BİR AŞK HİKAYESİ
Bir kadın...
Küskün menekşeler gibi az mahzun,az çileli Uçuşuyor eski bir kafenin merdivenlerinden inerken Siyah elbisesinin eylül telaşındaki etekleri Bir gelin gibi endamının yelekenliği Tebessümünde begonvillerin solgun rengi Manolya bahçelerinin son çocuksu Tertemiz dünyasına el değmemişliği Bir adam... Esmer teninde güneş kokusuna sarmış Arada içtiği bir sigaranın tütün efkarını Güya...Kadına adamakıllı tutkulu İlk durakta otobüsten inmeye de Bir o kadar hazır ve başka aşka umutlu Giden gider felsefesine filozof kesilmiş Sevdaya hazır hercai meşrebinden Ne kelebek,ne melek ne ağaç dalları geçmiş Yaşananlar... Kadın gülümsedi kirpiklerinin arasından adama Bir martının gözlerinden baktın mı dedi dünyaya Deniz feneri onların mutluluğuna hayran yaktı akşama ışıklarını Yürüdüler sahil boyunca alıp tüm duygularını Adamın eli omuzuna dolanırken kadının Dalgalar coştular eylül akşamlarında ılık ılık İki damla gözyaşıydı serçe parmağında ayrılık Son... Şimdi o sahil ıssız gecelerde üşüyorken Dalgalara bir şarkı karışıyordu eskilerden ’Deniz ve mehtap sordular seni’diyordu Eski salaş kafede iki genç aşk tazeliyordu Adam ve kadın yoktu Martılar,çığlık çığlığa ağlıyordu Bir serçe parmağı mutluluk Denizin dibinde istiridyeye İki damla inciden gözyaşı oluyordu //Aşk her dilde,her dinde ve her yaşta aynı yaşanır...Ayrılık da.// Yasemin Göksel İstanbul |
akça şehrin
aşka kurşun sıkan manolya kokulu sokaklarında
salaş cafeye inen merdivenlerde yoktu
cafede...
ama
o küçük martı oradaydı
kanatlarında
beyaz güller ve serçe parmaklar...
yumuşak bir ten gibiydi şiir,dokundukça yüreğinde eriyen...