ONUNCU KURŞUNŞiirin hikayesini görmek için tıklayın Çolpan
1893 yilinda Türkistan’ın Fergana vilayetine bağlı olan Andican kentinde dogdu. Gerçek adı Abdülhamit Süleyman’dır. Çolpan (Tan Yıldızı) onun takma adıdır. Çolpan Cedit doneminin en önemli şairidir. Hem medresede hem Rus okullannda öğrenim görmüş; Arapça, Farsça, Rusça ve Ingilizce öğrenmiştir. Mevlana, Sadi, Hafız, Hayyam, Nevayî, Fuzülî gibi Türk ve İslam klasiklerini okumuştur. Devrin diğer ceditçileri gibi Osmanlı, Kazan, Azerbaycan Türk edebiyatlarını yakından takip etmiştir. Türkiye’den Tevfik Fikret, Cenap Şahabettin, Mehmet Emin, Ziya Gökalp, Mehmet Akif gibi şair ve yazarları yakından tanımıştır. 1917-1918 yıllarında Orenburg’da “Vakit” Gazetesi’nde çalışırken Başkurt Millî Hükümeti’nin de sekreterlik görevini de yürüttü. Bu yıllarda daha bir olgunlaştı. Sovyetler’de egemen millet Ruslar’ın vaat ettiği sözde “hürriyet”in hiçbir zaman gerçekleşmeyeceğini ilk sezenlerden oldu. Çolpan, yaklaşmakta olan felaketi çok iyi sezmişti. Orenburg’da duramadı. Ülkesine döndü. Yapacağı çok şey vardı… Adı: ÇOLPAN’dı! Ve Çolpan yol, yön göstermiyor muydu? O halde, milletin içine girmeli; halka yol göstermeliydi… Öyle de yaptı! Halka vurulan çelik prangaları şiirin yıldırımlarıyla parçalamak için yazdı. Halkı gibi düşünüyor; şiirini halkın seveceği tarzda yazıyordu. Bıkmadan, usanmadan çalışıyordu. Şiirin dışında hikâyeler, oyunlar kaleme alıyordu. Halkını bilgilendirmek için, Hintli Şair Rabindramanth Tagore’un Puşkin’in şiirlerini, Gorki’nin Ana’sını, Shakspeare’in Hamlet’ini Özbek Türkçesine çeviriyordu… 1917-1920 yılları arasında ilk önemli eserlerini veren Çolpan, 1920-1926 yılları arasında ise Oyganış (Taşkent 1922), Bulaklar (Taşkent 1924) ve Tan Sırları (Taşkent 1926) adlı eserlerini yayınlamıştır. Bu eserlerinde yer alan toplam 119 şiir millî sembolizmin eşsiz örnekleridir. Çolpan, millî meseleler yanında sosyal buhranları da işlemiştir. Kazak Türkü Magcan Cumabay gibi Türk İstiklâl Savaşı’nı gönülden destekleyen ve bu amaçla şiirler yazan bir Türk evlâdı da Abdülhamid Süleyman Çolpan’dır. Çolpan’ın gençlik yılları Rusya’daki çalkantıların zirveye yükseldiği bir zamana rastlar. I. Bolşevik ihtilâlinde daha çocuk yaşta olan Çolpan; 1917 komünist ayaklanmasına ve bu sırada ortaya çıkan bolşevizm taraftarlarıyla, tam bağımsızlık yanlılarının mücadelesine tanık oldu. İlk ciddî çalışmaları da komünizmden sonra gerçekleşti. Eserlerinde Türk insanının duygularına ve durumuna tercümanlık yaptı. Tehditlere ve baskılara boyun eğmeden en iyisi için uğraştı. 1920’li yıllarda Türkiye Türklerinin emperyalizme karşı verdiği savaşı da yakından takip eden Abdulhamid Çolpan, Türk milliyetçilerinin iyi tanıdığı “Tufan” adlı şiirinde; “Ey İnönü, ey Sakarya, ey istiklâl erleri, Yürü mazlumlar tufanının öç alguçı selleri”, diyerek Türkiye Türklerinin yanında olduğunu açıkça dile getirmiştir. Bu şiiri ile diğer milliyetçi yazı ve sözlerinden dolayı birçok kez yargılanarak, hapsolundu. O yine bir şiirinde Türkistan’ın üzerine nasıl bir kâbusun çöktüğünü; “Gözel Türkistan senge ne boldı? Sebep vakıtsız, küllerin soldu”, diye anlatıyordu. Kullandığı dil sade, şiir tekniği özgündü. Çolpan’ı herkes zevkle okuyordu. Baskıcı rejimin temsilcileri bile Çolpan’ın sanat gücüne hayran kalıyorlardı. Ne var ki, Çolpan bir rejim şairi değildi! Aksine o, halkını şiirin güçlü kanatlarına bindiriyor, özgür göklerde dolaştırıyordu. Sovyet rejiminin propaganda masalları karşısında o, katı, saf gerçeklere işaret ediyordu. Çolpan rejim için tehlikeliydi! Halkın sevgilisi Çolpan’ı susturmanın yollarını aradılar… Önce “rejimin sözcüsü bir şair” yapmak için çok gayret gösterdiler. Yapılan her öneriyi Özbekeli’nin bu kahraman evlâdı, elinin tersiyle itti. Aydınlar Çolpan konusunda ikiye ayrıldılar. Rejime sadık aydınlar “Çolpan susturulmalı” diyorlardı! Rejime sadık görünenler ise: “Hayır, Çolpan halkını seven bir şair. Bizleri onun politik düşünceleri değil, onun sanatı ilgilendirir” diyorlardı. 1926 ve 1927 yılı bu tartışmalarla geçti… Çolpan’ın sanatına hayran olan ve daha sonra aynı çileleri çeken şairlerden Aybek, 1927 yılında, şöyle diyordu: “Biz edebiyat dehâsı Çolpan’ın seviyoruz. Biz Çolpan’dan onun, bugünkü zaman edebiyatının taleplerine hizmet etmediği için vazgeçebilecek miyiz? Fikrimce biz buna muktedir değiliz. Biz, Rus yoldaşlarımıza bakarsak, onların Puşkin’i sevdiğini görürüz. Puşkin’in eserlerini her bir Rus komünisti, komsomolu ve aydını okuyor. Onun Rus edebiyatında şerefli bir yeri vardır. Puşkin proleter şairi değildi. Aksine feodal ve aristokrat şairi idi. Onunda gâyeleri zamanımız isteklerine uymuyor. Bu öyle olmasına rağmen ne sebepten onu hepsi seviyor? Çünkü Puşkin güzel eserler yaratmış. Biz de Çolpan’dan ellerimizi çekmeyeceğiz. Çolpan bizim edebiyatımıza yeni şekil getirdi. Genç nesil onun şiir san’atını, açık dilini, çekici uslûbunu seviyor… Çolpan’ın ideolojisini değil, belki onun yarattığı şairce ifâdelerini okuyor, bu sebepten hiç kimse ondan vazgeçmeyecektir” Çolpan’ ı sevenlerin bu içten düşünceleri, Rus kontrollü Sovyet rejiminin Çolpan’a düşman olmasına sebep oldu. Sonunda o da, alçak Stalin’in 1930’lu yıllardaki terörüyle yüzyüze geldi. Şiirleri yüzünden sekiz defa tutuklandı. Sekiz defa hapsedildi. Hapishanede de yazdı. Hapisten her çıkışında kutlu ülküsüne kaldığı yerden devam etti. Karar: kesin ve açıktı: Çolpan rejim için bir tehlikeydi… Stalin devrinde 1937’de, Taşkent’te yapılan bir yazarlar toplantısında, ’eserlerinde, ideolojik açıdan komünizm dışı meselelerle uğraştığı için, davaya ihanet ettiğini söyleyerek suçunu itiraf etmesini’ istediler. Çolpan ""Siz beni üç gün içinde islah edemezsiniz"" diye cevap verdi. Bu olaydan sonra, halk düşmanı ve milliyetçi olmakla suçlanıp tutuklandı ve ’Aydınları Temizleme’ hareketleri esnasında 4 Ekim 1938’de kurşuna dizildi. Cesedi yok edildi... O, milletini ve şerefini her şeyin üzerinde tutarak, bir kahraman gibi öldü. Şehit edilişinden 19 yıl sonra; 1957 yılında Çolpan’ın medeni hukuk yönünden suçsuz olduğu kabul edildi. Ancak eserlerinin basılmasına izin verilmedi. Duygulu, atak, zeki bir özgürlük şairiydi... Eserlerinde bağımsızlık, kadın hakları, eğitim gibi çeşitli konulara yer vermiştir. Toplumunu aydınlatmak için, dünya edebiyatlarından Özbekçeye çeviriler de yapmıştır. Eserleri: Şiir: Uyanış, Bulaklar, Tan Sırları, Koşuklarım. Tiyatro: Halil Felenk, Zaman Hatunu, Uzun Kulaklı Baba, Yarkın Ay, Müthiş Yumruk, Goar’ın İsyanı... Roman: Gece ve Gündüz. Çeviri : Hamlet, Seyahat Eden Kız. Özellikle şiirleri bağımsızlığın ve yurt sevgisinin birer timsali gibi görülmüş, Güzel Fergana, Kisen (Zincir), Kozgalış (Ayaklanma) adlı eserleri bestelenmiş ve dilden dile dolaşmıştır. Şehit Şair A. Süleyman Çolpanın ölümsüz anısına Sene otuz sekiz, mevsim Sonbahar, Ekimin dördüydü, günlerden Salı; Leyli zulmetini boğmadan nehar, Cüce tekerlekli Zis-beş azmanı, Üç kez turlayarak Demir Meydanı, Na-Ko-Vu-D zindanı Önünde durdu... Gelen Sıtalinin gözü kulağı, Lavrenti Beriya, ifrit yardağı, Peşine takılmış pür-silah azap, On bir yasavulun tekmili kasap... İn cin top atarken Çarsu Pazarda, Çirçik kanalları hüzne bulandı; Taşkent ağlamaklı Hûması darda, Müstakbel şafağın berçesi tandı... Açıldı sır kapı çağ canisine, Tamu temennada zebanisine; En başta dönemin azgın mankurdu, Yazıpov, el pençe, şişmiş avurdu; Yoldaş kurmayların cümlesi susta, Cıfıt selamına esas duruşta... O ki, Moskovanın ikbal ulağı, Sovyet sultasının dili dudağı, Namı kör Pavloviç, cürmüne kordu, Tuğyan tezgahında bela dokurdu; Ağda bırakır mı eşkin avını? .. Bizzat üfürecek ecel kavını... İlk işi, Usmana Çolpanı sordu, Sanık derdest hazır olunca cevap, İnfaz avlusuna geçti derekap... Hayret! .. Önündeydi Özbek Bozkurtu; Bir sandalye isteyerek altına Kolpa cakasıyla tersten oturdu; Göz göze geldiler av ile bavcı... İşgil zamandı; Dağlar dumandı; Kemtere bayram, Yahşi, yamandı... Kolları çarmıhta, boynunda lale, Ayaklar direğe sımsıkı bağlı; Bakışları sürgün mazlum melale, Saç sakal uzamış, çahre çerağlı; Alnına sermiş de gönül terini, Yekinse kıracak zincirlerini... O ki, Çolpandı; Tana kalkandı; Ortalık Asya, Andına candı... Bu haliyle bile aklı vatanda; Fergana ne yanda? .. Çatkal ne yanda? Hissikablelvukû kalbine damdı: Ana ata yurdu berbat şu anda... Memat ayaklanmış, Hayat mezarda; Sılanın ahvali Ona ayandı; Yer demir, gök bakır, Sel intizarda, Bir afat baran ki, güne ziyandı; Ot kök, dağ taş, kurt kuş, Yel ahûzarda; Besbelli Tanrıdan ikaz bu sağnak; Andican anlar mı? Çolpanı korda... Bir yomsuz andı; Fecri yalandı; Canan uykuda, Can perişandı... Özgeler gülerken ağlayan Oydu; Kalebent efkarla çağlayan Oydu; Düşmana kulluğu özü dövmeyip İsyan kalemini zağlayan Oydu. Rahmet mi? .. Gazap mı? .. Üste bu tufan, Andına isteyir şol canı kurban... Andican! .. Andicaaan! .. Sayrı Andican! Çözül bağlarından gayrı Andican! Bahtına çemkiren bu kaçıncı yas? .. Cana can, Kana kan, Kısasa kısas, Olmazzsaa mümkün mü, Zilletten halas? .. Buhara ne yandı? Semerkant ne yan? .. Taşkente tebelleş bir aysar tuğyan; Uyan ehli vatan, kendine uyan! .. Benliğine sahip çıkmazsan eğer, Çarmıhta Çolpan, Çarmıhta Çolpaaan! .. O böyle dalmışken öz alemine, Beriya, başladı kem söylemine; Malûmu okudu gözlük takarak; Adını banladı yarım yamalak: Eyy Amidi Sülman, lakabı Çulpan! .. Sen ki halk düşmanı, suçun ağırdı! Sovyet adaleti kalemi kırdı, Son sözün ne? dedi, yere bakarak... İşgil zamandı; Dağlar dumandı; Kemtere bayram, Yahşi, yamandı... Yalan yok, Kırılan kalemdi sahi... Bile güle dalga geçmekte sanki, İsmini çarpıtıp ürüyen barak... Bir lehavle çekip dişini sıktı, Namıyla müsemma ıldıza baktı, Ela gözlerinde şimşekler çaktı, Bu da sorulur mu, bire dangalak Dercesine süzdü can düşmanını; Dileği dilinde bir kor isyandı, Pavkurdu Volkan: Ne Amidi Sülmaaan Ve ne de Çulpan, Bundan böyle adım, Azat Türkistan, Azat, azat, azat, Azat Türkistaaan! .. Vasiyyetim sana eyy görklü vatan! Kanıma şart olsun Son arzum Turaaan, Tek arzum Turan! .. Mührü Süleymana sembol lakabım, Rabbin Hamd ismine abid sanatım, Ben adımı gücün bela kazandım, Beriya, Beriyaaa seninki beleş! .. Av avcıdan baskın, bu nasıl güreş? ..! İnfaz sonrasında yüreğimi deş, Gör bakalım neymiş, gizlediğim sır! Kuzgunlar üşse de yurda İt rehber olamaz kurda; Aşkım, Sevdam. Ürek terim. Kızılından Kızılelma İşte burda, İşte burda! .. Bu avaz, taşırır sası bardağı, Kabına sığamaz ifrit yardağı, İrkilerek düşer sırt üstü yere, Rezil rüsvay olur onca leşkere; Haline hırs yapar, sanki kudurur, Devrik iskemleye tekme savurur; Diz çökmüş manganın dalına geçer, Ter ter tepinerek adeta kişner: Susturun şunu, Susturun şunuuuu! .. Elleri tetikte bekler cellatlar; Avlu deştivanı baş mankurt Usman, Nişan aal! .. Üç, iki, bir, Soldan sırayla Ateeeş! .. Derdemez on tüfek peşpeşe patlar... Olana bitene kayıtsız Çolpan, Umurunda değil cismine tırpan; Son koşuğu için şaşmaz beyninde Her mermiye bir söz arkalamıştır; Dokuz çiçek goncalanır eğninde, O da ne? ...! Onuncu dal-taban ıskalamıştır... Vuslata çelmedir hayıf meramı: Ahh yalaboz kurşun İmdi reva mı? .. Nice saparsın! .. Yağıdan merhamet marazdır ere, Berceste yazgıya cay mı yaparsın? .. Ahh onuncu şapşal İmdi reva mı? .. Uçmağa kan-atlı dokuz uranı, Seninle ondurup derlemek vardı; Destegül ezgili gökçek Turanı, Tersinden okuyup birlemek vardı; Ahh yalaboz kurşun İmdi reva mı? .. Nice saparsın! .. O ki, Çolpandı; Dili volkandı; Esir kavmine, Nur tapşırandı; Adam kimin adam, İgit Ozandı; Okuyandı, Yazandı; Zemheride diri tavuk yolanın Er duruşla ezberini bozandı... Yedi zindan görmüş, bu sekizinci; Zulmet kıskacında parlayan inci, Kamalgan evhamın ürktüğü zandı... Ahh onuncu kurşun, İmdi reva mı? .. Nice saparsın! Böyle sitemdeyken Albuz celbine, Tanrıdan bir muştu damdı kalbine: Destan öşürü say kayıp kurşunu, Tekbirle tamamla son koşuğunu! Allahuekber, Allahuekber, Allahuekber! .. Eyy kadiri mutlak, Eyy mizanı Hakk! .. Ezel ebed erkli Tanrı! .. Yücelerden yücesin, Ağyar aymaz nicesin! .. Esirgeyen, bağışlayan, Mazluma dost görklü Tanrı! Duamı kabul et ana dilimde, Cismimi bırakma yağı elinde! O böyle diyende duruldu sular; Sustu börtü böcek, saatler sustu; İnfaz avlusuna çöktü boz buhar, Tutsak beden dokuz mermiyi kustu; Sağaldı yaralar bir anda... Nasıl? ? ? Ruh azat, Ten azat, Bitmez bu fasıl... Çolpaaan! .. Çolpaaan! .. Andına can, Ömrü destan, Özüne mezar, Ölümüne Yâr O kahraman, Turan illerine Sönmez çerağdı; Her dem yaşayacak efsanesiyle Adını tapşıran ıldıza ağdı... Ayçası güzeldi, Hûması güzel, Şehitler burcunda bayraktı ecel... YUSUF BİLGE Meraklısına notlar : * Abdülhamid Süleyman ÇOLPAN : ( 1893-1938) Medresede okudu. Türkistan edebiyatını yabancı etkilerden korumayı, bu edebiyatın milli özünü ve ananevi yapısını geliştirmeyi amaçlıyordu. Orenburg’da Vakit gazetesinde çalıştı. Türkistan’ın bağımsızlığa kavuşması için uğraş verdi. Başkurt Milli Hükümeti’nin sekreterliğini yaptı (1917-1918). Sovyet yöneticileri tarafından sekiz defa tutuklandı, 1938’de Taşkent’te kurşuna dizilerek idam edildi. Cesedi ve mezarı kayıptır.Türkistan halkının en çok sevdiği şairlerdendir. Türkiye Türkçesiyle de şiirler yazdı. Özbek dilinin gelişmesinde etkin oldu. Rus yazarlarını, Hint şairi Rabindranath Tagore’un şiirlerini, Shakespeare’in Hamlet’ini Özbek Türkçesine çevirdi. Duru ve akıcı bir üslupla kaleme aldığı şiirlerinde hamasi duygularını, doğa sevgisini lirik bir biçimde dile getirdi. Şiirlerini Uyganış (1922), Bulaklar (1924), Tan Sırları (1926) kitaplarında topladı. Yarkın Ay ve Halil Fereng adlı iki oyun yazdı. * Leyli : Gece * Nehar : Gündüz * Zis-beş : (ZIS-5) O yıllarda Sovyetlerde kullanımda olan bir askeri araç markası * Demir Meydan : Emir Timur Meydanı’nın o yıllardaki ismi. * Na-Ko-Vu-D : (NKVD) Çeka ve OGPU dan sonra Beria tarafından geliştirilen gizli servis birimi, daha sonra KGB adını aldı... * Lavrenti Pavlovich Beria : (1899 –1953) Yahudi kökenli Gürcü, Sovyet politikacı, Sovyet Güvenlik Sekreteri ve Sovyet Gizli Polisi şefi. O önemde NKVD’nin başı. Azılı Türk düşmanı olarak bilinir. * Yasavul : Güvenlik görevlisi. * Çarsu Pazar : Taikent’te bir semt adı. * Çirçik : Taşkent’de kanallarıyla ünlü nehir. * Hûma : Özbekistan bayrağının simgesi. Hüma kuşu Arapçası Bulah olup bazı kaynaklarda Arapça’daki ruh anlamına gelen Hu ve su anlamındaki ma kelimelerinden oluştuğu savunulmuştur. Kaynaklarda Tengricilik inancındaki şefkat meleği Umay ile benzerliği belirtilen ve Çepni boyunun sembolü olarak kullanılan Hüma, bazı Türk lehçelerinde Kumay veya Umay kuşu adı ile de bilinir. Osmanlı, Türk, Fars ve Urdu edebiyatında sıklıkla başvurulan motiflerden biridir. Cennete yaşaması, çok yükseklerde uçup yedi kat göğün üzerindeki felekler ve burçlar arasında dolaşması sebebi ile Türk halk edebiyatında da Hüma, erişilemeyecek yüksekliklerin bir sembolüdür. Bazı ortak özellikleri dolayısıyla da Feniks, Garuda, Simurg-Anka ve Kaknüs gibi diğer efsanevî kuşlarla karıştırılan Hüma, Divan şiirinde mitolojik kuşlar içinde özellikleri nedeniyle en çok sözü edilendir. XVI. yüzyıldan başlayarak şiirlerdeki kullanım sıklığı sürekli bir artış göstermektedir. * Berçe : Her şey, tamamı. * T’an : Kınama. * Usman Yazıpov : O dönemde Özbekistan Sovyet Cumhuriyeti Başkanı. Osman Yusufov olarak da bilinir. * Çatkal : Özbekistan’nın doğusunda sıradağlar. * Andican : Çolpan’ın doğduğu Özbekistan’ın doğusundaki kadim Türk şehrl. * Banlamak : Bağırmak. * Deştivan : Kır bekçisi. * Koşuk : Şiir. * Dal-tapan : Namert. * Aysar : Değişken mizaçlı. * Destegül : 1. bağlı on çiçek, 2. Semazenlerin giydiği dar gömlek. * Kamalgan : Esaret mübtelası. * Zemheride diri tavuk yolmak : Sıtalin’in gaddarlığına atfedilen bir deyim. * Yağı : Düşman. * Tapşırmak : Göndermek, ulaştırmak, yetiştirmek. * Sağalmak : İyileşmek, onmak. * Ayça : Hilal. |
Eyy mizanı Hakk !..
Ezel ebed erkli Tanrı !..
Yücelerden yücesin,
Ağyar aymaz nicesin !..
Esirgeyen, bağışlayan,
Mazluma dost görklü Tanrı !
Duamı kabul et ana dilimde,
Cismimi bırakma yağı elinde ! "
kutlarım efendim...çok çok güzel şiirdi...selam ve muhabbetle....