CEFÂ-KÂR
Anladım ki hayatta; bel büktüren cefâ; kâr
Düşlere küskün mazi değil mi ki aşikâr… Hepyek geldi zarlarım hep od ocak virâne Yıkıl git gözlerimden ateşe kul pervâne! Bak külümü topluyor ahâlinin cümlesi Direnme, vazgeç ve git, canımı yakan nefis! Terk-i heves edeni sarmasın aşk çilesi… Gökyüzümü kaplayan bulutlar efkâr efkâr Ocağıma inciri hep diktiren cefâ; kâr Feryat etmek faydasız şu düştüğüm hâlete İnsanoğlu ki; fâni, dalar elbet gaflete… Unuttum! Nerde, nasıl? Diz bağlarım çözüldü; Ve neden gülüyorken dudaklarım büzüldü? Ah! Düşünce kısmete ışıyan mavi boncuk(!) Bağrıma hüzün çöktü gözlerime ise sis! Ben ki dizi kanayan hâlâ o masum çocuk… Hüzne açılan yolda; dil sussa göz davetkâr Canımda iz bırakan, can bıktıran cefâ; kâr Hani üşür ya insan, sokulmak ister döşe Hani yiter ya sürur, arar ya köşe köşe İşte öyle bir hâlden ruhum nâra yol alır Yanar içimde bir yer, külüm elimde kalır Sustursam da isyanı bilirim ki nafile Hep peşimden gelecek yine o şerir iblis! Bitmeyecektir cengim, iblise eş nefs ile… Korkup da kaçındığım yalnızlığım fedakâr Kırılan ellerimle kök söktüren cefâ; kâr Küsüm yine kendime, güneşe aya küsüm Lâkin yarınlarıma dokunmalı tebessüm Değişmeli yeniden ömrümün coğrafyası Düşmeli yüreğime pak vicdanın ziyası El değse çoğalırdım yürekteki yaraya “Pişmanım” gibi bir söz olmazdı mevzubahis Olmazdı eksik yanım, dönmezdi gün karaya… Kulağa fısıldayan sabah yeli efsunkâr Gönlümü göl eyleyip taş sektiren cefâ; kâr Yazık ki her tecrübe bir bedelin ürünü Birini mest ederken kahreder öbürünü Kalmadı tadım tuzum, aşım ekmeğim yavan Dilden düşen dualar; umuda, arşa revan Elbette kanar yara hele de taze ise Ama gani umudum; çökecek cebrinefis! Ki ah çeken yürekte duygu cenaze ise… Git başımdan ey zulmet, git başımdan heveskâr! Ömrümün baharından el çektiren cefâ; kâr Sus yüreğim artık sus! Yeter artık sus dilim Bitir şu nakaratı, bölündüm dilim dilim Şimdi bir edip çıkıp, derse bu ne rezâlet! Yere batar yüreğim, kurtaramaz asalet! Sus yüreğim artık sus! Peş peşe dökme için Beklenmedik bir anda karşına çıkar habis; Seda olur mahremin, yanarsın için için… Sual düşünce zihne, neye yarar ki inkâr Sus kalan her soruya dil döktüren cefâ; kâr Şiire zulüm belki böyle keder yüklemek Sözcüğe kan kusturup mısralara eklemek Kim bilir belki bir gün dile şehâdet düşer Kutlanınca sözcükler, ne kan kusar ne üşür Belki de hepten kopar ömrü bağlayan halat Düşer mısraya çın aşk, düşer güne havadis! Asil süvarisiyle kapımda durur al at… Acep af edecek mi? Ben ki “O”na hizmetkâr Tövbenin kapısına diz çöktüren cefâ; kâr Saadet ÜN 22/02/2009 |
BU NE EMEK...
BU NE YETENEK...
BU NE DERİN BİR YÜREK...
AYAKTA ALKIŞLIYORUM ŞAİREM....