Son(suz) ve Giz(li)Upuzun bir enlemdi Yörüngesinden teğet geçilen Birden sallanınca zaman Bir fay gibi kırılan… Umut kaç dönence yaşatılır bir başına? Kaç boşluk düşüverir Belleğimin verandalarından Tutunamayan? Bir yangın yerinden geçiyorum Sımsıcak esiyor ruhumda fırtına Donuyorum ama ’Nedendir? ’ diye sorulamayan… Tinseldi, bendeydi, yaşıyordu Cılız bir karşı çıkıştı hiddet Çapsızdı ivmeleri Biçimsiz ve durağan Anlaşılmayan… İndirimli satışlardan arta kalan Benekli bir fistan, boyalı... Kelepir sepetlerine düşen Güvelidir, denilerek dokunulamayan.. Uzaktan geçen asırlık bir marşandiz Ray ve kıvrımlar Dolanan, kaybolan... Tutunmaya yüz tutmuş bir yediveren Sırnaşık ve kokmayan! Yüzde kırklık mağrur bir çığlık Aptal ıslatan gibi ağlayan... Bir kontrolsüz geçişten Ötekine doğru boşu boşuna yol alınan Adım attıkça uzayan, varılmayan... Delinen bulutlardan boşalan yağmur Aktıkça iki damla bile toplanmayan Islanmayan, ıslatmayan... Gökkuşağı doğmayan... Ödünç alınmış vadesiz bir çek Karşılıksız çıkan, kırılmayan... Belki kırık bir taş plak Bir antika gibi duran... Bir deli dalga Kıyılara vuran... Ne dün, ne bugün ne de yarın Başı ve sonu bulunmayan… Gecikmiş ilkyaza küskün dördüncü cemre Bereketi olmayan... Derken Bağrımdan kopmuş bir tutam düş olup da Adresi bilinmeyen diyarlara doğru Tanyerinde savrulan... Necdet Arslan |