Çukurovalı Karacaoğlan(GÜLCE-BULUŞMA)
Çukurovalı Karacaoğlan(GÜLCE-BULUŞMA)
-I- Çalıp çalıp söylemez mi, Aşkı gönlünde yüzdüren. Kimler geldi kimler geçti, Başına taşlar dizdiren. Yüreği dönmüş talana, Tozar dolana dolana, Yanıp ta Mecnun olana, Leyla’dır çölü gezdiren. Bülbülün yangını güle, Köz erirse döner küle, Ve Ferhat’a külünk ile Şirin’dir taşı ezdiren. Sonsuzluğa kalan ışık, Sever bir zülfü dolaşık, Karacaoğlan bir âşık, Elif’tir türkü düzdüren. Demir dağda meşin körük, Yaylalarda Türkmen-Yörük, Telli cura, atı yüğrük, Gurbettir candan bezdiren. Belgrad’dan Türkistan’a, Tutsak bir can al fistana, Döker yaşın gülistana, Yüreğinden kan sızdıran. Dökülürken lime lime, Dolandı kalem elime, Adı Türkçe öz dilime, Sevdadır bana yazdıran. Nasıl anlatayım ey âşık seni, Söyle Karac’oğlan de hele bana. Yardım et müşküle bırakma beni, Söyle Karac’oğlan de hele bana. Osmanlının okumuşu aydını, Divan şairinin tutmuş kaydını, Halk ozanlarının neyse aybını, Söyle Karac’oğlan de hele bana. Gönülde sevda, elde saz, Sinede kor, dilde avaz, Ama yaşadığı yüzyıl, doğumu, ölümü, Ve memleketi Tutsak kalmış bilinmezlik içinde. Nice ozanlar nice Karacaoğlanlar, Sözlü gelenekte, değişe değişe Konu olmuş hikâyelere. Sevdikçe büyütülmüş, büyüdükçe sevilmiş; Kulaktan kulağa destan olmuş destana. Efsaneler yüklenmiş şiirlere, türkülere; Söylendikçe çoğalmış, çoğaldıkça dağılmış. Dağılmış il il, ülkü ülkü; Balkanlardan Türkistan’a. Belgrat neresi, Kırım neresi, Azerbaycan, Türkmenistan neresi Söyle Karac’oğlan de hele bana. On beşinci yüzyıl ya da on altı, Seven halkın sana bir iltifatı, On yedinci yüzyıl olmaz mı çatı, Söyle Karac’oğlan de hele bana. Bin altı yüz altı açışın desem, Yetmiş dokuz yılı göçüşün desem, Hak mı doksan dokuz uçuşun desem, Söyle Karac’oğlan de hele bana. Sorarsam boyunu Salur boyu mu, Feke’de Gökçeli çözmez düğümü, Aşiretin Varsak Farsak Köyümü, Söyle Karac’oğlan de hele bana. Hikâyeyle dolu zor hayatınız, Halil midir İsmail mi adınız, Hasan’dan mı türkü türkü tadınız, Söyle Karac’oğlan de hele bana. Çilingiroğlu mu Sayıloğlu mu? Sevdiğin Elif mi uzun boylu mu, O da senin gibi Varsak soylu mu, Söyle Karac’oğlan de hele bana. Bir gönülde dokuz gülü saklamak, Her birini bir diyarda koklamak, Nasıl olur bilmem bunu aklamak, Söyle Karac’oğlan de hele bana. Her gelin her kızı güzel mi buldun, Her çeşme başında âşık mı oldun, Hepsi Elif miydi hasretle doldun, Söyle Karac’oğlan de hele bana. Şerife’yle Meryem Karakız Eşe, Emine Zeliha Zeynep ve Ayşe, Tamamı bir Elif kâr mı ateşe, Söyle Karac’oğlan de hele bana. Rumeli Yozgatlı Van’a ek misin, Şiirlere budak mısın kök müsün, Yüzyıllarda farklı yoksa tek misin, Söyle Karac’oğlan de hele bana. On yedinci yüzyılın En büyük lirik saz şairi Karacaoğlan, Adanalıdır, Çukurovalıdır, Türkmen’dir. Çok gezer, çok görür, götürülür ilden ile, Söylenir, oba oba, aşiret aşiret dilden dile. Anadolu’da, Kırım’da, Türkmenistan’da Efsaneleşir Balkanlarda, Azerbaycan’da. Osmanlıdan nasibini alır, Humus’u, Halep’i, Rakka’yı görür, Ünü, yürür ha yürür… Çukurovalı Karacaoğlan, Gönüllerde doğmuş gönüllerde gömülü; İhtimal ki: Bin altı yüz altı Feke Gökçeli doğumlu, Kara İlyas’ın oğlu. Anasız babasız kalır küçük yaşta; Belki yayla inişi belki bir kışta; Akrabalarıyla Düziçi Farsak köyüne göçer. Bir ihtimal daha, Tarsus’un yeni sesi, Doğumu, Kusun bölgesi. İlk gençliği, bir çobana yamak, Bey kızı Elif’i sever, yanar tutuşur; Elif de Karacaoğlan’a… Zaman zaman iki âşık buluşur. Fakat bir bey oğlu da ister Elif kızı, Görüştürmezler artık Karacaoğlan’la, Başlar ilk ayrılık, ilk sızı. Andırmazlar adını, gözletmezler yolunu. İnatçıdır Karacaoğlan, döverler, Döverler de kırarlar kanadını kolunu. Obanın kocaları başını bağlamak, Bir dul kadınla evlendirmek isterler; Gurbet görünmüştür artık, Özlemler, isyanlar, arayışlar, alıp gider başını, Bazen yalnız bazen göçen bir obayla Dolaşır, yayla yayla, il il, yurt yurt… Antep, Kırşehir, Erzurum, Tarsus, Mut… Maraş’ta Zulkadiroğlu Hüsam Bey himayesinde, İlim alır, geçer sınıfı cura dersinde. Mızrabı ortak eder yasına, Yanar da yanar hasret ateşinde; Uzun yıllar dönemez obasına. Kozan beyleri el altından haber salıp: ‘‘Dönsün gayri ama Elif’in adını anmasın’’ Derler, döner. İzler uzaktan uzağa sevdiğini, erir; Ölümden acı gelir, Tekrar gurbete çıkar, ta ki ölünceye kadar. Elif’ten başkasını sevmemiştir, Ve evlenmemiştir. Yıllar, ah o zalim yıllar… Yaşlanmıştır artık, elleri titrer, gözleri karanlık, Gönlü viranlık… Elif’in mezarı bir tepenin başındadır; Karşısında bir tepe, tepede mağara, Girer, bir daha çıkmaz doksan üç yaşında. Bazen oradan geçen çobanlar türkülerini dinler. Ya da Hodu yaylasında yatar, bir pınar başında. Daha nice nice yer derler, sahiplenirler, Bütün Yörükler-Türkmenler. Binboğa dağları Kozan yaylası, Aladağlar, Bolkar Çukurova’sı, Tutar mı şu zaman sevda mayası, Söyle Karac’oğlan de hele bana. -II- ‘‘Karac’oğlan der ki kolu kırarım Nedir yüce dağlar size zararım Ararsam pınarın gözün ararım Bulanmış da durulmuşu n’ideyim’’ Diyen Karacaoğlan esin olur, Nice ozana, nice saire… Türkülerine türküler katılır, Şiirleri bestelenip günümüze taşınır Yerli, yabancı çok kişi tarafından araştırılır; Hakkında çok sayıda kitap, Yüzlerce yazı yazılır, Film yapılır adına. Eserleri başka dillere çevrilip, Bilge kişisi kabul edilir Anadolu’nun. Tarihi süreç içerisinde dağa, tepeye Adı verilir birçok köye. ‘‘Kula da sevdiğim kula Kolunu boynuma dola Sarılalım ince bele Bülbüller öttüğü zaman Kaç güzel karşımda durma Ölürüm kanıma girme Yüzünü benden çevirme Yanına vardığım zaman Yolunu ayırma benden Gönül vazgeçer mi senden Meğer can ayrılır tenden Senden ayrıldığım zaman Karac’oğlan el duymasın Yanında engel olmasın Üç gece sabah olmasın Sarılıp yattığım zaman’’ Divan Edebiyatının Halk Edebiyatına Hükümran olduğu, Tekke Edebiyatının hüküm sürdüğü Devirdir zaman. Karacaoğlan etkilenmez, kullanmaz aruzu. Halkın içinde, halkın diliyle öz Türkçe; Hecenin on birli ve sekizli kalıplarıyla Koşma, semai ve varsağı türlerinde Çalar söyler nice gurbet türkülerini, güzellemeleri. ‘‘Kadir Mevlâm senden bir dileğim var Şu dileğim kabul eyle Yaradan Dört dilek diledim ziyana gitti Ağlattığın kulu güldür Yaradan Kömür gözlüm ne sallanın karşımda Gündüz hayalimde gece düşümde Bir güzelin sevdası var başımda Yâr sevdası çetin olur Yaradan Nasıl vazgeçeyim şu şirin candan Adam vazgeçer mi böyle civandan Ben güzelim diyor kaçıyor benden O da benim gibi kuldur Yaradan Karac’oğlan der ki: Yakıp yandırma Şu gönlümü engin göle kondurma Azrail gönderip canım aldırma Sevdiğime canım aldır Yaradan’’ Karacaoğlan halkın duyarlılığını çıkarır öne, Söz sanatlarını da kullanarak, Süslemelerden, özentilerden uzak; Bağlı kalır halkın düşüncesine. Halkın beğenisine uygun, yöresel kültür içinde Halkın özüne yatkın bir havayı egemen kılar. Yöresel kelimeleri, yöresel adları kullanır sıkça, Bir Türkmen dil koruyucusudur açıkça. ‘‘Katar katar olmuş gelen turnalar Şu halıma şu gönlüme bak benim Şahan pençe vurdu tüyüm ağarttı Kanadıma bir ok vurdu berk benim Gökyüzünde turnam bölüktür bölük Ayrılık elinden ciğerim delik Önü muhabbet de sonu ayrılık Depreştirmen eski yaram çok benim Gittim gurbet ile geri gelinmez Kim ölüp de kim kaldığı bilinmez Ölsem gurbet ilde gözüm yumulmaz Anam atam bir ağlarım yok benim Karac’oğlan der ki: Bre erenler Gidiyorum mamur olsun örenler Kavim, kardaş konuştuğum yarenler Sevindirip çıracığım yak benim’’ Güney illerinde, Toroslar’da Aşiretler içinde‘‘Karacaoğlan çığırması’’ Kalıplaşmış, türkü söylemek yerine kullanılır. Çoğunlukla şiirlerinin hammaddesi doğa ve sevgidir, Gurbet türkülerinin, aşk türkülerinin babasıdır. Aynı zamanda Varsak Türklerine özgü varsağılar Türkülerin hasıdır… ‘‘Bre ağalar bre beyler Ölmeden bir dem sürelim Gözümüze kara toprak Dolmadan bir dem sürelim Amen hey Allahım aman Ne aman bilir ne zaman Üstümüzde çayır çemen Bitmeden bir dem sürelim Buna felek derler felek Ne aman bilir ne dilek Âhir ömrümüze helâk Etmeden bir dem sürelim Karacaoğlan der cânân Güzelim sözüme inan Bu ayrılık bize heman Ermeden bir dem sürelim’’ Karacaoğlan, çağdaşlarını etkiler, Etkilenir kendinden sonra gelenler. Ünü yayılır diyar diyar, taşar sınırları. Benimser Azerbaycan, Kırım, Türkmenistan. O kadar ki; Türkmenistan Gızıletrek’te doğduğu, Magtımgulı’ndan hemen önce yaşadığı, Anadolu’ya sonradan göçtüğü dillendirilip, Yazıya dahi geçirilir. Türkmence söylenir. ‘‘Dinleyelin dağ başında pıganı Görelin ne diymiş o Leyla Leyla Uğra yar yanına eyle salamı Dayım ezberimiz bu Leyla Leyla Pelek çakmağını eyledi çengel Men yara giderken bırakmaz engel Ölürsem, sövdüğüm üstüme sen gel Gözün yaşı ile yuv Leyla Leyla Pelek çakmağını üstüme çakdı Meni bir onolmaz derde bırakdı Vücudun nehrini otlara yakdı Yandım ataşına suv Leyla Leyla Garacaoglan diyr ki sen de heman ol Huplara garış da sen de tamam ol Men ölürsem, cınazama imam ol Gıl gara zülpüne "Hüv!" Leyla Leyla’’ Azerbaycan’da hakkında kitap yazılır, Türk soylu halkların öz şairi bilinir. Gedebeyli’de doğdu denilir, sahiplenilir. Sevgidendir sevgiden Var sahiplensin Türk yurtları, İyidir bilinmemekten, iyidir kimsesiz kalmaktan, Yeğdir unutulmaktan. ‘‘Susayırsan can almağa Qaytan qaşi qara Sedef Vurubdur ol kirpiklerin Bu sineme yara Sedef Sen menim sohbetim sözüm Senden ayrı nece dözüm Xesteyem düşübdür gözüm Qoynundaki nara Sedef Men mayılam şirin dile Ağ üzünde qara tele Mecnun kimi salıb çöle Eyleme avara Sedef Yaxm dosta hiyle qurma Seyrağıba yaxın durma İnsaf ele gel qucdurma Ter qoncam xara Sedef Sensen dağların ceyrani Olum gözlerin qurbanı Çekme Qaracaoğlan’ı Tellerinden dara Sedef’’ Susamış gönlü kandıran, Kara telli zülüf müdür. Karac’oğlan’ı yandıran, Sedef midir Elif midir? ‘‘İncecikten bir kar yağar Tozar Elif, Elif diye Deli gönül abdal olmuş Gezer Elif Elif diye Elif’in uğru nakışlı Yavru balaban bakışlı Yayla çiçeği kokuşlu Kokar Elif, Elif diye Elif kaşlarını çatar Gamzesi sineme batar Ak elleri kalem tutar Yazar Elif Elif diye Evlerinin önü çardak Elif’in elinde bardak Sanki yeşilbaşlı ördek Yüzer Elif Elif diye Karac’oğlan eğmelerin Gönül sevmez değmelerin İliklenmiş düğmelerin Çözer Elif Elif diye’’ Yaşa Karac’oğlan bin yaşa emi; Karaya bindiren kaptansız gemi, Ne kültür beğenir ne de ülkemi, Bırakmış pınarı sel ile oynar. Kaşır yaramızı sızımız dinmez, Oturduğu tahta yapışır inmez; Anasından aldığını beğenmez, Bir marifet sayar dil ile oynar. ‘‘Nasıl methedeyim böyle güzeli Elinde bergüzar gül ile oynar Elma yanak kiraz dudak diş sedef İspir ala gözler mil ile oynar Cennete misaldir göğsünün ağı Sineme bastın da ateşten dağı Korkarım ki yad el bekler bu bağı Bülbül eğlencesi gül ile oynar İnciden, mercandan beyaz yanağı Meles gömlek koç yiğidin konağı Seher vakti ıssız koyma sulağı Telli yeşil turnam göl ile oynar Salâvat getirsin cemalin gören Bakışın turna da sekişin ceran Uğradığın yeri edersin viran, Bülbül has bahçede gül ile oynar Karac’oğlan der ki kılayım nazar Bilezik takmaya kolların çözer Giyinmiş kuşanmış sallanır gezer Gümüş kemer ince bel ile oynar’’ Değer bir güzele değer bin bir ah, Pirimiz sen oldun sensin padişah, Vuslatî sevdadan der miyiz eyvah, Söyle Karac’oğlan de hele bana. Osman Öcal |
Daim saygı hürmetlerimle.....