SARILAR'IN EVİSARILAR’IN EVİ Köyün alt ucunda, Küçük bahçesinde yaşlı ağaçlar… Dört mevsim dallarında hüzün açar. Toprak damlı tek katlı bir ev. İşte biz burada oturuyoruz, İster kork, ister sev… Önünden tenha bir yol geçer. Bacası sürekli tüter. İlk bilgiler hayatıma burada girdi. Eski ahşap, çatal kapısıyla dünyaya açılan ev. Usulen güneye bakar. Ve güney cephesinde yalnızca bir pencere var, Küçük ve ağaç kafesli. Kara çamurdan sıvaları dökülmüş duvarlar. Kimi içeri , kimi dışarı bükülmüş duvarlar. Yaş, uzanır rahmetli dedeme kadar. Ocak isleri, renklerini karartmış, Çelenler parçalanmış, bacalar yıkılmış. Zelzele sarsması, savaş sonrası değil, Sebep vefasızlık ve terk ediliş… Döneminde “Sarıların Evi” zeybeklerin yeriymiş. Yöresinde nam ve şöhret vermiş. Bir sivilce o heybetliyi, kuvvetliyi yerlere sermiş. Oğul, evlat; para ve servet. Hüner atmamış, maya tutmamış. Geceye girmiş “Sarıların Sülalesi” Bir daha gündüze çıkmamış. Ev kiracıdan, kiracıya devrolmuş. Kimse çözememiş… Temelinde ah mı, beddua mı varmış? Bizdik şimdi aydınlık olan, Neşe, sevinç, mutluluk… Her ferdin yüreğinde toplanan. O da güneybatı oda, Babam; “mülk benim olsaydı, Seyredecektiniz halini…” derdi. Güneybatı oda, Ortada eski bir soba, Canlılığa santral. Bir hasret yumağı güneş yükselir. Pencerenin önünde bir sedir. Aydınlık ve ışık burada paylaşılacak Yine de ailenin çok okuyan çocuğu, Sanırım bu alacakaranlıktan çıkacak. Bazen az giren ışığın karartısında, Ninem dolaşır köşeden köşeye. Az gören gözler, nerede gözlük, Silinmiş asalet, tükenmiş özlük. Bir devir ki, kopma noktasındadır, Fark etmiyor onlar için, ha ev, ha çadır. Sonra anam, “anadır” ilk mektep üç’ten, Babam bir hoyrat, bir inat. Belki Köroğlu, belki akçalı Mehmet… Ve kardeşim, “öz kardeşim”, Çilesini, mutluluğunu, baba ocağını, Her gurbette derin derin özlemişim. Ha ev, ha çadır bir ömür. Mektuplarımı bu adrese göndermişim. Yaşadık, büyüdük, çok hazin değil, Abartısız böyleydi, bu evceğiz. Hatta ev bile bizim değil, Bu evde biz kiracıyız. 1968 Korkuteli |