İSA'NIN ÖLÜMÜŞiirin hikayesini görmek için tıklayın Orada değildim
isa’nın ölümü
Bağ bozumu zamanıydı ama toplanmadı üzümler O gece tahtadan haçı şekilsizce diktiler toprağa Sabaha kadar uğraştılar ama haç tutmuyordu Altını daha çok oydular,oydular Sanki haç değil nefretlerini dikiyorlardı Nihayet toprağa kaynadı nefretleri Artık onu bu nefretle çakacaklardı çırılçıplak Sabah olsun diye beklediler, O gece ölü doğan kuzuyu kesip yediler....... İsa ölmeden birgün önce, Harmandan arta kalan toprağa uzanıp göğe baktı Gürültülü yağmurda,iç çamaşırına kadar ıslandı Yakında bir kadın,adet bezini kundak yaptı,çoçuğuna.. Sonra birdenbire dindi yağmur Sönük yıldızlar badana olmuş gibi parladı Acaba bağışlanacak kadar yıkanmışmıydı bu yağmurda, Nerede hata yaptığını düşündü........ Her geçen an dinsizlerin nefreti büyüyordu Bu karşı konulmaz bir sapkınlıktı Bu öfkenin,ödenecek bir vergisiydi sanki..... Sonra dağın tepesine doğru,kavuştu bulutlar Akşamdan kalma bir yıldız duruyordu ayın çeperinde Bağların çok olduğu yerde bir kulübesi vardı İsa bu mehtapta oraya gitmak istedi Ama yerinden kalkamadı; Bekleyişi zahmetli bir endişeye dönüştü Yorgun bir arayışla sustu gözleri, Karanlığın köşesinden döküntü bir ışık buldu Parlıyan küçük gölü farketti Göle doğru yürürken,kıvamla tutuştu gene yağmur Kırık bir taş attı suya, Parmaklarıyla dokundu, Oysa gölde aksi yoktu Zoraki bir yel yaladı alnını Issızlık heryere sinmişti Özensizce yoğunlaştı sis karanlığın ardında....... Onlar tam şafakla birlikte geldiler Ellerinde hala yanan meşaleleri vardı Geri kalanlar azgınca şevişmişlerdi gün boyu Uykusuzdular ama çıldırasıya bağırıyorlardı Salyaları çenelerinde kurumuştu! Şarap düşkünü fahişeler önden koşuyordu......... İsa yüzüne sürülen ışıkla uyandı Bu daha şafağın ilk dakikalarıydı Bacaklarına asılmış yorgunlukla kalktı Şimdi yağmur sadece kımıldıyordu. Badem bıyıkları,sakalıyla birlikte ıslanmıştı Sanki heyecanları bayatlamış gibi mahzundu Bedenini kabaca iterek döndü, Önce sadece duydu,göremedi,sonra gördü Sesler rüzgara sürünerek,gürültüyle geliyordu Anlaşılmaz bağrışla ama anlaşılır niyetle koşuyorlardı Sanki sayısızdılar lakin tek vucuttular Fahişelerin tiz çığlıkları erkekleri bastırıyordu....... İsa’yı kollarından tutarak sürüklediler Sonra yaban kısrağını kamçılıyarak,peşisıra bağladılar İliksiz sandaletleri ayaklarından fırladı Kısrağı kovalarcasına koşturdular. İsa’nın ayakları,tşlarla kesiliyordu Şimdi kandan bir iz kalıyordu ardında Kalabalıkta sanki bu kan izini takip eder gibiydi....... Haçın yanındaki iskeleye çıkardılar onu Vücudunu dengesizce yapıştırdılar haça Önce ayakta kalması için avuçlarını çakacaklardı Sivri uçlu demir yivler,birgün öncesinden hazırlanmıştı Herbirinin üzerinde intikamdan kurumuş köpüklü Tükürükleri vardı Birinci yiv, sol avucunun ortasına girerken,Düşündü İsa Tanrının oğlu bir mehdiye,bu mümkünmüydü ? Acı duyabilecek olması,mümkünmüydü ? Uzaklara,sere serpe başak tutmuş ekinlere baktı Bu zulmette tebessümle Meryem anasını düşündü Bir an nekadar üşüyüp,titrediğini farketti İlk yiv girerken önce acıyı hissetmedi Kendini hazırlamıştı,o Tanrı’nın oğluydu Ama birden delirmiş bir alev gibi yandı eli Sanki bir insanın hissedebileceği acıdanda fazlasıydı bu Kanı kollarından böğrüne doğru,sıcacık aktı Sağ eli çakılırken artık bayılma raddesine gelmişti Şimdi kendi kanında yüzüyor gibiydi Parmak kemiklerinin,etlerinden ayrıldığını gördü Elleri tahta haça adeta yapışmışçasına gerilmişti........ Ayakları çakılırken,artık büsbütün ırzına geçiliyormuş gibi hissetti Hazırlıksız yakalanmış acısı,hayretinden çok daha büyüktü Adeta bir şekilden,başka bir şekile dönüşüyor gibiydi Baskın bir korku duydu gözlerinde, Uzakta gördüğü başak tutmuş ekinler, alevlerle tutuşmuşçasına,kızıllaşmıştı Artık bağıran çağıran o kalabalığı görmüyordu Yeşile çalan bir maske gibiydi suratı Şimdi bir anda yeniden yaratılmayı bekledi ama, Ne uzakta,ne yakında, Tanrı’nın eli yoktu Gerçekler öylesi bir pusu kurmuştu ona Son tükürüğünü yutacak mecali dahi kalmamıştı.......... Birdenbire yağmaladı kendini,buzlaştı Delice ağlayışını kimseler görmedi Bir mehdiye bunlar olamaz diye düşünürken, ÇÖLDE KALMIŞ,ŞAŞKIN BİR BEDEVİ GİBİ,ÖLÜME TUTUNUP, GİTTİ !... Vedat derki:Taassürler,herzaman,gerçeklerden daha büyüktür Çünkü onların sınırları yoktur. (Vallahi atasözü gibi yazdım,kendimi tebrik ederim ) Vedat Dündar |