Albatros
Albatros, sana bu şarkiyi o kiyilardan getirdim hani öldügün
çigdemlerin dünyamiza sökün ettigi o korkusuz baharda. Hani o gökyüzünün korkunç güzelligiyle şarkilar söyledigimiz koşup koşup da bir türlü ulaşamadigimiz o dünya. Agladigimiz ya da küfrettigimiz ya da şişmanladigimiz hani o güvercinlere o çaylaklara o bahçe dolusu karanfillere, hiçbir zaman bizim olmayacak taylar için sevindigimiz denizin ortasinda bitirdigimiz o kavgali günlerde. Albatros, seni andikça koşu atlari gibi ürkegim öyle hani o akşamlari düşünüyorum o hiç bitmeyecek geceleri, o aptalligimizi o sarişin kizlari o gelmeyecek hani ansizin bir köşe başinda rastlantilar gibi. Albatros, seni biliyorum, ölüm akşamlarinin yalnizligisin koltuguna alip bohçasini kaçan kizlarin sevgililerine benzer; hani o buz tutmuş denizlerin o buzullar çaginin o anlatimsiz sevgiye de yakin kine de yaşama da yakin ölüme de derler işte o günlerin, işte o kimsesizliklerin, işte o yenilgilerin aç bir saldirganlikla gece kapilarini zorlayan; hani al parmakli, hep düşlerimizde gördügümüz ama bilmedigimiz ama küçücük avuçlariyla bizi atlar gibi sulayan. Albatros, bize güneşi sattilar, oysa bizim güneşimiz vardi eskiden hani o, daha çok, mevsimlerde soyunan yilanlar gibi olmaliydik; isteklerimiz yendi bizi, karaya vurduk/zonkluyor başimiz, bizden en son bir atilimdir akşamlari inen karanlik. Savaşan ellerimiz bizim, pişmanliklara karşi ve kinlere kararmakta derilerimiz her gördügümüz gün en güzel şeyi. Hani çirkinligimizi söylesek ya koyu bir sikilganlikla; ama ezilmiş ellerimizi kime göstersek şimdi. Albatros, kime göstersek şimdi yaralarimizi, korkunç ve irinli yumuk gözlerle al kisraklara dogru koşan atlarimiz gemsiz. Hani gecenin hangi saati bilinmez/kapilarimiz vurulur ya, bir ürperişle, kisik aydinlikta dururken tenha evimiz. ey bir ürperişle gönlümüzü çelen, bizi yalnizligina götüren sana bu şiiri denizin köpüklerinden alip getirdim, o kadar kötü de degil sevgiye ve yalnizliga siginişim albatros, ölüm kuşum/kutsal çirkinligim benim. |