ne kadar ağır geldi bu şehir bana
bıçak ağzı yokuşlarında emeklettin
zımpara taşı gecelerinde kanattın çocukluğumu toyluğumu ezdirdin varoşlarına taşının toprağının altınlığında sefaleti palazlandırırdın kaldırımlarında ekmeğe aşka ve suya uyanan kent ne kadar ezdin ne kadar ağır geldin bana payımıza yokluklar düşürdün paydamızda yıkımlar sokaklarını mülteci gezerdik dipçiklerin yoklardı dişlerimizi tankların yürürdü etimizde faşizanca ezerdi düşlerimizi bir ömürlük yürümüştük yollarında bin ölüm voltaya duruyordu bulvarlarında sahipsiz kaç ölüme daha analık edersin kaç zulümü daha ninnilersin kollarında kaç gece ayartılır kaç dalga vurur sinsice sevdamın yorgun kenti bu ne kadar gider böyle söyle şimdi haydi söyle traş edilirken yedi tepe üryan kalırdı mahçupluğum giyinirken kancık akşamlara boncuk boncuk dizilirdi mahpusluğum şimdi kaç bildiri okunur anfilerinde zuladan kaç kağıt tutuşturulur elden ele zil zurna açlığa körkütük sarhoşluğu da ekledin ya yuh olsun yuh sana son tramvay göçtü son yolcular dağıldı çoktan son vapur dalgalara teslim karanlığa giyindi gece çığlığını boğdu hiç yoktan metelik bulvarlarından metrelik meydanlarından metreslik rüyalarından uyan uyan bir sabah vakti uyan da göm zulandaki esareti sen sevdamın yorgun kenti kaldır başını haliç ten süzülsun gemiler haydarpaşa dan yürüsün trenler bak gece içine çekiliyor kışlar gebedir baharlara karanlık kırılmaya başlar birazdan hazırla kendini yeni şafaklara vur kederini yollara yeniden yaz kaderini sil baştan doğur doğur beni yedi tepen ormanlara bürünsün yeniden giy yeşillerini |