BAYRAMIN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİVar oldukça öyle ya da böyle yaşayacağımız bir bayram daha çaldı kapıyı… Açacağız, açmalıyız elbette… Buyur edebileceğimiz gönül soframız dağınık, taç edeceğimiz başımız yorgun, bakan gözlerimiz fersiz, dokunan ellerimiz titrek ve suçlu olsa da! Çeyrek asra dayanırken ömür, dalıp gitmemek mümkün mü geçmişe? Yâd etmemek olası mı dünü… Dünde kalanları? Yok, yok, duymaktan ve söylemekten usanmadığımız, benzer nostaljik nakaratları sıralayıp bayram, bayram derin ve bezgin bir “of” çektirmek değil kimseye niyetim… “Bizim çocukluğumuzda…” “ Nerde o eski bayramlar mirim? ” “ Hey gidi …” vs ile başlayan cümleler de kurmayacağım… Demem o ki; Ne kadar yorgunsam ben, o kadar yorgun artık bayramlar… Oysa ezeli ne güzel ne insancıl amaca dayalıdır değil mi? Neresinde olduğumuzu, ne kadar eksik kaldığımızı umursamadan her dem dilimize dolayıp ahkâm kestiğimiz “insanlık” adına kutsanmış ne güzel günlerdir oysa bayramlar değil mi? Birileri hala pür neşe kutlamakta… Birileri üç güne dayalı özlemle yaşayabileceği düşler kurmakta… Ve birileri ranta çevirebilmenin hinliklerini düşünmekte kirli zulasında! Peki, ben neden bu kadar yorgun, neden bu kadar, yapay gülümseyişlerin ardına saklanmaya bile gerek duymaksızın olabileceğin en doruk realitesiyle TEPKİ/siz/im? Elbette kadem basacağım, zamanın hengâmesine uymuş gailelerimi 3 gün sonrasına atıp, ata ocağına… Elbette inadına dik tuttuğum alnıma koyacağım öptüğüm nasırlı elleri… …ve elbette ki öptüreceğim elimi bekçilerimize yarınlarımızın! BEKÇİLERİMİZ! Ama bakabilecek miyim gözlerinin en bebeğine kızarmadan yüzüm? Atalarımın vaktiyle dik durduğu gibi karşımda, durabilecek miyim ben de değerken alınlarına elim? Çok değil, yakın yarınlarda, muhatap kalacağımız sorularının yanıtsızlığından ar duyarak kaçmak istemeyecek miyim karşılarından? Evet ÇOCUKLARIMIZ! “En güzeli bizimki” olan ÇOCUKLARIMIZ… “En iyiyi hak eden gene bizimki” dediğimiz ÇOCUKLARIMIZ… …ve binlercesi en anlamsızlığında “BAYRAM”ların, sıradan bir 3 gün daha ekleyecekler yaşamlarına, adı olmayan “ora”larda…”bura” larda… Sokaklarda… ÇOCUKLARIMIZ! Her bayramda çelmesine takıldığım, işte bu beni bayramı bayram tadında yaşayabilmekten alıkoyan o keskin uçlu duygudur! …ve çok acıtıyor ki tenimi, kaçımız, kaçlarımız ayrımındayız onların? Ki bayramlar en çok onların hakkıyken… Onlara miras bırakabilmekken bayramların gerçek mealini görevimiz… Onları mutlandırmakken… Doyurabilmek… Giydirebilmek… Güldürülebilmekken zorundalığımız… BAŞARABİLİYOR MUYUZ? “ Kötü günlerimde katkısı olmayanların, mutlu günlerimde hissesi yoktur” demişti arifin biri okuduğum bir duvar yazısında… Sormazlar mı devraldıklarında emaneti elimizden? Hangi yüzle, ihanet edemeden teslim edemediğiniz emanete bizden sadakatle sahip çıkmamızı bekliyorsunuz? Diye... Ne verdiniz ki bize, ne istiyorsunuz şimdi? Demezler mi, acıtarak bakarken, parmak uçlarımıza dikili suçlu ve utanan bakışlarımıza yüzümüze… FARKINDA MIYIZ? Çocuklarımıza sahip çıkalım hanımlar, beyler… Çocuklarımıza (Onunki… Şununki… Bizimki demeden hem de) bayram tadında yaşatıp, öğretelim bayramı. Çocuklarımıza insan olmanın, çalışmanın, emeğin, alın terinin gücünün ve dürüstlüğün erdemlerini öğretelim… Doyuralım onları hanımlar beyler… Okutalım… “Demekle olmaz”ın bilincinde; Ellerimizi taşın altına koyma zamanıdır şimdi... Tek tek… Birey birey… Yarın belki de elimizi koymak isteyip te bulamayacağımız taşların hem de… En önemlisi çocuklarımıza parsellenmemiş, pay edilmemiş, SATILMAMIŞ, onurlucuca yaşanılası bir VATAN bırakalım hanımlar beyler! Yarın imkânsız olmadan hem de! Başta çocuklarımız olmak üzere, yüreğinde hala… Rağmen… İnadına “insan olmanın erdemleri”ni taşıyabilen herkesin bayramını kutluyorum… Mezopotamya’nın Asi-l Kızı |