4
Yorum
1
Beğeni
5,0
Puan
1399
Okunma
masal değil
mit
rivayet
kabus değil
bir öyküdür yaşanır döne - döne
sürü - sürü
sürüne
sürüne…
gündüzler çıplak-sıcak
geceler yasaklı
özgürleşir karanlıkta
örüm yayar yüzyıllardır bura halkı
netamelidir gece
gizlese de yamayı yırtığı
bire birdir “hainlikte”
halbuki ocakları tütmez izinsiz
sığınırlar türkülere
mizaha bir de
kızılcık şerbeti kan yerine
ve üzüm suyu
nasıl da gülerler açken
üstlerine yoktur yalandan delilikte
nam salmıştır dünyaya oyunları
her figürü bir eylem güzellemesi
bütün hınçlarıyla vururlar davula
patlar göbeğinden manda derisi
hayra yorulsa da sessizliği
kavganın alfabesidir isyan çığlığı zılgıtları
aldanmayın - bilen bilir
bu dil
Anadolu’nun dilidir
açlık ve aşk
iç içedir türkülerde
soğan ekmek ve hasır
yalnız onlar için kutsaldır
yağmur eksilmez gözlerinden
bir tek ölüm gelir akla yıldızlar kayarken
ve
ahret korkusu her dem
çoktan dağılmış nirengisi aklın
düzen tutmaz gayrı – ışık vurmaz
lakin
içlerine kurt düşmüş nicedir
bir yanlış var ya
sormayın
unutkandır toprağımız
leylim - leylim
körelmiş nişangahı mavzerin
yatar yerde it ölüsü
uzaklarda baykuş sesi
yürek ürpertisi
bir koyun kuzular çalı dibinde
Anadolu
örüm yayar...
bellenmiş bir kere
ne kadar gizlense de göz önündedir
hiç sorulmamıştır
aç mı - tok mu
bilirki bedel ödemez ölen
yada
ölü gibi yatan
istemek ağır suç
vurulmak hizmet-i vatan
küfreder dürterek toprağı
hadi canım ölmüş koyun korkar mı
hep korkmuştur halbuki
kırk yıllık ölü kurttan
aklı ermez bu işe
bir türkü mırıldanır “Bayburt’tan getirme”
yavuklusuna söylemiş yayla yolunda
"yürü güzel yürü saçın sürünsün
saçının teline yüzüm sürülsün…"
köpekler “ağul ağul”
bir aşağı bir yukarı koşturmakta
yavuklu da kıs kıs gülmez mi arkada
keyiflenip asılmış piştovuna
sarsılmış bütün obalar
Yağlıtepe’den Çambaşı’na
hey gidi günler hey
bir yandan tütün sarar
yürek yumuşar
gazele çiğ düşer
gazel yumuşar
pamukta yürür gibi
sessiz gece gezmeleri
bir anda ve her zaman
yamaçta kurt çakal sürüsü
haram ıslık
eşkıya türküsü
kar yağar kepeneğin üstüne
Anadolu
örüm yayar...
dağlar çırılçıplak
ne gün yeter artık
ne gece
azalmıştır ekmek ve zaman
an gelir
ve hep gelir
çanı keleği toplatır devran
aşina bir yel eser
doğudan batıya
savrulur hazan yaprakları
her biri
bir narin kelebek ölüsüdür
ürkek bir tavşana döner yılkı tayları
yırtar zamanı ansızın
keskin bir canavar düdüğü
çığlık çığlık saplanır iki omuz arasına
birkaç damla gözyaşı
yadigar kalır toprakta
binerler demir atlara
akın akın
dörtnala
elleri nasırlı
gür bıyıklı
yanık tenli adamlar
kara kuru çocukları
varla yok arası kadınlarıyla
bir masaldan çıkıp gelmişler gibi
geçip gittiler caddelerinden şehrin
yakın bir ormanın kıyısına kadar
korkuyla izledi onları çocuklar
bir değil - beş değil
binler - milyonlar
zamanla alıştı onlara
şehir
ve
çocuklar
şimdi
bir gün batımı ötede
alışılmadık ekmek kavgası
her lokması can pahası
polis copu - gaz bombası
grev
lokavt
trafik lambası
ve
kadınlar
bir çoğu kaldırımlarda
ya da
her akşam
el ayak çekilince
koyunlarında ay ışığı
utançtan gizleyerek yüzlerini
pazar yerlerinde
örüm
yayar...
h. kesimoğlu
5.0
100% (4)