Kitap Türküsü
ve bir gün eline
ustura ağzında sınanmamış allı-pullu mektuplar geçerse bil ki sevgilim ben artık elleri üzerinde yürüyen şaklabandan başka birşey değilim I koyu karanlık sulara karışıp gitsin korku püfür püfür esmesin mayıs rüzgarları çekin şu kilimi yaprak hışırtısı altından «yıllar var ki böyle öfkelere dalmışlığım yoktu» yıllar var ki böyle öfkelere dalmışlığım yoktu inadına yapış yapış havada bir gülün kokusu kan kırmızı oturmuşum yüreğimin ortalık yerine nerdeyse iz basacak gözlerim avuçlarını aç koyu karanlık sulara karışıp gitsin korku bana çocuklar betimle sokaklarda büsbütün gülen kitapların yakılmadığı bir ülke adı söyle kütfen yıllar var ki böyle öfkelere dalmışlığım yoktu nerdeyse iz basacak gözlerim avuçlarını aç iki eli var insanın bayrak tutmak için biri ötekini neye sayarsanız sayın bıçak mesela kabına sığmaz uzlaşmaz bir eşkiya bıçak çardak altı kavun beyaz peynir ekmek ve rakı bir gün mutlaka evet ama nasıl ey ütopya cehennem öfkeler yuttum gün yirmidört saat cennete çevirmek için güzelim yurdumu çekin şu kilimi yaprak hışırtısı altından kan denizi uykulara kurşunlar çalıp düze ineceğim şu belalı başımı alıp eşkiya oğlu eşkiyayım duvar içre evet koyu karanlık sulara karışıp gitsin korku II canım sana bu mektubu gözlerim dolu yüreğim paramparça yazıyorum eline geçmeyecek biliyorum tepeden tırnağa kedere battığım şu saat bilmek yetmiyor fakat zulüm kanlı bir kene gibi başımda korkunç bir işkence sonrası uzun sakallarımla oturduğum dört ayaklı masamda ne karanfil kokulu bir hemşirenin cebine benzeyen zarfım ne zarfın gül yüzüne kösnül bir öpücük gibi konduracak pulum ne de sigara kâğıtlarının dar boyutlarında başıboş bir hoş koşturacak kalemim var yokluk özrümü kabul etmiyor satır satır karıştı kanıma bir kere kitap ve ben metris direnişi içinden gözlerimi ısırarak elimi kanlı etime basarak yazıyorum bu mektubu dur canım hemen kaynayıp kabarmasın yüreğin bu yazdıklarım yazacaklarımın ne ilki ne sonu sarı saçlarını omzuna vurup okuyamayacaksan mektubumu derim ki sana sardunya kokulu balkonun kapısını aç dağlara bak dağlar bir serin dağlar bir derin bir rahat iyi dinlemeli dağları kulak basıp dinler gibi tepinen karnını bir kadının duyuyor musun çatırdıyor nerde bir zincir varsa kolunda insanın belki bu ses parıldayan otuziki diş afrika karasında bu ses belki dehşetli güzel bir özlemle beklediğimiz haberi melez avuçlarından üfüren salvador’lu kardeşlerimin sesi belki kimbilir fakat hayır neden olmasın bu ses bizim dağlarımızın sesidir bizim dağlarımız kendi esintisiyle savrulan genç kızlarımıza benzer ve bizim kızlarımız korkunç bir sabırla tutuşan bacaklarını gizler gün gelir güneşli günlere yaslanarak sıyırırlar eteklerini bellerine kadar bir anda birdenbire bacakları arasından onbinlerce çocuk taşar kente düşün bir anda bir-den-bire ülkemizde çocuk taşkını neyse canım yaralıyım kanım azaldı benzim bir güz yaprağı gibi sarardı oysa sana anlatacaklarım anlatamadıklarım kadar çok sözü uzatmaya gerek yok dinle iki gözüm yüreğinle kafanla dimdik dinle yıl 1933 10 mayıs berlin berlin’de faşizm kol geziyor berlin sokaklarından yüzbinlerce kitap opera alanına akıyor kitaplar yakılıyor kitaplar be kitaplar kitaplar hiroşima’lı çocuklar gibi yakılmazdan önce sermayenin gamalı uşağı goebels berlin üniversitesi önünde kırkbin kişiye söylev verdi : «alman düşmanlarının kitaplarını yakan ateş yüreklerinizde vatan sevgisini tutuştursun...» ve faşizm dumanında boğulacağını bile bile aç bir kurt gibi indi kitapların üstüne 1933 yılında berlin opera alanı’nda kitaplar yakılacaktı inatçı yağıyordu yağmur koyu mavi gök delirmiş yığıyordu öfkesini bulut bulut ve hitler ve flick ve krupp yani açlık yani savaş yani faşizm oysa benim ne berlin üniversitesi kapısından girmişliğim ne opera alanını sarsarak gezmişliğim ne de bir hücre evinde kahrolarak goebels’i dinlemişliğim var radyodan gene de mümkün değil acısını duymamak buruşup kalıyor ağzımda bak sana söylemek istediğim en güzel söz bir düşün kırkbin insan kirkbin çift el ayak göz bu söylevi ağzı açık dinledi karşı yapının beşinci katında genç bir soprano inledi berlin berlin olalı böyle kanlı bir gün görmedi o günden bugüne senin yaşın benim yaşım artı çocuk yaşı zaman geçti geçmedi fakat faşizmin korkusu çöreklenmiş toprağıma etime kanımı emiyor sürgit kanımda boğulacak itoğlu it çardak altı kavun beyaz peynir ekmek ve rakı bir gün mutlaka.. evet ama nasıl ey ütopya çekin şu kilimi yaprak hışırtısı altından şili şuramda yanılgı ve tarifsiz bir acı merhaba allende onurlu ölüm merhaba su paredon CIA ve richard nixon hayır sizin duvarınız evet su paredon (1) kastilya hançeri merhaba merhaba ispanya uzak asya vietnam merhaba merhaba ho amca kara öfkem mapusum mandela merhaba size de merhaba plaza de mayo anaları şu güzelim dünyamızda savaş ve kıyım şu güzelim dünyamızda sömürü ve zulüm şu güzelim dünyamızda işkence ve bin türlü cinayet yani emperyalizm yani yedi boğumlu akrep yani şu güzelim dünyamızda gökyüzü kadar mavi gökyüzü kadar sonsuz bir özgürlük açana dek davacısıyım bütün kayıp çığlıkların III ince uzun kaşlarına devirip kuşkuyu «iyi ama nedir bu satır aralarında kanayan yıldız» diye sorma neyse yüzünde gülücük gökte yıldız o bilmez miyim fakat neyleyim kanlanıp kararınca mektubum kalmadı başka bir yolum ve duyunca kitapların geceyi yırtarak gelen o tarihsel çığlığını milyonların adına öfkemi kuşandım koğuş duvarını ikiye ayırdım çıktım dışarı -hıncımı anlatabilsem sana bir çocuk gibi kahırlanmak istiyorum bayramlık giysisi olmayan bir çocuk gibi anlıyor musun geçti bizden biliyorum çocuk olamayız artık kar aklığını tanımadan saçımız tenimiz buruşmadan ite kaka yaşlandık kahırlanmak istiyorum oysa bir çocuk gibi- dışarda birbiri üzerine yığılı yatıyordu kitaplar koridor boyu uzanıp kıvrılarak akıyordu kan tek bir acı dalgası vurmuyordu gözlerine sanki ellerimizden sökülüp götürülmemiş başları kesilmemiş karınları deşilmemiş de sanki okunuyormuş gibi güneşli ellerimizde ayaydınlık ve mutluydu yüzleri elbet mutlu olacaklar ışıyacaklar elbet gün yirmidört saat metris’te kolay mı madrit’i yaşamak yeniden kolay mı bin küsur insanın tutuklu elleriyle çıplak et diş tırnak no pasaran diye haykırması (2) bin küsur insan kaynayan kemik tutuşan et ve birer çift gözden ibaret onsekizer kişiydiler koğuşlarında aralarında aşılmaz duvarlar vardı aşılmaz duvarları sesleriyle aştılar haykırdılar durmamacasına haykırdılar külrengi raflarda göbeklerini açmış harıl harıl direnişi yazıyordu kitaplar silahlı ve kalabalıktılar duvarlar onlar adına yükseliyordu zincirler kilitler sürgüler tank tüfek ve ölüm ve bomba ve korku ve zulüm ve yeryüzünde ve gökyüzünde bütün öldürüm silahları onlarındı bizim kenetlenmiş kollarımız ve kavgasını vediğimiz kitaplarımız vardı erkekler uzun sakallıydı (3) kızların al yanaklarında uzatacak sakalları yoktu yoktu ama herbiri uzun soluk taşıyordu güvercin göğüsleri içinde üfürdükçe dağ soludukça orman yangınlı tepeler üzerinde rüzgarlı bulutlar uçarken dönüyordu tarihin tekerleği fırlayacak gibi milinden onlar etekleri ve saçları içinde tutsaklığı reddettiler ve cephe gerisinden önümüze feodal kafalarımızı kırarak geçtiler metris’in bir ucunda kızlar bir uzunda biz mapus aramızda c blok var c blok’un arka yüzünde arka yüzünün bir gözünde i n s a n s ı l a r yaşar günde beş vakit secdeye varırlar yoldaşlarının kanında abdest alıp ve itirafnamelerini hatmederler korkunun rahlesine diz kırıp biz görüşe giderken kızlar kollarıyla pencereden yüklü birer dal gibi sarkar el ederler el ederiz birini sana benzetirim severim çünkü hepsini seni sevdiğim kadar IV bir yerlerde bir şarkı söyleniyordur gitar telinde aşk tınısı gümüş bir ay oturmuş gitar teline cırcır böcekleri ve yaldızlı kumlar kumda esrik kumda yalın ayak dil diş dudak öpüşüyorlarken tam da dünyadan ve yurdumdan uzak yurduma ve dünyaya yakın kan tadı gibi bir şey ağzımda omuzların üstünde üç maymun neden maymun göz maymun dil maymun kulak bunca önemli mi kirli havayı soluyor olmak ne demekse yemek içmek çiftleşmek uyumak korka korka kapkara umutsuz ne demekse sanıldığı kadar uzun değil tüfeklerin namlusu kurşunların menziline düşmeyen gece dürbünlerinin kâr etmediği ölümlerin ve işkencenin kâr etmediği bir yeri var alnımın hiçbir nalçalı çizme çiğneyemez umudumu sanıldığı kadar kolay bir iş değil bu çekin şiirlerden arabesk gözyaşlarınızı küçük burjuva kaçkınlarınızı alıp gidin romanlardan nerde benim sanatım hani o başkaldıran liselim üniversitelim öğretmenim nerde nerde benim grevim grev gözcüm nerde bu işyerinde grev var ne güzel yakışırdı işyeri duvarlarına dayanışma pankartları neden cesedimin yüzü kaçırılıyor annemden annemin çığlığını kimseler duymuyor neden dörtbir yanım galile galileo nerdesin ey cordano bruno el uzatımı kedi köpek ölüsü bir de insan çekin şu kilimi yaprak hışırtısı altından delirmek gibi birşey susun lütfen kaç lekesiz duvara yapıştı diktatör fotoğraf bilen var mı kaç göz kaç duvarda kurudu portreci ressam defol natürmort sen de sen de daktilo tuşlarında şak-şak’çı aydın demiri döven ateşi eleyen el nerdesin ey iki eli var insanın bayrak tutmak için biri ötekini neye sayarsanız sayın bıçak mesela kabına sığmaz uzlaşmaz bir eşkiya bıçak kolların ucuna beyaz bir bayrak gibi çekilse de yatırsa da kendi gövdesini musalla taşına secdeye kapanıp kalksa da kendi ruhu için duaya yasak bir bildiri gibi taşınacak ceplerde elbet o en mükemmel ürün ve o en mükemmel alet ırmaktırlar belki sağnak yağmurları bekleyen denizdirler belki ufkunda kasırgalar gizleyen dağdırlar belki kalkıp yürüyecek devdirler belki belki bu yüzden topal karıncanın yürümesi duyuluyordu dışarda içerde kızılca kıyamet kopuyordu kendi ellerimizle kitaplarımızı vermezdik buyurun alın yırtın yakın diyemezdik V gün olmuş memedin yaşı yirmiyi bulmuş ağrı’dan kars’tan bitlis’ten van’dan ak-lı kara-lı denizden doğu’dan batı’dan gelmiş gelmiş de metris’e gardiyan durmuş ayışığı ve dumanlı düşleri arasından çekilip alındığı gündü elektrikli elektriksiz copu gördü bir ağaç köküne benzeyen elleri neyin kavgasıdır bu pek aklı almadı delikanlılık da olsa serde kanlı-bıçaklı sevdalara da düşse savunmasız birine eli hiç kalkmadı kızarsa dertlenirse severse bir de toy bıyıklarını çiğner bir de ateşini karartmadan ucuz tütün içerdi herşey erkekçe olsun isterdi isterdi fakat metris’te emir demir’i daha bir keser metris’te askerlik ölümden beter günde iki tayın ekmeğe bir kap nohuta bulgura vatan millet sakarya gardiyan memet silahı matarası kaputu postalı gönlünde kırık sevdası «çanakkale içinde aynalı çarşı ana ben gidiyom düşmana karşı» memede benzemiyor sevgilim memedin yüzü yurduma dönük yayla bakışları dumanlı ve sönük memet köyde memet kentte işyerinde hapisanede her yerde el uzatımı içimizden biri dostumuz kardeşimiz sokak aralarında memet ışıklı bulvarda memet kavşaklarda memet memet toprağın yüreği nerde göğsünü parçalayacak gibi atıyorsa atacaksa orada nöbete yatar memedin elinde amerikan yapısı tüfek dağlarımızda ne arar memet memeeet süngünde ne var memet süngünde ne çocuktur elinde sanki tahtadan tüfek takılı ucuna çakıyla yontulmuş erik dakı kentlerde tutmayla biter mi onsekiz aylık nöbet evlerin sokakların ötesi kırlar tepeler ayak izleri kan damlası sargı parçası kar lapa cızırdayarak söner bir izmarit ete bastırmış gibi ağacın kovuğu kurdun yatağı didik didik uykular tetik kaçılır kovalanır cana daralır kopup gelmiş sanki çocukluktan saklambaç o çukur senin bu ağaç benim patikaya dikkat zehir gibi kusar karaşafaklarına kar senin de kurşunlara göre bir yüzün var dağ büyük ağaç sık orman bir uğultulu kucak düşte tarhana çorbası düşte sımsıcak yatak ey güzel gün ey büyük sabır ey korkunç hasret durdurabilir mi kar fırtınasını sıcacık bir düş kıyasıya üşümüş buzdan bir yontu gibi baksana tavşan kanı ılıcık akıp gitmiş uykusundan çekin şu kilimi yaprak hışırtısı altından vurulmuş da gencecik yana yatmış gibi bir dağ elin tetiğe bulaştığı yere kırağı düşmüş kim duyar gürültüsünü ey güzel gün ey büyük hasret kavgadır biter biter bir yerde elbet çocuktur elinde sanki tahtadan tüfek takılı ucuna çakıyla yontulmuş erik dalı yatırmış gövdesini tam onsekiz ay rehin öder borcunu gün sayarak parmak hesabı alırlar sonra pusatını elinden cıscıbıl kalır tezkeresi ve belleğinde bir ömürlük masal bir çalım uzatır bıyığını saçını sakalını kahvâne meclisinde adamdan sayılır erik dalı sanır kan çoğalır kan geceye taşar yıkılır birer birer etten ve kemikten yükselen barikatlar sayfalar savrulur sayfalar uçuşur sayfalar kana bulaşır sesler gelir bilmem kaç mapus yılı öteden vıcır vıcır bir kırlangıç şafağı içinden duvar uzar duvar yükselir kahrolası duvar bu gelen sesler sorgulama sesidir bu gelen sesler insan olan insanı delirtir ince belli yağız bir attır öfke toynakları altında gök mavi bir ova yayılır sarınır terine yemyeşil bir rüzgâr yelesini ayırır dolu dizgin sürersin kendini sorgu odasına sorgu odalarından sarı saçlarını savurarak sen de geçtin bir zaman korkma ve anımsa ağzında haykıracak çığlığı olanın bir serçe gibi koparılamaz başı VI kapının karşısında büyücek bir masa duruyor masanın üzerinde biri diğerine yabancı iki el bir kıyım silahına yapışmış gibi terli ve soğuk iki maroken koltuk boş bir araba lastiği ve falaka ve önünde kör duvarın patlamış kara kumral tabanları tırnakları dökük ayakların tavanda bir uzun askı demiri askı demirinden kayışlar sarkıyor inip kalkıyor kalkıp iniyor kayışlarda kadın ve erkek kolları irili ufaklı kum torbaları çocuk yenleri gibi ıslak gözbağları ve manyetoya bağlı kırmızı uçlu teller sopalı sopasız işkenceciler ve diğerleri gece saat iki birinci işkenceci gençten yakışıklı saçlarını ikiye ayırmış ortadan bacaklarında paçası dar plili bir pantolon henüz toy eklemlerini birbirinden ayırmakta parçalamadan bağırsaklarını bir insanı kazığa oturtmakta ve kaldırıp penceren atmakta takılıp kalmasa aklına yatakta savruluşu sevgilisinin korkunç bir merakla bekleyecek sonunu işkencenin ikincisi aksayan bacağıyla allahına yan bakar bir bit gibi kırsam kadınsı omuzları üzerinde yükselen armut kafasını kilosu kadar insan ve kitap kanı akar üçüncünün en büyük merakı akıma tutulan cinsel organların yaralı bir güvercin gibi çırpınması sabaha kadar bulamazsa eğer bir insan ya kendinde deneyecek kırmızı uçlu teli ya bir tutuklu kaldıracak uykudan bir yanından bakılsa öbür yanı görünür dördüncünün ama her kitabı kırk düğümlü ipte kırk kez sallandırmaktan yana fikrimce çok iyi biliyor kime doğru uçmakta «yayından fırlayan ok» beşincinin yanıbaşında sürükleyecek bir gölgesi bile yok nasıl büyükse cüceler ülkesinde gulliver öyle büyüktü odanın ortasında çakılı duran gözleri bağlı üç kitap biri bilim biri felsefe biri sanat içlerinden biri bir yaprağını devirse üzerine cücelerin bir daha dönmemek üzere gömülürlerdi dibine tarihin besbelli bekliyorlardı büyük bir sabırla çalmasını o saatin insan emeğine kan insan emeğine sömürü bir sülük gibi yapışınca başladı kitap kıyımı isa’yı babasız isa’yı allem kallem doğurmanın sırrını bulmazdan önce meryem yani isa babasını inkâr gelmezden çok önce kötü yola sürüklediği gerekçesiyle gençleri öldürüldü aristofanes havaning adlı cüce başlatmak için uygarlığı kendisiyle ne varsa silip süpürdü çin’den ne kaldı geriye fırat kıyılarında havari’nin yaktırdığı kitaplardan biraz kül biraz duman.. yüreğimde cehennem yangını homeros konfiçyüs augustus şair dedem ovidius boccacio dante montaigne remarque böll einstein marx engels lenin gökçe nazım hasan hüseyin ve daha binlerce güzelliğim yakıldı yırtıldı yasaklandı ve kapatıldı ardına demir kapının silahlar yasaklanmadı hiç öldürmek öldürülmek yasaklanmadı sorgu odaları cezaevleri darağaçları yasaklanmadı sömürgeleştirmek zincirle doğmak zincirle büyümek bir gün olsun gülemedim demek yasaklanmadı yasaklanmadı legal yarı-legal illegal açlık tekelcinin dünyası savaş yasaklanmadı yasaklandı fakat kitaplar insan emeğine kan insan emeğine sömürü bir sülük gibi yapışınca başladı kitap kıyımı en önce ucuz bir roman kapağı içinde ne yapmalı duruyordu iliç belki bu duruma geniş alnını kaşıyarak gülüyordu günsel sen güzelim kadın (4) nasıl da hırslısın çakmak çakmak iki elinle bastırsan patlayacak binbir umutla büyüyen karnın sen bile dayanamadın ellerimizden sökülüp koparılmana oblomov hımbıl adam (5) hırkanı atıp kalktın ayağa bir yıldız gibi kayardın gavroche (6) geceleri paris sokaklarında paris’in sokakları senden sorulurdu paris’in sokaklarında barikatlar kurulurdu anımsa paris’te halk ayağa kalkmıştı fakat ellerinde bir tüfekleri kalmıştı avına kanatlanan bir şahin gibi sen tepeden tırnağa isyan tepeden tırnağa yürek atıldın düşmandan koparmak için birkaç tüfek vurulup düştün sokakları düştü paris’in küfret gene küfret gavroche küçüğüm argo dilini sevsinler senin bin erkek altından kızoğlankız kalkan oynak kalçalı tereza (7) şafak ucunda gecenin hedefini şaşmaz tükrüğünü bir mermi gibi yapıştır ablak yüzüne işkencecinin akhilleus peleus’un oğlu savunuyor diye troya’yı dur öldürme hektor’u hektor bir yiğit adam sen de inat etme Paris kimi seviyorsa helena sunsun ona şarabı elinden hermes haber ulaştır zeus’a poseidon apollon athene ares ey tanrılar durdurun savaşı akhalılar troyalılar gelin tunç kargınızla kalkanınızla bükülmez bileklerinizle gelin gelin hep birlikte gömelim işkenceyi ülkesinde hodes’in julius fuçik ibrahim çilemiz bitmemiş bitmemiş kardeşim VII sevgilim çilemiz bitmemiş delirecek şu duvar küçük küçük adımlıyordun yasak bir afiş gecesini konuşmasını öğreniyordu insandan önce duvar vurup duruyordu caddeye serseri bir ayaz çılgın gibi bütün ağaçlar nisan sonu muydu? aklımı-fikrimi çelmiştin bir gelincik açmıştı içimde toyluk işte bayram yerine gider gibi gelmiştin anımsa kırmızı boyun atkımı dolamıştım boynuna kınından fırlamış bir bıçak gibi aykırı güzeldin bir gelincik açmıştı içimde aklımı-fikrimi çelmiştin bir gelincik kanatılmıştı sonra kan kırmızı ayaklarım bir durak erkene almıştı geleceğin yolu ne bilsin pusu son buluşmamıza ihanetle kurulmuştu ayrılık bozkır gecelerine kalkan tren gibi bir çığlık göğsüne göğsümün şeklini basıyordum öpüşüyorduk pusu patlıyordu üstümüze ihanetle kurulan sen karanlığa koşuyordun ay buluta kasıklarımda kan kuruyordu ay buluta koşuyordu çıkmadı aklımdan saçlarını rüzgâra yatırışın kapanıp kalmışım beşiktaş’ta bir balıkçı tezgâhına ellerimin altında ıslak bir kedi miyavlaması bir tekme buldu ağzımı dişlerimi tükürdüm ihaneti alıp koydular karşıma seni sordular ihaneti ülkemi seni ve ölümü düşündüm yağmurun tıpırtısı gibi kesildi ayak seslerin ay buluta girdi dedim içimden ay buluta girdi kaç yaşındaydım yirmi hayır yüz belki bin rüzgâr gibi öfkeydim asıldım askı demirine pencereden sarkıttılar inkâr deldim adımı şakağımda tabanca alıp götürdüler bir ıssıza ay buluta girdi dedim içimden inkâr geldim adını münferit filanmış işkence ne büyük yalan obur köpekler gibi bacaklarımın arasında ceryan «bana bir aşk masalından şarkılar söyle» insan ne garip şeyler düşünüyor işkencede bir kitabın denizlerine inerdik olur olmaz iskandil düşürerek varırdık hedefe kürek kürek zorlu birer kartaldık kanat veren gök fırtınalara biliyorum o tren bir daha uğramaz o gara bir sır gibi saklanacak son buluşması dudaklarımızın çığlığıma çığlıklar bulaşıyor yan odadan çekin şu kilimi yaprak hışırtısı altından bir el gelip yapışıyor göğüslerine kızın sunmak için cehennem ağzına elektrik telinin ayak parmakları el parmakları yani aşk tarağı sorgucu sorar sorular sorar gün uzar gece uzar çocuk çığlıkları gelir bir sokak öteden anne olamayacağı düşer kızın aklına aşk yuvası yıldırım düşmüş bir kovuk bir gün mutlaka evet ama nasıl ey ütopya oyuncak tren yürütür bir evde bir dolu çocuk gözler trende gözler ray dönemeçlerinde vuut vuut hayır bu vapurdu tren uzun geceler gibi bir çığlık biliyorum o tren uğramaz bir daha o gara bu kollar bir daha dolanamaz boynuna biliyorum radyatör demirine bağlı bileğimdeki kelepçenin bir halkası bir halkası güzel günlere yok bunun ortası içimde harman sarıları vızır vızır oğul arıları içimde bataklık kuşları leş kargaları içimde tank paletleriyle ilerliyor ihanet en amansız stalingrad savunması beynimde bir ucu öldürülmek işkencenin belki kalır belki kalmaz adın öteki ucu ihanet adın yapışıp kalır belleğine halkın ayaklarımın dibinde çırpınıyor ağzımdan boşalan kan çekin şu kilimi yaprak hışırtısı altından en savunmasız en masum anılarımı yokluyor belleğime bir sıçan gibi sokulan el inadına geliyor aklıma unutmak istediklerim ihanetin menziline girmeyen bir yeri var fakat direncimin bir kilim gibi katlayıp yaktım geçtiğim bütün yolları kimliğim ve allahım yoktu sanki hiç yaşamamıştım kimliğim ve allahım yoktu sanki hiç yaşamamıştım ekmek yasak su yasak düşlerimde serin bir ırmak kalkar yanıbaşımdan bir kere kalkmaya görsün halk güneşli günleri alıp eline göz gez arpacık bir kere kalkmayagörsün... susuyorsa darılma uyanmamak üzere dalıp gitmek bir uykuya uyuma ulan uyuma ulan ’lan ’lan anneni var ya anneni... hani baban... annem benim seni de soruyorlar kardeşim seni de sevgilim sözcüklerle soyuyorlar sizi tarifsiz iğrenç kurşun döküyorlar beynimin ortalık yerine çardak altı kavun beyaz peynir ekmek ve rakı bir gün mutlaka... sesli konuş ey ütopya vakitsiz ötüyordur şimdi kumrular kırlangıçlar vıcır vıcır kırlangıçlar saçak altı hercai menekşeler gecede kaç renk gözlerimde kaç delirecek şu duvarlar mümkünü yok VIII güneşten topraktan senden ve kitaptan uzak hangi sözcüğü kaldırsam altında bir kundak sinsi bir bıçak kolluyor en masum düşlerimi oturmak istiyor yanağımın çukuruna örümcek belki bu yüzden yangın gibi birşey ağzımda herşey benim dışımda herşey benden uzak ey ütopik hamak ne kadar sıcaksın ve ne kadar rahat peki ya neden güzel günler derken ben birdenbire tüfekleşiyor elimde kalem kıyıları koyları yumuşak başlı dağları sevmiyor muyum eskisinden çok her dalından yaşam ağacının koparmayı istemiyor muyum güzel bir an bir sana bir bana kardeş kardeş dünyamızı düşlemiyor muyum ranzama sırtüstü uzanıp düşlüyorum istiyorum seviyorum fakat düşlemekle istemekle değişmiyor bu hayat değişmiyor canım türkçemizin en güzel en sert ve en yumuşak sözcüğü direnmek’i öğrenmeden büyük harflerle yaşayarak şimdi sen uykunun en derininde kavganın en serininde olabilirsin bir kurşunun önünde kurşundan hızlı kaçabilirsin aldı alacaktır canını yaktı yakacaktır saçını ve belki herkes kapatmıştır sana kapısını ve belki senin hiçbir kapıyı çalamıyor elin fakat şundan emin ol ki sevgilim ayaydınlık bir kitap gibi sayfalarını savura aça metris içinden istanbul’a sarkan çığlığımıza bakıyor güzelim bir dünya |
birdenbire tüfekleşiyor elimde kalem
kıyıları koyları yumuşak başlı dağları
sevmiyor muyum eskisinden çok
her dalından yaşam ağacının
koparmayı istemiyor muyum güzel bir an
bir sana bir bana kardeş kardeş dünyamızı
düşlemiyor muyum..."
Şairim; yüreğinize, kaleminize sağlık.