ÇİLEKEŞ
Çakır keyif sınırını kolay aştı
Hava hafif serin, biraz rüzgârlı… Kıyıyı kayalar almış, gökyüzünü bulutlar Aklını da isyankâr fırtınalar “Ah İstanbul,” diye başladı bizimkisi “Senin tuzun kuru tabi, dalgalandır denizini Düşünmene ne gerek balıkların halini Yahut gemiyle seyahat edenleri Nasılsa halkın köpek gibi Ne kadar itip kaksan da Gariptir, hiç bırakmazlar seni. Ah İstanbul, Zalim İstanbul! Sen herkese güldün, Bir benden esirgedin tebessümünü Nice imparatorluğa ihanet ettin, Sattın! Böyle dediğime bakma, Razıyım ben ihanetine de, Tebessümüne de. Ulan vefasız İstanbul! Umursamaz İstanbul! Hey gidi hey! Yüzsüz İstanbul! Korkak İstanbul! Senin gibi…” Deniz tanrısı kızmıştı sanki Şimşekler çaktı, gök gürledi. Lafı yarım kaldı adamın Anlam veremedi pek olanlara “Çok içtim” dedi kendi kendine Korkuyla karışık Fakat farkında değildi Bulanık kafasıyla, en saf haliyle dilediği —kalpten dilediği şey Gerçek olmuştu; İstanbul ortaya çıkmıştı nihayet. “Yazı bile yokken daha, Geldi iki ayaklılar O kadar vakit olmuş ki, Bak, yok olmuş anılar Sizin yaptığınız Ve kendi ellerinizle yıktığınız Tarih gibi… Tarihim gibi… Hep “altın” diye bildiniz Taşımı, toprağımı. Hep “zalim” oldum gözünüzde, Sizler de benim işçilerim. Bizans geldi, İskender ve Roma’dan sonra Tam sevgiyi buldum derken, —nedendir bilinmez Ters gitti hep işler Bir sürü inanç dayandı kapıma Bir sürü millet Bir başka Kudüs zannettim kendimi Öyle inandım yıllarca Meğer ne kadar aptalmışım… Meğer kapı içe de dışa da kapalıymış… İşte bu melankolik halim, Bu ilk büyük aldatılmadan kalmadır. Açık havada mahkûm olacağım bundan sonra Derken, Mehmet geldi koca ordusuyla Beni almak içinmiş bunca zahmet Bir malmışım esasında ben, Alışılandan biraz daha büyük sadece Ve de biraz daha süslü Biraz daha büyüleyici Kilise cami oldu, Bayrak yosun tuttu. Din değişti, kıyafet değişti, Zihniyet bir türlü değişemedi. Zaman aktı gitti… Bir 600 yıl da öyle koy hayatıma işte Yaşlandım artık, Yoruldum. Gecelerim ünlendi en çok, Yayıldı dilden dile. Ne alevler gördüm, ne depremler Hiçbiri alamadı canımı Ben yine ayaktaydım; Dimdik! Her zaman olduğu gibi… Sonra bir gün bir paşa geldi, “Mustafa Kemal” diyorlardı adına Çok şükür… Koca bir yükü aldı başımdan. Emeklilik vakti geldi çattı. Eh, yılların birikimi sonuçta Tarihim, manam, mirasım dedim, “Harcandı!” dediler “Ne yapacağım peki?” dedim “Yerin hazır.” dediler. Hevesle doğruldum iskemlemden “Otur” diye emrettiler. O an anladım işte, Ters gidecek bir şeyler Müneccim de değilim işin gerçeği Ne diyorsunuz siz insanlar? Buldum, “tecrübe” Biraz zaman geçti, Düşüncelerimden sıyrıldım Ve fark ettim ki Koca odada yalnızım. Etrafı süzdüm iyice Meğer bir cam fanusmuş içine tıkıldığım şey “Müze” yazmışlar fanusun üzerine de O gün bugündür uğramaz kimse yanıma O gün bugündür mahkûmum işte Şu içine tükürdüğüm dünyada Kaderin cilvesi midir? Bilinmez. Kurtarmışlar. Yalan. Ben hep mahkûmum, Hep esirim burada. Sen, Mirasının henüz yaşarken —ki buna yaşamak denirse Paylaşılıp parçalanmasına Yağmalanmasına şahit olmanın Ne demek olduğunu Bilir misin? Sen, Tanrıların yapamadığını Bir imzayla, İnen tek bir dozer darbesiyle yapıldığını Bilir misin? Sokakta uyur, İstanbul’da yaşadığını sanırsın. Sen, İsminin sana ait olmayan bir şeyde kullanılmasını Bilir misin? Hiç hapse düştün mü sen? Yahut yaktılar mı diri diri Ormanlarını? İçme suyuna zehir katıp, Çorbanı senden yaptılar mı hiç? Uyan artık be adam! Burası İstanbul falan değil! Ne bu boğaz benim, Ne de senin “İstanbul” dediğin. Al işte karşındayım Yitip giden mirasımın tam ortasındayım! De diyebiliyorsan istediğini Yüzüme söyle!” Dolu gözlerle baktı adam Hıçkırıyordu Fakat yaş yoktu yüzünde Başı öne eğik, Sustu sadece. Galiba tek yapabildiği de buydu zaten Kesik kesik Nefes almak dışında “Madem şu an susarsın, Bundan sonra da konuşma.” “Sen nereye?” diye soracak oldu Ayılmış olan “Tecrübe”nin verdiği sezgiyle “Benliğimi benden alanlardan geri almaya” dedi, Gururlu, fakat titrek sesiyle Bulutların arasında kaybolurken Adam da yitti gitti sanki Kendi derdi ne idi? Hatırlayamıyordu. Niye içiyordu sahi? İstanbul’a efkârlandı. Sahip olduğu tek bardaktan Bir yudum aslan sütü aldı Boğaza karşı “Yolun açık olsun, kardeş” dedi. Hayret, Aslında ilk kez kullanıyordu bu kelimeyi Acı çeken, Acıya yakın olurmuş demek ki Acıdan acının kendisi olmuşa da Zaman dışladı adamı Mekân da Yeşili bol, Mavisi mavi Bir yerdeydi artık. Adam manzaraya baktı hayran hayran Manzara da ona Perdesi kapanırken bu güzel sahnenin, İstanbul, bu çilekeşe göz kırpmaktaydı Çok uzaktan, Ve bir o kadar da yakından. |
Mirasının henüz yaşarken
—ki buna yaşamak denirse
Paylaşılıp parçalanmasına
Yağmalanmasına şahit olmanın
Ne demek olduğunu
Bilir misin?
Sen,
Tanrıların yapamadığını
Bir imzayla,
İnen tek bir dozer darbesiyle yapıldığını
Bilir misin?
Sokakta uyur,
İstanbul’da yaşadığını sanırsın.
Güzeldi şair...Merhaba şiir...
Çok güzeldi yer yer...ama yine de biraz uzun olmamış mı? Ne dersin?
Tebrik ve saygımla...