TİMURLENK... Edgar Allan Poe
I.
Ey mübarek rahip, seni çağırttım; Ama sebebi sarhoş bir umut değildi, O belli başlı bir arzu ıstırabıdır Buna kaderi utandırmak, ve kusurundan galibiyet almak derler Ki cinayetin cüret ettiği rüyadan daha fazladır Bu saatte sana yaptığım davet: Baba efendi, bu mevzu değildir – Deli değilim ki, farz ola güç Dünyasında ben itiraf edince günahı - affedilirim diyerek avunayım Doğaüstü gurur cümbüş yapmıştır orada – Onun için, ey ihtiyar, sana ahmak diyemem, Ama, ümit sadece sizin hediyeniz değildir; Eğer ben ümit edebiliyorsam: "Ya Mevla! Ediyorum" O ebedi bir tapınaktan iner. II. Bu şenlik duvarının cicili bicili kulesi Etrafımda büyüyor ama loş - ölüm yaklaşıyor. Sanmamıştım şimdiye kadar, bu vakit Dünyadan geçerken, duyunun Olmayacaktı bir nevi gölgesi Hayatta bir bir yaptıklarım Bütünen sır, müstesna basit bir isim, Belki kudret bilir esrarını canın Kedere baş eğmişin, ve hicabın – Buna hayâ mı dersiniz siz? Hay hay, onun varisiyim Tabi nefret edilen bölümün şöhretiyle, Dünyevi görkem, bana kendini göstermişti Bir iblis-ışığı çevresindeydi tahtım, Kavurdu kızarmış kalbimi acıyla Cehennem bile korkutmaz beni bir daha. III. Ben hep böyle değildim – Bu alnımdaki ateş gibi parlayan tacı Zorla kazandım ve sahibi oldum Evet – aynı miras Roma’yı İlhana – bunu bana vermiştir Kraliyet zekâsının veraseti Ve çaba eden gururlu bir ruh İnsanoğlu ile böyle utkuludur. İlk soluğumu dağ havasında aldım; Kafkasların buğusu çiğ döktü Her gece benim genç başıma; O an beynim onların zehirini içmişti, Çok tehlikeli bir günün mücadelesinden sonra Dağkeçisinin bile sığınağına el koyar, Hakimiyet gururumda pineklerdim, O zamanın ufak hükümdarı gibiydim – Zira, her gecenin dağ çiğiyle, Ruhum takdis olmayan duygu içmişti; Ben o varlığın aşırılışını sezerdim ve Rastgele gördüğüm rüyalarda – aydınlık vaktinde Etrafta dolaşan ve üstümüze ışıldayan buluttan, Yarı kapalı gözüme her an görünürdü O Tekerklik Görkemi! Şiddetli şimşeklerin heybetli yankısı Telaş içinde üzerime işlerdi, ve bana Atfen savaştan ve kargaşadan bahsederdi, o an sesim Kendi yaban sesim, sersem çocuk! acayip yükselmişti (Ah benim çılgın yüreğim nasıl sevinirdi Ve ta içimden bir naraya fırlardı) İşte o zafer muharebesinin narasıydı! IV. Başımın üstüne yağmur yağdı Ama ancak güçbela barınabildi – ve rüzgar Çabucak üstümden geçti gitti – ama kafam Kudurmuştu – zira insandı Üzerime o çelenkleri koyan – ve koşuşma Soğuk sel gibi akan serin hava Kulağıma hoş çağıldadı çatırtısı İmparatorlukların, tutsağın duası, Taliplerin mırıltısı, karmaşık ses rengi ile Hükümdar tahtının etrafındaki pohpohlamalar. Ve uyandım – fırtına göçmüştü – Ama can’ı beni beşikte sallamıştı uykuya Vede o benden geçip giderken, Sanki üstümü acayip bir ışık kapladı, Ruhum halen gizem uykusunun içindeydi Çünkü artık ben eskisi gibi değildim; Doğa evladı gibi, Geçen manzara hariç, kaygısız olduğum kadar da endişesizdim. – V. Benim şehvetlerim, o bahtsız saatte Gaddarlığı gasbetti, ki erkekler arasında bu Hüküme ulaştıktan sonra addetmekmiş, Benim irsi tabiyatım olmuş – olsun: Ama, Baba hazretleri, o zaman yaşayan, o kişinin yangını – O zaman, çocukluğumda, ateş gibi Çok daha şiddetli bir şevk ile yanmıştı; (Zira şehvetlerin süresi gençlikte sona erer) O zaman bile, bu demir kalpliyi sayanların Sanırım, kadın zaafinde şahsi hisseleri vardı. Yazık be! Başka söyleyeceğim yok, Tabi aşkı layıkıyla sevmekten başka bir sözüm yok! İzini bulma teşebbüsüne bile cüret etmem Hani nefes almakta olan güzel çehrenin, Ki benim hırslanmış aklımda bile Geriye onun hatırası kalmaz. Hiç yaşam ilkbaharında ikamet etmemiş olanlara Hususunda bir takım bazı amaç hoşgörenlere Sadık gözde, sen his duyana kadar Dünya dönmüş – öngörü bitmiş mi yani? Andacın gözünün önünde tuttuğum Tek bir şey var – ondan hariç olmayan nesnelerin içinde, ta ki Onun hakiki şekli beni geçip gider, Fakat ben de, içimde halen onların etkisi kalmıştır. VI. ’Size adlandırmamalıyım –’ Siz yetişemezsiniz – düşünmeye bile cüret edemezsiniz O sihirli imparatorluğun şöhretini Ki bu çok tehlikeli eşikte bile Affedilmemiş olduğu halde, ruhumu ayarlamıştır Şehvet için kaybedilen nesne – cennettir. Sevdim – ve ah, ne kadar da şefkat doluydu sevgim! Evet! O kız her aşka değerdi! Böyleydi benim küçüklüğüm Buna rağmen o zamanlar tamamen şehvetle dolamazdım Gökteki melek şuurları gibiydi her şey Haset kabil – o genç kızın kalbi ise mabetti Ona benim her düşüncem ve ümidim Enfiye - tütsüydü – o zaman o ise hoş bir armağandı bana – Çünkü bizim ufaklıklar günahsız, ve epey çocuksuydular, O genç kızın verdiği örnekler ise tertemizdi; Ve Acaba neden terk edip başıboş bıraktım, O emaneti içimdeki kararsız yıldıza? VII. Onunla beraber, aşk içinde yaşlandık, Yabanı da ormanı da dolaştık; Kış havasında göğsüm ona kalkan olur Güneş ışığı cana yakın güldüğü vakit O dilber açılmakta olan gökleri nişanlardı, Ben onun gözlerinden başka bir cennet görmedim – Çocukluk bile insan kalbini tanır; Çünkü, güneş ışığında ve gülümsemelerde, Bizim bütün endişelerimizden gayrı, Gülerken onun yarı saçma hilelerine, Kendimi onun çarpışan göğsüne atardım, Ve içimi gözyaşlarımla birlikte ona dökerdim, O benim şaşkın gözlerime yükselir – Gerisini anlatmağa lüzum yok – Onun müşfik kaygılarını uslandırmağa da gerek yoktu – O dilber hiç sormadı niçin sebebini. O senelerin kutsallaşmış hatıraları Aklıma gelir bu tenha vakitlerde, Ve, tatlı bir şirinklikle, o görünür Tuhaf yaz çiçeklerininin esansı gibi; Bizim önceden kokladığımız çiçeklerden Anımsamalarda görünen küçüklük mazisi yanaşır Bu ehemmiyet – yalnız çiçeklere değil – daha ziyade Bizim dünyevi hayatımıza, aşka – ve herşeyde hepsine aittir. VIII. Evet! O dilber bütünen her aşka değerdi! Öyle ki kahrolası bunca zaman Canım şiddetli fırtına ile çabaladı Dağ zirvesinde yanlızken İhtiras ona yeni bir ses verdi Ve ilk önce cürüm rüyasını önerdi Çılgınlığım onun sinesine ders verdi Halen küçüktük: bundan daha saf düşünce de yoktu Seninkinden daha yüksek melek sınıfının göğüsünde ikamet ettik Zira ateş dolu aşk halen yine mübarektir Onu ancak bir meleğin verebileceği bir sevgi ile sevdim Bütün yaşayan ışıkların ışını ile Aşk tanrıçası Ediz’in tapınağında alevlenmiş gibi. Tabi adlandırmak asla günah değildir, Böyle benim gibi – o gizemli yalazı, Senden hariç benim başka bir varlığım yoktu! Dünyanın bütün ışıldayan sıra maiyetinde Ve mutlu güzel (zira benim için her şey tanımlanmamış bir zevkti) Dünya – onun neşesi – onun acı hissesi Ki ben hissetmedim – onun bedensel niteliklerini Çeşitli varlığın kapsadığı Fırtınaların vücutsuz canlarını, Güneş ışığı, ve sukunet – ülkü Rüyaların uçup giden kibirleri, Müthiş zarafet! o hakikat Öğlen vaktinin uyanık yaşam hiçlikleri Görünüyor ki, o sihirli hayatın, O didişmesi, şimdi maziye baktığım zaman Güçlü ve fena bir şeytanın işiydi O iblis beni şerir bir vakite nakletti Bütünen duyduğum hisler, gördüklerim veya düşündüklerim, Birikirken, şaşkına dönmüş gibi oldum (Senin doğaüstü güzelliğinle doldum) Yüce Sen – ve bir ismin hiçbir şeyi. IX. Aşk içinde alevlenmiş can, bilmiştir Hissetmiştir, derinlerden gelen sakin sesi Ve onun kendi üstünlüğünü, – (Size açıkça söylüyorum, Delilik peçe ile örtmekse düşünceyi Bu sancılı bir göğüse yüklenmiştir) Kalıtımsal hakkını duyan ruh – Gizemli imparatorluğu ve yüce hakimiyeti Faal kudretin verdiği Yaradılıştan vaktinde doğan istidadı; Tabi bilir (ki, inanın şu anda, Yalan söylemek on-katı suç olsa, Hakimiyet vardır o yüksek ruhta Varisi olacağı kaderin malumiyetine) Yine de, böyle bir hakimiyeti tanıyan ruh Kendini hükmeden iktidarın Gurur olduğunu sezer. Evet! Mağrurdum – ve siz biliyorsunuz O kelimenin büyülü anlamını, Ki sık sık ters sapkıya uğramıştır o laf, İhsanlanacaktır tahkiriniz, belki, duyunca O mağrur canın koparalıp kırıldığını, Gururlu yürek ızdıraptan patlamıştı Bir azarlama veya nişan kelimesiyle O dişi’nin, o putperest yüreği – İhtiraslıydım – siz biliyor muydunuz Onun alevli aşk ateşini? – yok katiyen bilemezsiniz – Bir çiftlikçi gibi, bir taht hedefledim kendime Dünyanın yarısı benim olsun diye Ve o aşağılık hisseye mırıldandım! Fakat o rüya gibi benden geçmişti Uslu adımın, çiğin uçuşu gibi, Tutuşan düşünce – ışık saçmadı Güzelliğe, ondan rehberlik bile gelmedi Zulmeder, bitmez tükenmez uzun yaz günü Aklım, iki misli narinliğiyle – X. Taç yaylasında beraber yürüdük Aşagıya doğru yönelen yüksek bir dağdan Onun gururlu tabii kulelerinden uzak Tepedeki, taştan ve ormandan – Çardakların arasından, ufalıverdi yokuşlar Dilberin ak elleriyle çevrede yetiştirdikleri, Fışkırdı velvele ile bin çeşit küçücük derelerden Sanki, yönlenen periler ükesiydi burası Onlar bizim küçük iki köyümüzü kucakladı – Yalnız olsak bile – huzurlu ve mutluyduk – Dilbere gurur ve hakimiyetten bahsettim – Ama gizemli, aldatıcı bir kisve tarzında, Bunu hiçbir şeyin dışında sansın diye Gözlerinde o an’ın karşıtını Okudum (belki çok ihmalkar bir şekilde) Benim kendi duygularıma katılan bir duygu; Bana, onun yanaklarındaki parlak kızartıyı Sanki bir kraliçelik tahtı konmuş gibi gösterdi Layıkıyla, bırakmalıydım artık Karanlık yabanda, yapayalnız bir ışık. XI. Orada – o saatte – bir düşünce geldi Aklıma, bundan önce hiç bilinmeyen – Dilberi halen ikimiz de gençken bırakmak, – Ali talihimi takip etmek, Ve uluslar arasında yapılan didişmede Aylak lafları ıslah etmek, artık bir rüya gibi O an dilberin pervasız kulağına seslendi – Ben de tereddüt yoktu – korku nedir bilmedim Benim yabani mesleğimdeki muhatara Bir imparatorluk kazanmak, ve nikah çeyizi gibi Bir kraliçenin tacını yerlere sermekti, Tek bir duyguya sahipti, Dilberin kendi imgesiyle, benim meraklı sinem – Genç köylünün bağrında bulunan o zamanki Giz dolu düşüncesini bilen o kişi Onu bir hiç saymıştı, şefkatte Erkekler arasında fantezinin idraktan yanlışa sürüklediği bir kimseye İhtiras zincire vurulmuş – vede beslenmemiştir (Çöldeki gibi, muhteşem, Vahşi, ve zarafet ateşini yelpazelemek için Onların kendi nefesiyle komplo kurdu) Düşünceler ile bu tür duygular komut eder; Kontolsüz istihza ve tahrirden dolayı Çok zordur insanların tasavvur etmeleri: Bulundukları dünyadan “büyük“ bir kimsenin doğabileceğine – hep inanmayacaklardır: Avluda her gün gördekleri bir kişiye, Hele -hele, bir gün onun önüne eğilip itaat etmeyi, Bunu samimi bir tarzda yapmayı, Talih güneşinin Verdiklerini, onun üzerine akan o harika parlamayı, Alçak seviyedekiler - ve onların kendi derecesindekiler – XII. Hayal gözümde canlandırdım Dilberin suskun, derin hayretini Çabucak geçmiş gitmiş bir kaç yılları (Zira, yüce ümidimin çok çaresiz amacına kısa bir süre için ödünçlendi,) Dilber belki hatırlar, şöhret Yıldızlarının kapladığı bir fatihin adını (İhtişam ile – belki ilham edercesine Mecburen, aklından geçen bir düşüncede, Kendi ateşinde solmuş ve infilak etmiş Saydığı o kişiyi, beni gitmiş de Bir hain olmuş, hani gerçeğe yaptığı tecavüzden dolayı Gençliğinde azap çekmiş olduğundan, zanneder,) Dilberin kendine has İskenderi, teminat vermesi gerekli olan Tekrar, o zamanki gibi aşk temin eden – Ve küçüklüğünün zevkini yüze çıkaran, o Timurlenk’in gelini ve kraliçesi – XIII. Parlak bir yaz gününün öglen vaktinde Hasırlarla örtülmüş kuşağın altından geçtim Orada, derince, dingin bir uykuya dalmıştı Benim dilber sevgilim Eda. O asude vakitte, Suskun bir bakış benim ona elvedam oldu. O zaman – başka bir tesellim yoktu kendime Onu kaldırıp, bir yalan söyleyecek Sahte bir seyahatten bahsedecek gibi, tekraren Kalbimin zaafına güvenerek Yumuşacık, heyecan verici sesinden ayrılmak zor olurdu Böylece mutlu, halen uykuda Zevk dolu rüyasındaydı o, zannetmedi ki Uyandığında, ben ayrılma düşüncesine dalmıştım Çılgınlıkla doluydum; Eyvahlar olsun! Kadın kalbini anlayamıyordum, Sevdiğim ve sevildiğim halde – geç-git deyip vazgeçmiştim. – XIV. Hasırlarla örtülmüş kuşağın altından dışarı çıktım, Ve delicesine telaşla yoluma koyuldum: Ve beni evimden uzak tutan dertten ırak, Her uçup geçen saatte hayli neşe hissettim; Dünyadan gelen bir ıstırap var Ki halen ülküsel olsa bile Faniliğin en kötü acısıdır, O kendi gerçeğinde saadettir, Ama canlıların gögsünde daha hakikidir Adam kendi içinden gelmese bile, Ruhunun rızalı bir piyesini, yine de Mevlaya, ve yüce bütünlüğe verir – Aşk dolu canların yaşadığı Tabii yerler bile, dilberin yaban sokaklardaki Harikulade yönlerinden bahseder, anlatırken takdis eder O dilberin güzellik hakimiyetini! Adama, ızdıraptan daha da çok Görüş yeteneğinin eksilip kararmasıdır Üzerinde kendine özgü canlı bakış ile, seyreder Etrafındaki güzelliği, o güneş – Mavi gökler – soluk bulutun Sisli ışığından çıkan renk alametine Rahmet eder cennet gibi mavi yatağında; Karartı var! ama herkese aydınlık görünüyor! Ey Mevla! Yazık! adamın üstüne kopacak Eğer düşünceler geçip-gitmezse, Zira, Dünyadan göç etmek Fanteziye verilmiştir, Az da olsa cennet hariç, yok, diğer kelimeler tanıtamaz. XV. Şimdi senin etrafındaki Semerkand’a bir bak hele, Dünyanın kraliçesi değil mi? izzetinefsi Bütün öteki şehirlerin üstünde mi? Elinde kalmadı mı onların kısmetleri? Hepsine nazaran Komşusu, artık dünyanın bile tanıdığı, iftihar değil mi? Tekin, şanlı ve şerefli ayakta durmuyor mu? Ve kimdir şol dilberin hükümdarı? Ben Timur tabi, Şaşakalmış dünyanın gördüğü bir adamım, Zafer üstüne zaferle, İki misline çıkardım çağı! ve dahası, sanırım, Hala yankıyorum-yeniden Cengiz’in şöhretini. Ve şu anda ne kaldı onda? Ne! Bir isim. Geceleyin cümbüş sesi Birbirine karışan kalabalıktan Yüksüz bir göğüsün sedası gibi esiyor üzerime Sanki bu ecel saati, onlara Sevinç getiren kişinin vakti değilmiş sanılıyor – Mutlulukla, önderdeki gibi – Hüküm Zehirini gizlice tebliğ ediyor; demek ki İnsan yüreklerinde hiçbir şeyim kalmamış. XVI. Talih beni kendine nişanladığında, Ve benim gururlu ümitlerim hüküm tahtına eriştiğinde (Ki o da bana fayda etmiyor artık, hayırlı frer, Dünyanın pekala bildiği bir hikayeyi tekrar anlatmak, Kudretin nasıl ve ne gibi saklı imalleriyle, Tırmananışımı sarsak yüceliğe,) Daha çok gençtim, ama iyi tahmin etmiştim Ruhumda neler olup bittiğini. Gözlerim halen tantanaya ve hüküme konmuş, Yaban Kafkas dağlarının vadilerinde, Eda dilberimin hasırlarla örtülmüş kuşağında, Şaşkın kalbim çok uzaklara gitmişti. Uzun bir süre kalmadım Semerkand’da Önce, bir köylünün mütevazi kılığına bürünüp, Çoktan terk ettiğim memleketi aradım, Gözlerime güneş battığı vakit yine Oraların esmer ihtişamlı dağları yükselmişti: Gayesizce yollarda dolaştığımda Kalbim güneş ışınıyla çöktü. Şanlı yaz güneşine Dikilip seyredenlere, Güneş onlardan ayrılınca, Somurmuş bir kalp ümitsizliği getiriverir. O ruh nefret eder o akşam sisinden Çoğu kez hoş, ama yanlış telaffuz edecektir Karanlıktan gelen sesi (bu ancak işitebilen ruhlar arasında bilinir) Sanki birinin gece rüyasında uçuşu gibi Ama yaklaşan tehlikeye atılamaz gibice. Gene ay – gümüşe benzer ay Yoluna ışık saçar, o dilber yüce ay; Gülüşü ayazdır, ve onun neşri O hazin zaman içinde, adama Öldükten sonraki düşeyi gibi görünebilir; Ufak bir hayat nefesinin, ve gözdeki ateşin Sureti alındığı zaman, varmış bir zamanlar, Ama artık geçip gitmiştir, denir. İzlenen yol bittiği zaman Böyledir güzel yaz güneşi: Zira bilgisini bulmak için yaşadıklarımızın hepsi – bilinir; Ve bütün sahibi olmak istediklerimiz – uçup gitmiştir; Öğlen vakti güzelliğiyle, her şey tamamdır. Bırak hayatı o zaman, açan çiçek gibi, düşsün – Geçici, gündüz-çiçeğinin şiddetli-aşkı Akşam saatinde sararıp solsun. XVII. Evime vardım – yok, benim evim değildi – Öyle ki, onu bana ev edenler uçup gitmişlerdi – Yosunlu kapısından dışarı çıktım, Aylak ifadesiz bir üzüntü içindeydim. Çocukluğumda tanıdığım, ama şimdi beni tanımıyan Bir dağ avcısı eşik taşında bana yanaştı. Eski bir karyola hakkında bir şeylerden bahsetti: Dedi ki: O daha iyi günler görmüştür; Eskiden oradan bir pınar yükselirdi, ve orada Dopdolu, güzel bir sürü çiçek başını kaldırmıştı; Ama onları büyüten kadın çoktan ölmüş, Bu çeşit divaneliklere artık kadının katkısı yoktu, Şimdi bana ne kalmıştı orada? yeis (ümitsizlik) Kırık-kalbe bir Kraliyet. © 2011 - Edgar Allan Poe (Edgır Elın Po) Bildiri: Bu eserin sahibi Edgar Allan Poe’nun İngilizce "Tamerlane" başlıklı şiirinin üstte Türkçe "Timurlenk" adlı çevirisi Tacettin Fidan tarafından yapılmıştır. Tüm hakları mahfuzdur ve eser sahibi şaire aittir. Kaynak: www.eapoe.org/works/poems/tamerlna.htm Ve, bu kitaba bak: Edgar Allan Poe: 2002, The Complete Tales & Poems, New York, Castle Books. |
yüreğinize sağlık