Aynen
Bir ben kaldım özleminin eşiğinde sabahlayan,
Bir ben…Her bir tiktağında guguklu saatin… Umarak neler neler olacağını… Anlayarak bir adanın sonsuz yanı olduğunu… Karalarda kuzey güney doğu batı var iken… Engin değil o kadar, eşiği özlemin… Demek, bir adada değiliz… Titremesin ellerimiz ayakkabı bağlar iken… Yepyeni şehirler oluşuyor, Beynimdeki depremlerde… Kimsenin yaşamadığı, bitkilerden başka… Bilmediği kimsenin, ne renktir bulutları… Yalnız ben mi bilirim o kentleri, yok mu kimse?.. Bende tüm bir evrenin depremi mi var yoksa… Aman vermiyor işte depremler beynimdeki… Yıkılıyor tüm kentler, yenileri kuruluyor… Bu akrepsiz, yelkovansız kum saatinde, Boğuluyor guguk kuşu havasızlıktan, İnişinde usul usul, kum tanelerinin… Terse çevirip onu, kurtaran kuşu kim?.. Kimdir bunca az yapan taneleri, gövdesini bunca dar?.. Her an içime akan o iri taneleri, Mümkün müdür bir şekilde benden çıkarıp savurmak?.. Vakti geldi: Çıksın artık guguk kuşu ağzımdan… Öyle çabuk geçmiyor yanık yarası ama Zaman çabuk geçiyor… Eriyor kum taneleri, denizde bitimsiz… Elleri var, gözleri var cankurtaranların amma, Olmuyor cankurtaran, her eli gözü olan… Bundandır, her saatli, olamıyor saatçi… Durur adada tümden, çabuk geçse de zaman… Başlar kaldığı yerden, basınca karaya ayak… Sollayarak tüm insanlığı, Hayvanlara yönelir, bitkilere… Onları da bir kalem, tutsak eder zaman… Değişmez hiç yörüngesi, ağır, koca dünyanın, Dünyada hiç bir kolda tek bir saat olmasa… Değişir yörüngesi, işe giden insanların, Tek bir saat olmasa, hiç bir kolda dünyada… Sen ne ömürsün ey zaman kimi zaman sen ne ölüm… Sanırsın ki aşkı sonsuzluğa yetiştiriyor… Sonludur aşk, yanıp sönen sonra kayan yıldızlar gibi… Sonludur insan ömrüne sığabilecek denli… Sonsuzdur, ayırdın mı binbir parçaya… Sayılsa da sayılamaz… Geçse de geçer… Kanat çırpışı bir serçenin, dama konuşu… Hepsi sonlu, sanırsın ki tam şu an bitecektir… Sonlu hepsi, kırılacak yıllarca duran saksı… Hangi kapılar idi açılan Sonsuzluk kapıları kapanmadan önce? Daha önce var mıydı bu gökyüzü, Çarpışı yüzümüze ada rüzgarlarının? Daha önce küçük müydü bu kadar ellerimiz, Kısık mıydı gözlerimiz, boynumuz öne eğik… Hangi kapılar kapanmıştı yüzümüze, Sonsuzluk kapıları kapanmadan önce… Bir yıldız kayıyor, aydınlanıyorum… Ona gitmede her güz, göçmen leylekler… Ondan gelmede her vakit karanlık ışığı göğün… Onda kayan, sanki bütün evren, bütün doğa… Ve parlayan, parlayamaz sonsuza kadar… Aydınlatmayan yıldız, ömrü boyunca, Kayarken, pek imanlı gitmek istiyor… Aydınlıktır, gitmeden, son defa ve ilk defa… Kaydı yıldız… Bu simsiyah gökyüzü cebinde, belki bir dolunaydı… Gösterdiği kimi vakit, sakladığı başka zaman, Getirdiği çoğu zaman, yerde, ölümlülere… Hangi yandaydı kaymış yıldızlar mezarlığı?.. En son oradaydı… Cebinde bir ay, dolunay, yarım ay, hilal… Üstünde yeni açmış bir kasımpatı… Daralan bir ateş çemberinin ortasında, Küçük bir köpekti kalan… Bilmezdi ki kurtulunmaz bu şekilde soğuktan… İlerliyor çember, kalleş kalleş, ağır ağır, Kapatıyor gözlerini şimdi artık o köpek, Değmesinden az önce, ateşin, bedenine; Gülümsüyor bir ancık, ısındı o nihayet, Dar ateş çemberini, üstüne giyene dek… ‘Evrenden kalanlar ner’de?’ diye soran varsa, Kara ateşlere gebe bir kül bulutunun altında… Yeniden harlanmada, şimdi o ateş; Almak için içine, geriye kalanları… Kül olsun savrulsun diye geriye kalan yerde… Oysa yer kalmayacak, savurmaya külleri; Yandı mı baştan sona tüm geriye kalanlar… Ateş süpürsün artık, hala harlı külleri… Külrengi bir ağaç gövdesinin sevgisiz damarında, Belki eriyeceğim… Eriyip gideceğim! Yüzyıllık ağaçların kof gövdelerinde, Dallara yürüyüveren o kofluk belki benim… Belki benim, halkaları, içi yenmiş ağacın… Belki benim, çiçekleri her baharda kuruyan… Belki benim, kalın kalın o örümcek ağları… Silkelenip kırılan dallar da benim… Hapsolmuş bir karınca da değilim, Kanatsız bir sinek de… Kuyruğu tenekeli kedi ise hiç mi hiç… Kuyruğu kestirilmiş bir köpek değilim hiç… Sevgilinin ellerinde soluvermiş bir çiçek? Lal kafeste kahrından ölüvermiş kanarya? Zıplamaktan yorulmuş, emekli bir çekirge? Hortumu su çekmeyen, hantalcana bir fil miyim?.. Yeleleri ağarmış, ağır aksak bir aslan?.. Ben kimim? İnsan mıyım, zamanda tutsak?.. Ben kim isem, aynen öyleyim… Aynen öyleyim… |