Kırkikindiler, yedi tepeli şehre kırkikindiler Nelere tanıkdırlar
Bir nisan sonrası yaz başı arlığında ne haber dediğinde Golden Horn üstünde biraz kızıl biraz mavi Utangaç bir genç kız gibi semada mehtap Koroya eşlik edecekti Her hal keyfinde Tebessüm kapıda Hoşgörü pencerede İnanç başköşede Dostluk güvenin kollarında tango yaparken şükran, nezaketle tempo tutar Bir nurlu neşe kaplardı şeffaf perdeli evi Huzurun yüzlerce abidesini vücuda getirmiştir Erinç içinde ben o evi çok sevmiştim Cetlerimiz halicin manevi varlığının resmini tablolara çizmiş İstediği her dili kullanabildiği çok telli bir müzik aleti gibiydi uyak sesleri
Geçmiş geçmiş, gelecek gelmemiş
Yüzünü hayalime nakşetmek için kalbimin bütün kuvvetiyle bakıyordum Ben bu kızı çocukluğundan bilirim Kuşaktan kuşağa birinden diğerine tevarüs etmiş Tebessümlü bir yüz bir çocuğun sevinci vardı içinde Altın Boynuz da ki evde serin bir günün cennetti andıran bir akşamıydı Ağzından çıkan sesi bir sırça gibi aklımda kalan O kahkahalı geceler olmadı bir daha
Sorma dedi, sende biliyorsun aslını Bîaman bir düşman idi Teessürden boğulan bir hıçkırık başladı Lütfen dedim İç çekti Nutku tutulunca ukde boğazına düğüm oldu Beni de yaz dedi Söz dedim
Benim için köle yarışında, esaret taçlı çok güzel kadındı diye yaz dedi Tuttu elimi beş yerinden değdi beş parmağı sımsıkı sıkmak istedi Tıpkı çocukluğunda gibi Kadın olalı umutlar düş köşelerinde Keyfe keder esaretin elinde denetimi Çetin bir dağdağa kaosunda koynunda taşıdı ödünü İtiraf etmek günah çıkarmak gibi bir şeydi
Yeni yetme bir oğlana nasihat vermeyi henüz öğrenmediği bir yaştı Yalnızdı ömür denen oyunda Sarıldı yüreğine önce onu bul dedi Açılıp, solup kayboluyordu Zaman içinde bütün melekelere pencere açtı Tanıyanlar nerden bilir sormadan Ama şu soruyu kim soracak? Kuşkularımı ayaklandıran Yeni yetme bir oğlan Niye saf dokunulmamış karanlığı seçti Karanlık salonlarda tek başına otururdu Karanlık ormanda böylesine terk edilmiş bir gökyüzü kendi gibi Sığına bilecek tek yerimiydi İşlediği günahların bedelini karanlığın ödenmesini umar gibi
Beyninin nezarethanesinden işkence çığlık atmamak için sığındığı Gövde tıpkı o boğucu işkence sığınağı
Henüz yeni yetme bir oğlan Bunları kabul edecek bir olgunluğa mı erişmişti Belki de hiç akla gelmeyecek sıradan olmayan bir nedeni vardı Sözlerin açamayacağı kadar derinyaraları olduğundan mı? Uzaktı yanlışların sonu kadar Görürsün yok olanı bir adım ötende Ancak sana değdiği yerinden tutabilirsin
Sarih meful Yüreğinin köşeleri buz tutmuş Bırakılmış bir toprak gibi kendi karanlığında bereketlendi Evrenin duvarlarını geriye doğru itiyor Buzdan bir kürenin içinde Ateş çıplak ellerinde Öyle bir atik ki kesiğe değen tuz gibi canını eritiyor Damla damla varlığı kabından boşalacak toprağa Geri gelmek olağan şey mi, düşün Bir memesiyle gireni bir memesiyle çıkanı emziren toprak Vermiyor aldığını geri
Suçlu sorumlu arama Sana bir önerim olacak babanın kızı olarak Kaderin şaşırtmasın seni Rahimlere düşeni bilen biri, bil ki o üflediği canı yaralamaz Bilir ki lokman hekim ilacı kar etmez Hadi bırak göğsün sesini Tanrının sinesine O taşır seni şifa denizine
İstekli bir beklentisizlikle Sessiz kalırım haklı gidişine Son bir kez bakmak için Mahsur karanlığın siperinde ormanı gökle buluşturan ince çizgiye Başını gökyüzüne kaldırdı her biri başka bir umut Milyonlarca yıldız gümüşi çakıntılarıyla ona doğru koşmaya hazırlanır gibi idi Şafak merhamet derken yıldızlar kuvvet verdi Arş dokunacak kadar yakın gibi Ne olur ey Tanrım şefaat kapını aç bana Âmin dedim
Gözyaşı der kirpiğe yalnızız bu rüyada Tutsak etme beni Hint kenevirine Tabiata güvenme zelil zehir şahsiyet üzerinde Yeni bir sene eskisini eliyor Kan kaybediyor zaman, can eksiliyor candan O, yirmi beş yaşında Yaşı kadar yürüse dönemezdi geri Dizelerde Tanrıya hesap soran sen Kimsin? Nakkaş Hep var bu gün bu gece Deli! Kanlı! Zaman geçmez de geçilmez de bir iz bırakmadıysan Ne gücün ne güçsüzlüğün boş boşluğun ayağına düşen
Öne eğilmiş giderdim alınlarınızın üstünden Tek vazgeçilmezim Beni ak yüzle diriltirsin ama bilemezsin akla uygun olan nedir Başımda taçlı valide sultan aklın nerdendi Senden benden önce de vardı bu zehir Tertemiz doğdum say, söyle? Hadi neyin isinle kirlendim Nem var, ya da nem yok diyen nerde, hani o umut da yok Niçin, boş bu düşün On yıl önce neredeydiniz? Geç kaldınız Ne zaman umutlanacak Şanı şerefi boşayın her gün tövbe edip bozmayın İyisi mi hiç ayıplamayın sırlara söktüremezsin Ferman sizin, öbür cennetede ya girer ya giremezsiniz
Yok, kurban yüreğim zincirleri kırıyor Biri sansın, akla uygun olan nedir Bir şansım olsaydı eğer kusursuz olmaya çalışmaz Karanlıklarda sahipsiz ve tutsak bırakmazdım seni Dünya için düşündüğüm gördüğüm olmasa senden başka Bir küçük bir küçük sırf benim yalar geçer yüreğimi Tıpkı bebekliğine benzeyen bir duyu!
Gözlerime çizdim umudu kinler devleşti Duygularımı toplamış, çıkarmış, çarpmış, bölmüş, ben de artmışım gibi En başından bir şans daha verilseydi Talih defterini yeniden yazabilseydim Dünümün lüksü bugünümün eksikliği Analığı kızlara, babalığı erkeklere okutacak bir mektep var mı? Oğul mezarım göksün olsun ki işte benim eksiğim buydu Bir hayli kırgınım herkes kadar kendim kadar sen kadar Yedi tepeli şehir gibi yüzüme tekrar bakma ki Ekilip gideyim dönmeyeyim bir daha! Derken Çektiği soluğu Karanlık bir ormanda bir oğlanın çektiği acının nasıl bir şey olduğunu gösterdi
Kendi kendine sorular Kendi kendi savaşarak Kaçıyor elden saniyeler Remizlerin şemi yanmaz mı? Bir daha- Yedi tepeden yedi tepeli şehir sana sesleniyor Erdemli eğitim! Bebelerin belleğinde bir gergef işle Sende bezekçi söyle bir resim çiz analar hatırası olsun Beşiklerin başına, kabirlerin taşına mermeri oyar gibi nakşet ki gitmesin boşa Manzum bir mesnevi uyakların içinde hafif bir dokunaklı eda olsun Adını ne dersen de ne bileyim adını nakkaş sen koy Nebiler Nebisi’nin ahlak bilimi Tanrı’nın arıttığı dağarcığı yüklü nesiller olsun
Niçin mahsup gibisin İstanbul! Değme gamım üşüdü biraz Efendim! Derbeder haldeyim Ateş gibi inlerinde mısralar Ezgilerin çiylerini içiyor uyaklar Olağan şey mi? Bembeyaz kâğıt üzerinde isyankâr bir kardelen İsa’nın ağlayan yüzü gibi
Simdi ben ne yapayım? Nasıl tanımlanır Kış inlerinden krizantemlerinden bir demet gönül çelengi Müthiş burgu gibi deler de Garketme Yak bütün şiirleri İşte mısralarının gömülü vasiyetnamesinde kafiye sergüzeştleri Mevhum bezekçi yedi tepeli şehirden nakşetti doğduğu güne Bana sorma! Şiire sor, ezgiye sor? Şimdi bu tarihe iyi bak! 10.10.2010. Bu kadar “on”içinde “anneyi” ondan” okumak nasıl bir duygu? İşkence gibi adı ne? Dedi Gel, anneannenden sor onu! Gizini O bilir, onun sırrını...
KAYIP YALDIZ
Ah! Bildim seni Ne yapacağım şimdi? Ana yarısı! İstanbul gibisin sanki içimi devşirdiniz
(c) Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve/veya temsilcilerine aittir.
Şiirlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.
Kim Bu Sör? İnsanın İçini Görüyor! şiirine yorum yap
Okuduğunuz şiir ile ilgili düşüncelerinizi diğer okuyucular ile paylaşmak ister misiniz?
Kim Bu Sör? İnsanın İçini Görüyor! şiirine yorum yapabilmek için üye olmalısınız.
Niçin mahsup gibisin İstanbul! Değme gamım üşüdü biraz Efendim! Derbeder haldeyim Ateş gibi inlerinde mısralar Ezgilerin çiylerini içiyor uyaklar Olağan şey mi? Bembeyaz kâğıt üzerinde isyankâr bir kardelen İsa’nın ağlayan yüzü gibi
Simdi ben ne yapayım? Nasıl tanımlanır Kış inlerinden krizantemlerinden bir demet gönül çelengi Müthiş burgu gibi deler de Garketme Yak bütün şiirleri İşte mısralarının gömülü vasiyetnamesinde kafiye sergüzeştleri Mevhum bezekçi yedi tepeli şehirden nakşetti doğduğu güne Bana sorma! Şiire sor, ezgiye sor? Şimdi bu tarihe iyi bak! 10.10.2010. Bu kadar “on”içinde “anneyi” ondan” okumak nasıl bir duygu? İşkence gibi adı ne? Dedi Gel, anneannenden sor onu! Gizini O bilir, onun sırrını...
KAYIP YALDIZ
Ah! Bildim seni Ne yapacağım şimdi? Ana yarısı! İstanbul gibisin sanki içimi devşirdiniz
kutlarım ,saygılar efendim...