son öpücük
bu şehir küf kokarken
düş kırığı gözlerinin perçemi uyuyan bir prenses edasında endamın son öpüşümde mavi gökyüzünü sarıyor bedenin bir yaşanmış ironi yıldızların şekli saklı sokaklarda, çıkmaz girdaplarda dağınık duruyor yatağım tütsülenmiş ahuzarım ,misk saklasa da içinde bir bardağın kenarındaki dudak iziyim işte sihirli bir lambanın gölgesi sanki bıraktığın ebruli gözyaşları aksı vuran mumun alevi nasıl cezbederse kelebeği öyle sarmalım sana korkularım terk edilmiş evin sallanan salıncaklarında gizli sana yüzü yıkanmış bir ceset gibi uzağım şimdi sana bak! cama buhar olmuş bir kalp ağrısıyım sana telli turnanın kanadı vurulmuşken geçit vermez kayalıklardaki zerreyim sana çiğ kırığının açtığı yol kurumuşken neden karanlık bu şehir sanki hayaletler bürümüş tahlili zor bir kaçak eserim sanki sokakların çıngıraklı yılan sesi erimiş bir buzulum kanatları kırılmış bir su damlası düşerken toprağa koşarken vurulan sevdalı kan davasıyım sana, ve eline kına yerine namus yazılan kirli bir kurşun şehrin hayaletleri konuşurken duydum ütopya bu mevsimde lalelerin açması bildiğim tüm (izm) ler kifayetsiz kalıyor nihavent bedeninin düşüşünde ben ki tasnifi tahlile denk getiren yağız deli kanlı şovalye gölgesi olmasa da ihsanı olan soğuk kayanın mabedinde saklı/dağ gezgini koruyamadım bedenini/bu şehir küf kokarken selçuk bozdağ/2009 ekim |