YİRMİ DÖRT SAATŞiirin hikayesini görmek için tıklayın Üniversite yılları...Sınavlar üst üste...Sabahlara kadar ders çalışıp,uykusuz yorgun ve bitkin düştüğümüz günler...Bir aydan fazladır gece 21.00 den,sabah 06.00 ya kadar ders çalışıyorduk.Sonra da okula sınava gittiğimiz günler...
Bu gece biyoloji sınavına çalışıyordum...Gözlerim yorgunlıktan parlamaya başladı...Işığı kapattım,yatağa uzandım...karanlıkta gözlerm açık daldım....lambayı açmaya bile fırsatım olmadı...tam on adet teksir kağıdına,karanlıkta yazdım..... O gün dünya böyleydi....Ya bugün farklı mı? Bugün bayram...Herkese ii bayramlar...
Ne olurdu sanki saatler yirmi dört saat olmasaydı.
Gecemi gündüzüme katıyorum, olmuyor. Gündüzümü geceme katıyorum, olmuyor. Ne olurdu sanki saatler otuz saat olsaydı. Olsaydı da yirmi dört saat çalışıp, Altı saat uyuyabilseydim. Ah yorgunluk, Ne de güzeldir ardından gelen mutluluk... Ahh uyku, Yar gibi hasret kaldım sana. Nedir bu sıkıntı günlerde. Öldüren, kahreden Bitiren insanı. Adam sende, Sen değil misin “YAŞAM” budur diyen. Bir sen misin böylesi yorulan, Uykusuzluk, yar hasreti çeken... Bu ne bencillik böyle... Bakıyorum da egoizm hâkim oluvermiş Onca fikirlerine... Hayatı bir baştan bir başa, Sen yaşamadın mı düşüncelerinde? Ne o, bir sen mi çekiyorsun bunları? Hem ne de o inşaat işçisinin, Kızgın güneşte keseri tahtaya vurduğu gibi; Hırsını satırlara mı döktürüyorsun kaleminle? Ya da azgın denizde fırtınaya yakalanmış, Balıkçıya mı benzetiyorsun kendini? Taşocaklarında çalışan işçilerin, Balyozlarının altında mı kaldı kafan? Öyle patlayacakmış gibi… Kaldı ki bunca insan yaşarken, Sen yaşamaktan şikâyet ediyorsun... Sen kendini ne sanıyorsun? Bir öğrenci? Yooo, olamaz.. Eğer öğrenciysen, Bu kadar sorumsuz olmamalısın insanlara karşı... Ya da ozan mı zannediyorsun kendini, Yazdığın müsveddelerinde. Yoo dostum! Kendini hiç ozan zannetme, Çünkü daha çok gençsin... Evet dostum! Sen değil miydin? “Yaşamda en güzel şey mücadeledir” diyen? Ne oldu sana? Bıktırı mı verdi Seni şu bir parçacık zorluklar? Ama ne zorluk ha, Bir parça uykusuzluk Biraz yorgunluk. Güneş farklı mı doğuyor kuzey illerinde. Ya da eşek farklı mı anırıyor Güney Amerika ‘da. Kırmızı bildiğimiz kırmızı değil midir? Domateste, elmada Ha ANKARA da Ha KONYA da Ya da dünyanın bir başka ucunda, Yaşamaz mı insanlar namlunun ucunda Ne oluyor sana dostum? Sen yaşamı bilmeyecek kadar unutamazsın... Ne de kalbini söküp alabilir misin yerinden? Üstelik asırlık çınar ağacını Köklerinden sökercesine, Koparabilir misin kalbindeki sevgiyi? Yok dostum, yok! Bırak günler yirmi dört saat kalsın. İnsanlar daha fazla çalışmasın. Sen elbette gündüzünü gecene, Geceni de gündüzüne katacaksın. Yaşamak kolay değil öylesi, Üstelik “ insan” gibi... Ne çabuk unuttun geçmişini, Böyle mi severdin sen, üzümü inciri, Akşamları içtiğin bir demli çayı? Böyle mi severdin anayı, babayı, kardeşi? Ve o en güzeli, sevdalıyı böyle mi severdin! Geç anam bunları geç, Yaşamın kolay olmadığını kundaktaki de biliyor. Bilmeyenler, Haykırışlarında anlayacak elbette bir gün! Yaz anam, yaz. Belli ki galeyana geldin bugün... Kalem elinde, Kâğıtlar arka arkaya dizilmiş nasılsa... Senin kalemi dokundurmanı bekliyor satırlar. Belki insanlar, insanlar da bekliyordur seni... Umutla, özlemle... Açlık gibi, Hasret gibi, Sevda gibi, Yaşam öylesi kolay değil elbet! Hiç akvaryumdaki balığa, “Yaşamı” sordun mu? Cevabını aldın mı üstelik! Ben sordum. Ne dedi bilir misiniz? Hiç, hiçbir şey demedi. Diyemedi benim gibi... Ne şikâyet etti. Ne de mutluyum dedi... Biz insanlar akvaryumdaki balık kadar, Masum olabilir miyiz acaba? Ne de yolda giden karınca karşısında, “ İnsan” olabilir miyiz basmamak için... Vefalı mıyız bir hayvan kadar? Ve içimizdeki fesatlığı atabilecek kadar, Sevgiyle dolu mudur yüreklerimiz? Bıkmadan, Usanmadan Yılmadan haykırabilir miyiz günlerde, Sevgiyi... Savaşı savaş yapan nedir ha, Mermilerinden ölüm kusan makineliler mi? Ya da bir destroyer mi mavi denizde, Köpek balıkları gibi saldıran insanlara... Niçin gökten rahmet yağar gibi, Bomba yağdırır uçaklar savaşta insanlara? Niçin yedisinde, on beşinde, otuz beşinde, Yetmişinde insanların ellerine Silah tutuştururlar Lübnan da... Hakları yok mudur onların bizler kadar yaşamağa... Bir de sen güçlükten, Zorluktan, Uykudan bahsedersin... Sen cennetteki yeşili bilir misin? Ne de ana gibi doğurdun mu dokuz aylıkken? Canına can kattın mı, bir iken, Sonra da o canını kendi ellerinle ateşe attın mı? Yandın mı? Sen hiç vatansız kaldın mı? Yıllardır Filistin’de analar canlarını ateşe atarlar. Onlar yıllardır vatansız yaşarlar, Afrika da insanlar aç susuz can verirler, Sen hiç bu tok halinle düşündün mü bunları? Ya, Yorgunluk neymiş böylesi... İşte yaşar insanlar... Bilmezsiniz çoğunuz nerde, nasıl yaşarlar... Bilmezsiniz hayatı, Alın terini bilmezsiniz... Acıyı tatmamışsınız ki dünyanızda... Ölümü bilmezsiniz, ne hazindir. İnsanlar açlıktan ölmemeli, Savaşta anasız, babasız, Vatansız kalmamalı çocuklar... İnsanlar, insanca yaşamalı elbet! Bırak yirmi dört saatte yeter bize. Dünyamızı düzeltmeye... Fazlası daha da batırır belki de, Ama sen mücadele gücünü hiç yitirme içinde... Yeşil bir elma yiyeceksin belki de, Hamlığını duyacaksın dalından koparılmışlığının... Ama unutmayacaksın, Unutturmayacaksın da. Güneş doğuda da doğar, batıda da İnsanlar doğuda da yaşar, batıda da Ve ölür insanlar, hem orada, hem burada. Ama ölmeyecek umut, Ölmeyecek mutluluk, Ne batıda, ne de doğuda... Sevgiyi yaşatacağız yüreklerde; Kâh söz ile kâh kalem ile. Ve bakan gözler ile… Bitmeyecek dillerde, Bitmeyecek günlerde, Sevgilerimiz... Dokuz aylıkken bile... İzmir 20.06.1982 Pazar |