allah’ı sevmiş; O’na (s.a.v.) uyan Allah’a uymuş; O’nu (s.a.v.) anan Allah’ı anmaya bir yol, Allah’ı anan ise huzûr bulmuş demektir. Güle iştiyâkımdandır gülzâra muhabbetim Hem vesiletü’n-necâttır hubb-i nesl-i pâk-i gül Gül bahçesini sevmemin nedeni, güle duyduğum özlemden ve gülü görmeyi arzulamamdandır. Ayrıca, o Gül’ün (s.a.v.) tertemiz neslinden gelenlerin kurduğu o Gül Bahçesi’ni sevmek kurtuluş vesilesidir. Ehl-i beyt-i Mustafâ (s.a.v.), her devirde Seyyid ve Şerif Efendilerimiz ile asr-ı saadetin kokusunu yaymaya devam etmişler, ediyorlar ve kıyâmete dek edecekler inşallah. Bize düşense Onları sevmek, Gül’ün (s.a.v.) emânetine sahib çıkmaktır. Şekvâ etmek değil, hâşâ, bahs-i hârdan murâdım Münhasırdır hicrânına bu teşbih-i hâr-ı gül "Gülü seven, dikenine katlanır." denir. Esasen gülü gerçekten seven, dikenine aldırmaz, dikenden şikâyet de etmez. Lâkin, güle duyulan özlemin acısını, ayrılığın verdiği ıztırâbı da gülün dikeninden başka bir şey tarif edemez. Gül dikeninden bahsetmemin tek nedeni, güle duyduğum özlemin nasıl bir acı verdiğini kelimelere dökebilmektir. Ne mümkin, heyhât, bihakkın vasfını medh ü senâ Arşta Ahmed, arzda - zîrâ - Muhammed’dir ism-i gül Gülün vasıflarını, güzelliğini hakkıyla övmek mümkün olabilir mi hiç?! Zira, o Gül’ün (s.a.v.) ismi göklerde Ahmed, yerde Muhammed’dir ki her ikisi de "hamd" kökünden gelir. Ahmed, çok övülmeye lâyık; Muhammed ise, çok övülmüş mânâlarındadır. Göklerde ve yerde isminin her anılışında bu şekilde övülmekteyken, daha O’nu (s.a.v.) övmek için başka ne söylenebilir ki?! Beyzâde’nin dilindedir bu niyâzı berdevâm Hakk Teâlâ hâlimizi kılsın üzre hâl-i gül Beyzâde’nin, Allah’tan tek dileği, dâimâ o Gül’ün (s.a.v.) yolunda olmak, O’nun hâliyle hallenmektir. Kullardan isteğiyse bu duâsına âmîndir. Ve’s-selâm!
Ötmedikçe dalda bülbül açmaz imiş dilde gül
Bir sedâ ver kim dilinden gayrı açsın gonca gül Ne mevsimler gelip geçti bezm-i elestten beri Geçen cümle nevbaharın muştusudur fasl-ı gül Kim ki hüsne meylederse cazibesi ondandır Mücevher-i hasenenin cevheridir asl-ı gül Rahmet-i Rahman boşandı gökten âh u zâr ile Yerde buldu neşv ü nemâ bir mukaddes nahl-i gül Aktı nice vakt-i zaman katre katre gözde kan Bir misâl-i bahr-i umman doldu taştı âb-ı gül Sıbğatullah zâhir olmuş ol müberrâ teninde Cümle elvânın içinde şâh-ı yektâ levn-i gül Çıksa bir zerre-yi katre âsumâna terinden Can verir her teneffüste gönüllere bû-yı gül Şems ü kamer hayâ eder göstermekten yüzünü Ol sebebden görünmezdir leb-i âfitâb-ı gül Yolunu kaybetmişlerin dâim rehnümâsıdır Nûr-ı necm-i dırahşandır ol nukûş-ı pâ-yi gül Vird-i zebân eyleyenler hep şifâyâb oldular Çün marâz-ı kalbiyenin devâsıdır zikr-i gül Güle iştiyâkımdandır, gülzâra muhabbetim Hem vesiletü’n-necâttır, hubb-i nesl-i pâk-i gül Şekvâ etmek değil hâşâ, bahs-i hârdan murâdım Münhasırdır hicrânına bu teşbih-i hâr-ı gül Ne mümkîn - heyhât! - bihakkın vasfını medh ü sena Arşta Ahmed, arzda - zira - Muhammed’dir ism-i gül Beyzâde’nin dilindedir bu niyâzı berdevam Hakk Teâlâ hâlimizi kılsın üzre hâl-i gül Kerim AK 26 Safer 1433 (20 Ocak 2012) - İstanbul |