12
Yorum
6
Beğeni
0,0
Puan
2411
Okunma
Son nefesini verince penceremin önündeki sokak lambası
Gün dönüp, gösterince güneş yüzünü
Açılınca perdeler ve kırılınca kalemi yalnızlığın
Karışır karanlık düşlerim, sahra çölü gibi yakan ayrılığa
Şafak turuncu, umutsa yeşili baharın ve sisli
Dans eder renkler başucumda
Ahir zaman mevsimi
Ne yazmak istesem sana dair kelimeler suskuya mahkûm
Aşk üflesen sönecek mum ışığı misali
Kâğıdın her köşesi senli hatıralar
Ve damlayan mürekkep inat bir sessizliğe bürünür
Düşünceler sırılsıklam ve dilimde infaz
Ölümse; kan kırmızı
Pembe dizilerde kalmış meğer mutlu sonlar
Sokak satıcılarının tezgâhına düşen eski ve ucuz romanlarda
Saçak altlarına terk edilen gözyaşlarında
Nikotin kokusunun sindiği
Efkârın gizlendiği, meyhane masalarında
Artık bir kelebek ömrü kadar mutluluk, bir nefeslik
Yetmez mi?
Saçlarıma yağan aklar kadar çektiğim sürgün acısı
Hayatın yüzümde bıraktığı çizgiler kadar, yürek sancısı
Cellat’ım assın beni elindeki mor urganla
Şehrin tam ortasına
Ve silsin gözbebeklerimdeki kurşun yaralarını
Sallansın cansız bedenim
Dökülünceye kadar içimde senden kalan ne varsa
Savrulsun sonra tozların
Kurak topraklara
Biliyorum
Kaybedince masumiyetini aşk, değişince insanlar rengini
Gökyüzü giyinir griyi
Bakışlar dilsiz ve sahipsiz
Sebepsiz ve renksiz
Ay tutulmasıyla, kabarır içimdeki öfkeli deniz
Ayak bağıdır artık bu ayyaş sevda
Yetmez o da
Vicdansız bir atkı gibi dolanır boğazıma
Hiçbir aynaya düşmez yüzüm
Ne de ellerime ellerin
Herhangi bir ay, gereksiz bir tarih ve gece yarısı
Ama bil ki seni hayli geçmiş bir vakit
Ve ben bugün biraz daha maviyim sanki, durgun ve sakin...