GÜLE GÜLE ÜSTATŞiirin hikayesini görmek için tıklayın Şiirin hikâyesi:
3 Mart 2009 tarihinde genç denecek yaşta (56 yaşında) solunum yetmezliği nedeniyle aramızdan ayrılan değerli söz yazarı ve şair Yusuf HAYALOĞLU’nun kendi şiirlerinden oluşan eserleri ölümünden hemen sonra derleyerek, aziz hatırasına hürmeten tüm sevenlerine armağan etmek istedim. Çok değişik bir çalışma oldu. 150’ ye yakın şiirini okuyup, büyük bir dikkatle taradım. Konuyla uyum sağlayan dizeleri kalemimle bütünleştirdim ve birnevi düet yaptım üstatla. Şiirin bütününe bakacak olursak, dizeler üstadın kendi imzasını taşımaktadır. Yusuf HAYALOĞLU üstat ölmedi.Dizelerde yaşıyor. Müziklerde yaşıyor. Kalplerimizde yaşıyor. Unutulmasın ki, şairleri suskun olan bir millet esaret altındadır. Şairleri suskun kılmayan ise geride bıraktığı eserleridir. İnsanın en büyük eseri, yine kendisidir. Ayrıca şu açıklamayı yapmayı da uygun gördüm. Şairi seversiniz, sevmezsiniz ayrı bir konu. Müzik nasıl evrenselse, şiirler de evrenseldir. Lütfen yargısız infaz yapmayınız dostlarım. Konuya objektif olarak bakalım. Sonuçta vefat eden bir şairdir ve şairler kolay kolay yetişmiyor. Yusuf HAYALOĞLU anlatıyor. ’’Çok çalkantılı dönemler yaşadım, ekonomik yönden... Ama halkı bu kadar umutsuz, mutsuz hiç görmemiştim. Yarına dair hiçbir umut kalmamış. Bu, en büyük uçurum, en büyük reaksiyon... Nasıl sosyal bir patlama olmuyor inanamıyorum. Bu korkunç bir tevekkül, korkunç bir sabır. Allah sabır versin. Ama insanlar artık akıllandı. Vatan, millet nutukları ekonomiyi açıklamıyor. Halk, ’Sen bunları derken benim cebimdekini götürüyorsan, lanet olsun’ diyor. Halk bunu görmüş artık. Herkesin elinin kendi cebinde olduğunu görmüş. Komünizm niye çöktü? Herşeyin devletin olmasından ve devletin içinde devletten palazlanan insanlardan dolayı çöktü. İnsan mutsuzsa hiçbir ideoloji onu etkilemez. Bir çocuğun karnı açsa sen ona dünyanın en güzel masalını da anlatsan o çocuk ağlar. Karnı tok olan, masallar arasında tercih yapar. Çocuğun karnı aç. Halkın karnı aç, ne masal anlatırsan anlat. O yüzden halk tercihlerini de ideolojik olarak yapmıyor. Halk kimde ekmek olacağını sanıyorsa ona sarılıyor. Ama denize düşen yılana sarılır.’’ Ah be üstat! Sonunda sen de düşüp gittin Azrail’in peşine! Biz şimdi, bu koca deryada, Tek başımıza ne halt edeceğiz? Senden ayrılacağımızı sanma, Bir kaç güne kalmaz, biz de geliriz! Bir Yusufçuk havalandı sanki gökyüzüne, Daha dün gerçektin, Sen de hayâl oldun gittin be koca çınar, Olur mu böyle, şaka gibi ayrılmak! "Olsun be! ne olacaksa olsun! Bu da benim size, Ayrılırken şikayetim olsun." Demiştin de inanmamıştık ansızın gideceğine. Şiirlerin ortada kaldı sanma, Sen şiirlerinde yaşıyorsun, Yufka yürekli, iyi niyetliydin, Asi bir küheylandın yerine göre, "Kesmez beni bu acılar, Beni vursa da bu puştlar, Ancak sırtımdan vururlar, Lanet olsun!" der, Serzenişte bulunurdun, Bu sözün de şerefsizlere, namussuzlara, Kapak olsun! Ah be üstat! "Bir yanım şiir destan, bir yanım kirli fistan, Bir yanım güller açmış, bir yanım viran, Bir Anka kuşu gibi, Kendimi külümden yarattım." Diyordun… Hadi şimdi de yarat üstat! Yarat da aramıza dön, gittiğin meçhul yerlerden, Gidişine alışamadık, şiirler, besteler öksüz kaldı, "Geceler tanır beni; konarım göçerim ben, Geceler tanır beni; kan damlar içerim ben." Diyordun… Yine kon üstat, nereye konmak istersen, Bizim için bir şeref, bir onur olur, "Kaçıncı ölmem, kaçıncı dirilmem bu?" Diye düşünme, Sen hiç ölmedin ki. Nereye, nereye gidiyorsun böyle apansız? Vakitsiz gitmeler gitme sayılmaz üstat! "Adımız belâ diye yazılmıştı dağlara taşlara, Boynumuzda ağır vebal, koynumuzda çapraz tüfek, El tetikte kulak kirişte, Ve sırtımız toprağa emanet, Vakit tamam, sizi terk ediyorum, Hoşça kal iki gözüm hoşça kal." Deyip, şaka yapar gibi gittin. Ne diyeyim, Allah’a emanet ol, Bir narin kelebek ölüsü bırakıp tam ortamıza, Kurşun gibi, mayın gibi tutuşarak tükettin kendini be üstat! Sanki bir oyun bu, birazdan uyanacaksın, Birazdan ateşi karıştırıp bir sigara saracaksın, Hesabın kalsın mahşere, Demek şimdi gidiyorsun, Yazdığın son şiir öyle yarım kalacak! Gitmek istiyorsun, git... Bir savaşçı asla vedalaşmaz, Durma git! Dışarısı dinamit, dışarısı enkaz, Güle güle git! Şarkılara bel bağlamak faydasız, Üstümüze kapıları kaparcasına gittin, Artık bitti diyorsun, git! Dışarısı panik, dışarısı izdiham! Kırılsın kapı, çerçeve, kırılsın bu cam! Sorma git! Karşılaşmak ömür boyu imkânsız, Bizleri hazanda koyup bahar dalına gittin, Bilmiyorum ne yapsak, ne söylesek anlamsız, Ayrılmıştı dünyamız, kendi yoluna gittin, Gittin ah! bir mevsimdin, Çizemediğimiz resimdin, Kalbimize bir çiviyi, Çakarcasına gittin, Sen ardında yas bıraktın, Ağlayan bir eş bıraktın, Çürüdü gözlerin, yüreğin, bu yağmurlu şehirde, İşte gidiyorsun. Hicran kalsın teneşirde, Bize yüzyıllardır sesini kaybetmiş Bir türkü söyleyecektin, Ve bir yayla şefkatiyle, Kirpiğimizin ucundan öpecektin, İşte gidiyorsun, hiçbirimiz, hiçbir dilde seni anlayamadık, Sen başını verdin, bizimse, İnsafsız bir linç oldu karşılığımız, İşte gidiyorsun, Penceresiz bir dünyanın labirentine, İşte gidiyorsun, Seni gönlümüzde, Şiirlerini dilimizde yaşattığımızı unutmadan, Git! Güle güle üstat, Güle güle git. Vecdi Murat SOYDAN (Yaşanmamış Aşkların Şairi) 24/03/2009-Isparta |
Diye düşünme…
Sen hiç ölmedin
Ölümsüzdür şairlerimiz, ruhu şad olsun...
Yüreğinize sağlık değerli kalem dost..
Saygılarımla...