ihanetin kırmızı rengini giyinirken gece yıldızları uzatmalı sevgilisi yapacak kendine ay haspa bir yalnızlık senfonisi üryan haliyle göz kırparken camda mistik ve nevrotik bakışlarıyla imitasyon gülüşleri devşirtecek gamzesinden yoksun avurtlarına gurbet bağrına taş misâli gelip oturacak ve kalkmak bilmeyecek dört duvar arasındaki misafirlikten karanlık ağırbaşlı görünmek isteyince konuk severlik gösterip omuzlarına dağ gibi düşmesine izin vereceksin tutsaklığında esir tutulduğunu dahi anlamadan sessizliği kucaklayacaksın gelişinden habersiz kapında işte o zaman benim minik kuşum! yüzüne bakmaya korkacaksın maskesini düşürmeyen aynalarda
... ...
her gün başka bir tuzağı ayaklarına dolayan bu yollar intikam alırcasına senden uzadıkça uzayacak, bitmek bilmeyecek düşman kesileceksin her ertelenen güne ve pencerende hiç doğmayan güneşe sancılı gözlerini akrebin kuyruğunda can çekişen yelkovanı kadimli günlere terfi ederken soluk soluğa bulacaksın üzerine çığ gibi yığılan hasret esareti giydirecek kör bağcıklı ayaklarına ve sen, sana hep dar gelen içine bir türlü sığmayan göçük bedeninden nefret edip izdivaç teklifi alacaksın gözü seğiren dul harflerden işte o zaman benim kınalı kuzum! s/özümü bile hatırlamadan raksına çağıran kelimelerin dansına kalkacaksın yerine hiç oturmadan
... ...
ama unutma ki ceylan gözlüm! bir çoğumuz yolunu kaybeden ve doğru yere postalanmayı bekleyen birer yolcu paketi gibi dururuz özleme kalkış yapmayan duraklarda ya da adresini şaşıran bir mektup gibi dolaşırız elden ele yabancı sokaklarda umutlarımıza parmak izini sürmeye yanaşmayan maviye içerlenip her gün kılıf değiştirircesine başka bir göçebe rengin damgasını vururuz alnımıza
... ...
sen yine de benim canımın içi! yorgun düşlerini bir güvercinin beyaz kanadında uçur solgun gülüşlerini bir uçurtmanın rüzgâra olan tutkusuyla koştur bırak asılsın mavi kirpiklerinden haylaz oyunlarıyla dizlerine kapanıp bırak siyahın yerine aydınlığın perdesini çeksin gözlerin yarınlara aldanıp
... ...
giderken sana bırakabileceğim tek mirasım küçüğüm! bu şiiri okuduğunda düşerse masum yanaklarına yaprak misâli sar kendine ve sakın üşüme! öp ve okşa sen de saçlarını satırların tel tel koparıp sakla göğsünün kafesinde hepsini çocuğun gibi her yeni günde birini çıkartıp yırtılan gömleğinden aç düğmesini sonuna kadar çığlığında boğulan yüreğimin kimsesiz hıçkırıklarımın sahipsiz duvarlardaki yanık sesini kucakla ve çıkar açık havaya teri silinmemiş sözcüklerimi savur sonra nasır tutmuş avuçlarının arasından gökyüzüne sevdalı olan yaralı güvercinlerimi bırak mavinin yüzüme değen ılık d/okunuşlarıyla derman bulsun özgürlüğe çırpınan kırık kanatlarım
... ...
içimi acıtan bir başka ağrılı sözüm sana yavrum ardımdan kalacak bu beş para etmez vasiyetimdir kulağına küpe olsun yazdıklarım çocuğum uykusuz geçireceğin sabahlarda gelirsen yanıma gözyaşlarını kucağıma sere serpe değil gülüşlerini yağdır ürkek bakışlarından bana sevgiden yoksun çatlayan şu toprağıma sevabına ah canım oğlum!
... ...
ama gitmeden önce son bir isteğim var nazlı çiçeğim senden! telli duvaklı bir dilek tut içinden gizlice güler yüzlü fısılda kulağıma öyle sessizce sonra da deki şöyle
"Merhaba yeni gelen gün ve hoşça kal ömrümden k/ayıp giden hüzün"
(c) Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve/veya temsilcilerine aittir.
Şiirlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.