Mızıka, Kırlangıç ve Ölüm
Hiçbir yaz akşamında görmedim böyle ayaz,
Sen de kavuran bir kış gibi imkansız mısın? Dalgasız denizleri sevemedim gitti azizim, Alışmışız anaforun koynunda sevda türkülerine. Ellerimize dolanırsa diye, olur da, deniz kızları Papatyalardan umutlar yapıp, sarılıp yüzmedik mi? Bomboş bir kuyuya çığlık çığlık adını ezberlettim Delinin biriyim, taşlar attım, bir gün çıkıp gelmedin. Göğüs kafesime hırslı rüzgarlar çarpıyordu yine bir gün, Gözlerimin en derininde gizli saklı binbir sitem, ağladım. Ağladım, derdin neydi, ki hesap sorar bunca kıyamet? Meğer omuzlarında aşka inanmışsın bir kıymet bilmezin. Oysa sana gök kubbeden, çatısı akan bir yuva yaptım Kırlangıçlara bir ağızdan şarkını söylettim her sabah, Kulak vermedin ! İstiklal’de şafak söküyordu azizim, canımı söküyordum boğazımdan Yırtık cepli o istikbalsiz çocuk, öyle mızıka çalıyordu ki, sorma. Camlar buğulu, canlar buğulu, yağmur yağacaktı, bekledim. Birazdan polisler geçecekti, belediye işçileri... Birazdan ... Hiçbir ocakta çay demlenmeden daha, sabah ezanına ağlayacaktım. Birazdan kuşlar geceyi temizleyecekti duvar diplerinden Kırlangıçlar aynı şarkıyı söyleyecekti, yar derin uykuda, yariyle! İstiklal’de şafak sökmüştü yine azizim, gök kubbe yuvamı yıkmıştı İliklerime kadar doladım yağmuru saçlarından, papatyasız,umutsuz Ağladım... Anladım, derdim neydi... Ve bunca kıyamet... Canımı oracıkta söküverdim, azizim, Kırlangıçlara mızıka çalmayı öğretemeden. T.S. |