Anadolu örüm yayar
masal değil
mit rivayet kabus değil bir öyküdür yaşanır döne - döne sürü - sürü sürüne sürüne… gündüzler çıplak-sıcak geceler yasaklı özgürleşir karanlıkta örüm yayar yüzyıllardır bura halkı netamelidir gece gizlese de yamayı yırtığı bire birdir “hainlikte” halbuki ocakları tütmez izinsiz sığınırlar türkülere mizaha bir de kızılcık şerbeti kan yerine ve üzüm suyu nasıl da gülerler açken üstlerine yoktur yalandan delilikte nam salmıştır dünyaya oyunları her figürü bir eylem güzellemesi bütün hınçlarıyla vururlar davula patlar göbeğinden manda derisi hayra yorulsa da sessizliği kavganın alfabesidir isyan çığlığı zılgıtları aldanmayın - bilen bilir bu dil Anadolu’nun dilidir açlık ve aşk iç içedir türkülerde soğan ekmek ve hasır yalnız onlar için kutsaldır yağmur eksilmez gözlerinden bir tek ölüm gelir akla yıldızlar kayarken ve ahret korkusu her dem çoktan dağılmış nirengisi aklın düzen tutmaz gayrı – ışık vurmaz lakin içlerine kurt düşmüş nicedir bir yanlış var ya sormayın unutkandır toprağımız leylim - leylim körelmiş nişangahı mavzerin yatar yerde it ölüsü uzaklarda baykuş sesi yürek ürpertisi bir koyun kuzular çalı dibinde Anadolu örüm yayar... bellenmiş bir kere ne kadar gizlense de göz önündedir hiç sorulmamıştır aç mı - tok mu bilirki bedel ödemez ölen yada ölü gibi yatan istemek ağır suç vurulmak hizmet-i vatan küfreder dürterek toprağı hadi canım ölmüş koyun korkar mı hep korkmuştur halbuki kırk yıllık ölü kurttan aklı ermez bu işe bir türkü mırıldanır “Bayburt’tan getirme” yavuklusuna söylemiş yayla yolunda "yürü güzel yürü saçın sürünsün saçının teline yüzüm sürülsün…" köpekler “ağul ağul” bir aşağı bir yukarı koşturmakta yavuklu da kıs kıs gülmez mi arkada keyiflenip asılmış piştovuna sarsılmış bütün obalar Yağlıtepe’den Çambaşı’na hey gidi günler hey bir yandan tütün sarar yürek yumuşar gazele çiğ düşer gazel yumuşar pamukta yürür gibi sessiz gece gezmeleri bir anda ve her zaman yamaçta kurt çakal sürüsü haram ıslık eşkıya türküsü kar yağar kepeneğin üstüne Anadolu örüm yayar... dağlar çırılçıplak ne gün yeter artık ne gece azalmıştır ekmek ve zaman an gelir ve hep gelir çanı keleği toplatır devran aşina bir yel eser doğudan batıya savrulur hazan yaprakları her biri bir narin kelebek ölüsüdür ürkek bir tavşana döner yılkı tayları yırtar zamanı ansızın keskin bir canavar düdüğü çığlık çığlık saplanır iki omuz arasına birkaç damla gözyaşı yadigar kalır toprakta binerler demir atlara akın akın dörtnala elleri nasırlı gür bıyıklı yanık tenli adamlar kara kuru çocukları varla yok arası kadınlarıyla bir masaldan çıkıp gelmişler gibi geçip gittiler caddelerinden şehrin yakın bir ormanın kıyısına kadar korkuyla izledi onları çocuklar bir değil - beş değil binler - milyonlar zamanla alıştı onlara şehir ve çocuklar şimdi bir gün batımı ötede alışılmadık ekmek kavgası her lokması can pahası polis copu - gaz bombası grev lokavt trafik lambası ve kadınlar bir çoğu kaldırımlarda ya da her akşam el ayak çekilince koyunlarında ay ışığı utançtan gizleyerek yüzlerini pazar yerlerinde örüm yayar... h. kesimoğlu |